"Kumarhanede doktor şartı vardı, Haydar Dümen geldi"
Bir döneme damgasını vuran, İstanbul gece hayatının sembol isimlerinden biriydi Maksim Gazinosu... Orada yaşananlar aslında bir Türkiye fotoğrafıydı... Maksim’in sahibi gazinocular kralı Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan kaleme aldığı ‘Bir Masalda İki Kral Olmaz’ kitabında merkeze Maksim’i koyarak kültürel yozlaşmanın nasıl başladığını ortaya koyuyor. Sacit Aslan ile buluştuk.
- Bir Masalda İki Kral Olmaz… Babanızla aranızdaki sorun iktidar savaşı mıydı? Baba hiç sahneden çekilmek istemedi mi?
Zor soru. Babamla arkadaştık ve bu arkadaşlığımız bir süre sonra ortaklığa dönüştü. Ve aramızda iktidar savaşı başladı. Bunu inkar etmek yanlış olur. Zaman benim lehime onun aleyhine çalıştı. Burada başka bir gerçek daha var: Babamın bana teslim ettiği ve yönet dediği yerin esas sahibi ve büyüteni kendisiydi. Ama insan egoizmi devreye girdiği zaman bu gerçek unutuluyor. Hırslarınızla birlikte baba-oğul ilişkiniz birdenbire mesleki bir rekabete dönüşüyor. Dünyada paylaşılması en zor şey iktidardır. Karşı karşıya geldiğimiz bir çok nokta var ancak bu durumlar iktidar mücadelesinden çok babamın çevresi ve ilişkilerinden kaynaklanan sorunlardı. Emeğimi ve kurduğumuz düzeni tehlikeye sokuyordu. Kısaca sağduyulu ve işlerin kötüye gittiğini söyleyen adam olarak ben sürünün kara koyunu oldum. Hikayenin özü bu.
- Kitabınız Fahrettin Aslan’ın siz çocukken sahibi olduğu Rüyam Motel ile başlıyor. Zor bir hikaye. Mösyö Ligor babanızın yükselişinin ilk adımı sanırım…
Mösyö Ligor bence babamın hayatındaki kırılma noktalarından bir tanesi. Çok muhterem bir adamdı. Alt katımızda oturuyorlardı. Tatlı bir anım var hatta: Çok küçük yaşlarda Mösyö Ligor’un eşi Madam Mari beni evine çağırdı. Sofrada yeşil zeytin var ve ilk defa görüyorum hayatımda. Aklımda kaldı. Anneme anlattım, alacağını söyledi. Ancak dayanamadım. Madam Mari’ye tekrar gittim ve “bana biraz Ermeni zeytini verir misin?” dedim (gülüyor). Ligor amca babama inanıyordu ve büyük mali avantajlar sağladı. Babam, çalışkan, hırslı, cabbar ve doyumsuzdu. Bu yönlerini gördü ve karşılığını alacak şekilde destek sağladı.
- Belvü zamanları… Babanız Zeki Müren’i sahne almaya nasıl ikna oldu?
Belvü zamanlarında, annemle gazinonun çok yakınlarında yaşıyorduk. Hatta ben de sürekli bahçesinde oynardım ve herkesi izlerdim. O dönemlerde Sevim Çağlayan, Saime Sinan sahneye çıkıyordu. Haftada üç günde Zeki Müren geliyordu. Herkes diyor ki “Maksim, Zeki Müren’i Zeki Müren yaptı” bu nasıl bir yanılgı. Zeki Müren o yıllarda çalıştığı her yeri ayağa kaldırıyordu. Babam ona nasıl ulaştı onun detayını bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. Bir tek hayal meyal hatırladığım, Belvü’de o dönem Adnan Pekak çıkardı. İyi bir sahnesi ve sesi olduğu söylenir. Zeki Bey “Adnan Pekak çıkıyorsa beni affedin” demiş. Adnan Pekak’ı çalıştırmayın dememiş ama bu söylem de o manaya geliyor. Belvü’den Büyük Maksim’e geçildiğinde de Zeki Bey babamla çalışmaya devam etti. 15 sene aralıksız çalıştılar.
- Sizin gözünüzden baba Fahrettin Aslan, patron Fahrettin Aslan nasıl biriydi? Şehir efsanelerine konu olduğu kadar sert biri miydi?
Ben babamla arkadaş olarak çok gezdim, her türlü konuyu da konuştum. Baba olarak kastedilen durumun tam olarak anlamını bilmiyoruz aslında. Zengin biri imkanlarından faydalandırıyor diye iyi bir baba mıdır? Bu iyi baba olduğunu göstermez. Fakirin imkanı olmadığı için kötü baba da değildir. Hatta maddi imkansızlıkları olana babalar daha şevkatli olabilir.
- Peki Fahrettin Aslan şefkatli değil miydi?
Bu da tartışmaya açık bir konu. Kime şefkatli? Bu tip adamların şefkat anlayışına örnek vereyim: Ortaya bir vazo koyarlar, buradan bakarlar kristal görürler, diğer yandan bakarlar cam görürler. Sağından bakarlar teneke olur. İşlerine nasıl geliyorsa. -gibi- gözükürler, öyleymiş gibi davranırlar. Gerçekleri farklıdır.
- Kızgınlığınız size adil davranmamasından mı?
Kime adil davrandı ki? Hadi ben oğluyum bana adil davranmadı, peki sorarım kime adil bu arkadaş? Madem bu kadar adildiler işten çıkardıkları 70 kişinin kıdem ve tazminat haklarını neden ödemediler? Adil patrona dava açılır mı? Mahkeme neden benim şahitliğim sonucunda personelin tazminatlarının ödenmesine karar verdi. Hepsini sorgulamak, hak yememek lazım. Bunlar çok önemli.
Fotoğraf: Vedat Arık
Yaşadıklarınızın hiçbirini kardeşiniz yaşamadı değil mi? O nedenle mi hayatlarınız farklı? Dinmeyen bir öfkeniz var sanki onlara karşı. Kendiniz için bile olsa affetmeyi düşünmediniz mi?
Hayır! Asla! Adaletten söz ediyoruz değil mi? İsmini bile telaffuz etmekten imtina ettiğim bu arkadaş adaletten bahsediyor. Hangi adalet? Oryantal adalet mi? Bu 1983 doğumlu bir adam. Ben bu felaketleri yaşarken o annesinin kucağında geziyordu. Kızdığım nokta şu; bugün Maksim açık olsaydı dahi bu yoldan yürümezdim. Bu adam bu işin dilinden anlayan biri değil. Mevcut uğraştığı siyasetin de dilini bilen biri değil. Sadece, emek sarf etmeden, bir ömür verilmiş işten kazanılan paranın sahibi. Bu paranın içinde 25 cent kazandığını ispat etsin gidip ona secde ederim. Babam bana ölüm döşeğinde “Sana 5 milyon dolar verirsem haklarından feragat eder misin?” diye sordu. “Ederim” dedim çünkü ölüm döşeğindeydi. Vicdan azabı çekmemek için söyledim, aptal bir adam değilim. Bu adam gibi 30 tane adamla lego diye oynuyorum. Vız gelir tırıs gider. Bu saatten sonra herkes kendi yoluna gitsin, benim için paranın anlamı yok. Plağı başa saracak olursak ben 25 yaşlarında olsaydım bu arkadaş bunları yapsaydı ne olurdu? Düşünmek bile istemiyorum. Sadece yazık olurdu. Annesi çok üzülürdü. Sizi şerefimle temin ederim ki bu söylediklerimi mahkemelerde hakimlere de söyledim. Hayatımı riske etmek için yaşlıyım artık.
BEN MAFYA TANIMADIM, SEMT KABADAYILARI TANIDIM
- Kitabınızda karanlık dünyanın ilişkilerini, mafyayı, net bir şekilde anlatıyorsunuz. Dünden bugüne bir değişim var mı?
Ben mafya tanımadım. Semt kabadayıları tanıdım. Kendi jenerasyonumdan ve ağabey dediğim kabadayılar tanıdım. Gayri meşru işleri vardı. Hepsi belli bir fasit dairenin içindeydi, uluslararası ayakları yoktu. Tehlikeli adamlardı ama sadakat ve sabırla tarafları dinlerlerdi. Kendilerine göre adalet sistemleri vardı. Filmlerdeki gibi sokakta birden parlayan, sürekli birilerini döven kimseyi tanımadım.
BİR GECE 14 MİLLETVEKİLİ TASARI VERDİ VE...
- Gazinoların geriledigˆi dönemde Fahrettin Aslan yeterli yasal şartları olmadığı halde kumarhane lisansını nasıl aldı?
O dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, haftanın belli günlerinde gece yarısı gizlice bizim ofise gelirdi. Babama “neden gece yarısı geliyor” diye sorduğumda “kimse duymasın” diye derdi. Hiçbir zaman da kendisine kanım ısınmadı. Kardeşi de o dönem Turizm Bakanı. Babamla çok iyi arkadaştılar. Birgün Halep’teyken babam aradı ve “kumarhane açmak” istediğini söyledi. “Yönetmelik var, hiçbir şarta uymuyoruz” dedim. “Ben lisansı alacağım” dedi. Veee bir gece 14 milletvekili meclise bir tasarı verdi. Tasarı kabul edildi. Sabah resmi gazetede yayınlandı. Hiç unutmuyorum aynı gün saat 15.00 gibi Turizm Bakanlığı’ndan kumarhane lisansımız geldi. O gün mesai bitmeden de kanun yürürlükten kaldırıldı. O dönem çok enteresan işler yapıldı. Mesela şartlardan biri kumarhanede doktor olmasıydı. Kim geldi biliyor musunuz? Haydar Dümen (gülüyor) Hayretle izliyordum. Fransız komedisi gibi günlerdi…
- Peki aklıma takıldı. O dönemi, babanızı, haksızlıkları eleştirirken siz de kahramanlardan biriydiniz? Neden bırakıp başka bir yola gitmediniz?
Ne yapacaksın peki? Nasıl ayrılacaksın? Nereye gideceksin? Bir yere kadar hayır diyebiliyorsun. Benim yerimde olan nereye gider? Hadi anlat bana. Nereye bırakırlar seni? Fahrettin Aslan’ın oğlu olmasam çoktan öldürülmüştüm. Bir dönem Halep’e gittim tam 3.5 sene. Daha nereye gideyim? Hiç konuşmadık. Uzak durdum. Çok huzurluydum. Aradılar, ikna ettiler, inanarak geri geldim. Bu insanları tanıdığım günden beri üzüntü çekiyorum. Fahrettin Aslan’ın oğlu olarak dünyaya gelmişim, bu şartların kucağına düşmüşüm. Bazı avantajlar, alışkanlıklar var. Bunları yavaş yavaş zerk etmişler, müptelası olmuşum. Birdenbire bunlardan kopmak her babayiğidin harcı değil. Kopsan bile büyük sorunlar yaşarsın. Ben ve eşim olabilecek sorunları da göze alarak maddi manevi bir çok şeyden fedakarlık ettik. Dün neyse bugün de aynı şey geçerli. Hamam aynı hamam, sadece taslar değişik Ebrucuğum.
- Babanız Fahrettin Aslan, “Gazinocular Kralı”, Erol Simavi medya imparatoru ve Türker İnanoğlu da Yes¸ilçam’ın en tepesindeki isim. Bu üç ismin dostluğu Türkiye’deki egˆlence dünyasını nasıl şekillendiriyordu? Birbirinin içine geçen bu ilişkileri anlatır mısınız?
Bugün her şey ortada! Nasıl şekillendirdiğini hep birlikte görüyoruz. Bermuda Şeytan Üçgenine giren uçak ve gemilerin akibeti aynen bu dünyada da yaşanıyor. Bu insanların dediğini yaparsan sorun yok. Yapmazsan seni kim nasıl kurtarır bilemem. Şansın varsa kurtulursun ya da kendine bu insanların ulaşamayacağı sahada bir alan yaratırsın. Bugünkü jenerasyon o güne göre çok daha şanslı.
- Kardeşinizle Emel Sayın’ın evliliği ve haklarındaki çıkan rapor. Tüm ailenizin ve Emel Sayın’ın hiç peşini bırakmayan yıllardır merak konusu olan rapor. İşin gerçeği nedir?
Ben işin gerçeğini Soner Yalçın’ın “Bay Pipo” adlı kitabında okudum. Bu kitabın çıkmasına bir hafta kala babamla konuştum. İddialardan haberdar ettim. “Çıksın bakarız, belki de rahatsız edici değildir”dedi. Kitabı sindire sindire okudum. “Yalana bir çare bulun, düzeltme verin ya da kendinize bir çare bulun. Sizinle aynı soyadını taşıyan insanları zan altında bırakmaya hakkınız yok” dedim. Hiç kimseden ses çıkmadı. Duvar gibiydiler. Yalnız dikkatimi çeken bir şey oldu. Kitabın arka kapağında şöyle yazıyordu: “Bu kitap milli istihbarat belgelerine dayandırılarak yazılmıştır.” Yıllar sonra raporu yazan Mehmet Eymür, ilgili kadını Emel Sayın’a benzettiklerini ve özür dilediğini açıkladı. Peki raporda geçen diğer isimler ne olacak? Herkes zan altında. Neden diğerlerinden özür dilenmedi?
- Maksim Gazinosu üzerinden Türkiye’nin yaşadıgˆı degˆis¸imleri anlatıyorsunuz. Medya dünyasındaki kis¸ilerin nasıl ilis¸kiler içinde oldugˆunu, bu ilis¸kilerin, siyasete ve dolayısıyla da ülkenin kaderine olan etkilerini kaleme almışsınız. Şimdi buradan baktığınızda pişman olduğunuz, içinizde kalan keşke yapmasaydım dediğiniz bir durum var mı?
Elbette var. Gökten zembille inmedim ki. Kim bilir ne büyük hatalarım vardır. Mühim olan bu hataları tekrarlamamak, yaşam biçimi haline getirmemek. Şu an 68 yaşındayım böyle konuşuyorum ama 25 yaşında başka biriydim. Türkiye’nin fotoğraflarına baktığı kadınlar benim sevgilimdi. Hepsine saygım büyük. O dönemde kavga ettiğim, tokat attığım kadınlar da oldu. Pişman mısın diyorsan bin defa pişmanım. Tabii ki asla yapılmaz. Yapılmamalı. İşte bu durumlar kendimi affetmediğim noktalar. Bugün 68 yaşında, yaşadıklarımın sonucunda çok farklı biriyim. Hatalarımdan ders aldım.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza