İyi ki aşk var...

21 Kasım 2014 Cuma

Sevmenin gücü sonsuzdur Brel’de. O, sevdiğine “yağmur yağmayan ülkelerden topladığı, inci damlaları sunacaktır”, “ölümden sonra bile toprağı kazıp sevgilisinin vücudunu ışıkla ve altını kaplayacaktır”, yeter ki onu terk etmesin...

Avrupa Birliği Edebiyat Ödül Töreni için bir günlüğüne gitmiştim Brüksel’e. Ödülleri ve törenini dünkü yazımda sizlerle paylaştım… O akşamın gündüzünü ise Brüksel sokaklarında “aşk yaşayarak” geçirdim! Jacques Brel aşkım depreşti. Soluğu, büyük ozanın şimdi kızı tarafından yönetilen Brel Vakfı’nda aldım.
Arşiv, araştırma, sergileme ve üretim görevlerini sürdüren bu merkez müthiş bir sanayiye dönüşmüş. Vakıf yöneticisi Francis de Laveleye bir elime kent haritasını, bir elime kulaklık ve kaseti verip beni sokağa saldı… (Gazeteci olmanıza gerek yok, Brel’i sevmeniz, ilgi duymanız yetiyor bu geziyi yapmaya…) O andan sonra tek başınızasınız. Kulaklıktan gelen komutlara uyarak, Brel’in şarkılarını, anılarını dinleyerek kenti keşfediyorsunuz.
Peşime takılın gidiyoruz. Yaşadığı mahalleler, geçtiği sokaklar, gittiği okul, bar, kafe, tiyatrolar, sinemalar, şarkı söylediği kulüpler... Toplam 37 durak, 22 şarkı. (Bundan sonrasında eski yazılarımdan yararlandım.)
Jacques Brel ozandı, besteci ve yorumcuydu. Sözlerini kendi yazdığı, kendi bestelediği şarkıları, sahnede olağanüstü bir biçimde yorumlarken, yüreğinden kopan her sözcüğün, her notanın bedelini fazlasıyla öderdi. Her gözyaşının, her kahkahanın, alnında biriken her ter damlasının da...
Brüksel’de doğmuştu. O engebesiz dümdüz ülkeyi, Flamanları, limanları, o alçak gökyüzünü çok sevdi... Sevdiklerini eleştirmekten geri kalmadı: Flamanları ya da Parislileri...
Şarkıcı olmaya hiç niyeti yoktu. Bestelerini, şarkılarını kimse söylemeyince para kazanabilmek için kendi söylemeye başladı ve soluğu Paris’te aldı. “Şarkı söylemesem olurdu. Ama yazmasam ölürdüm” diye fısıldıyor kulağıma. (Ve ben yazmasa deli olacak olan Sait Faik’i düşünmeden edemiyorum elbet!)
Sevmediklerine karşı eleştirisi acımasızdı: Savaş bezirgânlarına “yaşlandıkça daha çirkinleşen burjuvalara”; “asla” ve “sonsuza dek” sözcüklerini ağızlarından düşürmeyen yalancı âşıklara; “Kahraman” olabilmek için savaşı gözleyenlere, “uygarlık” adına gaz odalarını, idam sehpalarını, elektrikli sandalyeyi, atom bombasını keşfeden arsızlara, hep öfkesini kustu.
Kolayı seçenlere, yani “bağışlamak için gözlerini kapayan din adamlarına”; savaş bittikten geçmiş ve gelecekteki ölümleri görmezlikten gelip ahkâm kesenlere; ellerindeki nimeti bilmeyip, “aşklarını habire hırpalayanlara”; özetle “sanki ... gibi” yapanlara “kendinize gelin” diye haykırıyordu.
Yeryüzünü tümden değiştirmek isteyenlere ve yeryüzünde hiç ama hiçbir şeyin değişmemesini isteyenlere, “hiçbir düş, savaşı, bombaları, cinayetleri haklı kılmaz” diyordu.
“Serüvene koşmak için trenler bekliyorsan, güneşi •yakalayıp gözlerine yerleştirmek için, beyaz yelkenlilerin seni gelip almasını bekliyorsan… Yarına inanmak için günbatımını görmen, gerekiyorsa... Umudu, yaşatmak için yarınları bilmen gerekiyorsa... Derin görünmek için can sıkıntısına, iyi kalpli görünmek için zayıflığa ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa... Demek ki hiç bir şey anlamadın” diyordu.
Neyse ki; tüm kötülüklere, çirkinliklere, yozluklara, öfke ve kine karşı aşk vardı. “Birbirimize sunabileceğimiz, paylaşabileceğimiz, yalnız aşksa... Sabahları giydirmek, yürekleri zenginleştirmek, her yol ayırımında yolumuzu bulabilmek için yalnız aşk varsa... Silahlara karşı durmak için tek sığınağımız, tek güvencemiz, yalnız aşksa” korkmamalıyız.
Sevmenin gücü sonsuzdur Brel’de. O, sevdiğine “yağmur yağmayan ülkelerden topladığı, inci damlaları sunacaktır”, “ölümden sonra bile toprağı kazıp sevgilisinin vücudunu ışıkla ve altını kaplayacaktır”, yeter ki onu terk etmesin... Sevdiğine, yepyeni sözcükler icat edecektir... Ona rastlamadığı için üzüntüsünden ölen kralın öyküsünü ya da artık sönmüş bir volkanın yeniden nasıl ateş püskürdüğünü anlatacaktır... Ama o isterse, hiç konuşmayacak, artık hiç ağlamayacak, yalnızca, gizlenip; onu seyredecektir. Yeter ki, sevdiği onu terk etmesin... Sevgilisinin gölgesi, elinin gölgesi, hatta köpeğinin gölgesi olmaya razıdır, yeter ki onu terketmesin.
1978’de ölen, şu son 45 yıldır şarkı söylemeyen Jacques Brel hâlâ ülkesinin en popüler ozanı. “Belçikalıları Seviyorum” sergisini bu yıl 400 bin kişi ziyaret etmiş. Brüksel’i Brel ile dolaşma programının başlığı ise “Brüksel aksanını seviyorum”.
Keşke biz de kentlerimizi sanatçılarla gezebilsek... Ama imkânsız. Yaşadıkları yer çoktan yıkılıp yerine rant getirici bir bina yapılmıştır...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları