İnsan açlıktan mı ölür?

21 Mayıs 2024 Salı

Tarih; 28 Ocak 1987

Turgut Özal hükümeti olan ANAP’ın Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral “Radyasyon Tehlikesi yoktur. Hele çayda hiç yoktur” açıklamasını yapıp, basın toplantısında çay içti.

Bunu söylediğinde 60 yaşındaydı.  24 yıl daha yaşadı.

2011 yılında 84 yaşında hayatını kaybetti. İçtiği çaydan değil, kalp yetmezliğinden öldü. Kansere değil, artık yaşını başını aldığı için hayatın olağan akışı içindeki eceline yenik düştü.

Ama Çernobil kazası mağdurları onun kadar şanslı değillerdi. Çoğu insan yaşını ve başını alamadı. Çernobil’in etkileri 1 milyon insanı öldürdü.

Oysa o yıllarda Rusya ve civarında Çernobil’in yol açtığı ölümler “4 bin insan” olarak açıklanmıştı. Fakat daha sonra 2004’e kadar uzanan ölümlerin 1 milyon kişiye ulaştığı ortaya çıktı. Hayatta kalıp, radyasyonun etkisiyle bedensel farklılıklarla doğan insanlar bu sayıya dahil değil. 

Diyelim ki hayatını kaybedenlerin sayısı 4 bin olsun. Az mı? Hayatın olağan akışı içinde yaşayıp, ömrünü sürme iradesi elinden alınanlar düşünüldüğünde bir can bile çok değil mi? 

Biz bu isimlerin çoğunu da tek tek bilmiyoruz. Her biri yakın çevresine bir kor olarak düştü ve ateş düştüğü yerleri yaktı. Karadeniz’de bu yüzden hayatını kaybeden, hiç tanımadığımız sayısız insan var. İçlerinden en çok Kazım Koyuncu’yu tanıyoruz.

O yıllarda “Kardeşim, sayın bakan; panik yok çayları içebilirsiniz demese, binlerce çay üreticisi aile evine ekmek götüremeyecekti haberin var mı?” diyenler de çok oldu.  

Yıllardır yaşanan her felakette “panik yok” ve “ekonomik kalkınma, istihdam” diyen bir yetkiliyi de ona “ekmek parası” diye arka çıkan insanlar da daima eksik olmuyor. Görünen o ki burada bir tercih yapılıyor. Çay üretimi ve ticaretinden ekmek yiyen insanlar aç kalmasınlar diye her tür felaket de adeta meşrulaşıyor, hayatın olağan akışı olarak dayatılıyor. 

Bunu bu hale getirenler kendince haklı bir gerekçe güdüyor. Binlerce aileyi evine ekmek götürememekten, yani açlıktan kurtarıyor. En büyük desteği de böyle düşünenlerden topluyor ve böyle düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

Ama açlıktan ölmesinler diye savunulan insanların yeri kanserden ölen insanlarla takas ediliyor. Ve burada bu vicdanı, bu kararı etkileyen tek unsur “ekonomi”, yani “para” ve çok klasik bir deyimle “ekmek parası” oluyor.

Dünyada açlıktan ölümler yok mu? Olmaz olur mu? Farklı istatistikler olsa da en bilinen veriler dünyada her gün 25 bin insanın nitelikli besin kaynaklarına ulaşamadığı için hayatını kaybettiğini doğruluyor. 

Fakat bizim “ekmek parası” dediğimiz ve giderek tarihin en kirli kavramına dönüşen şey, hakiki “açlık” kavramından çok farklı.

İnsanlar borçtan, hacizden, ödeyememekten ve parasızlıktan; ölümden bile fazla korkuyorlarsa, dünyada önlenmesi gereken en büyük vebanın mevcut ekonomik sistem olduğu ve bu hastalıktan kurtulmanın da önceliklerden biri olduğu tescilleniyor.

Bugün Karadeniz insanını bir tehlike daha bekliyor. İliç’de çöken maden ve siyanürün toprağa karışıp karışmadığı kakofonisi sürerken aynı şirket Artvin’de yeni bir maden için geçtiğimiz günlerde düğmeye bastı. Benzer senaryolar usul usul ya da aleni bir biçimde yükleniyor. 

Yazımın finalinde önümüzdeki dönemde Artvinde de yaşanacak olası bir felaketi Çernobil, çay içen bakan ve hayatını kaybedenlerin yerine tek tek yerleştirmeyeceğim. Bu kıyaslama ve yerleştirmeyi tek tek bütün yerlerine sizler yerleştirebilecek iradeye sahipsiniz diye düşünmek istiyorum.

İnsan yaşamak için biraz da soru sormalı: Ülkemizde insanlar açlıktan mı ölüyor yoksa ekmek parasından mı? Ya da soruyu başka türlü soralım, sağlıkla yiyemediğimiz ekmeğin parası kime kalıyor?

İnsanca bir ömür sürüp hayatın olağan akışı içinde ecelimizle ölebiliyor muyuz, yoksa artık ekmek gibi o da mı lüks? Ya da hayatın olağan akışına, yani tabiata yapılan her müdahale artık ecelimizi de mi belirliyor? 

Kazandığımız ekmeği yiyecek ömürlerimiz olması dileklerimle.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları