Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bütçe görüşmelerinde Türkiye’deki 240 gölün 186’sının kuruduğu bilgisinin paylaşılmasıyla yeniden gündeme gelen kuraklıkla en çok etkilenen Ege Bölgesi’nde kriz derinleşiyor. Hemen hemen her ay “göl kurudu” haberleriyle karşılaştığımız bölgedeki su havzaların “kritik eşiğin” ötesine geçtiğini aktaran Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Müh. Bölümü Hidrolik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Polat Çetinkaya, kuraklığın artık sadece meteorolojik bir olay olmaktan çıkıp, sosyo ekonomik bir krize dönüştüğüne dikkat çekti. Özellikle Gediz Havzası’na dikkat çeken Çetinkaya, “Gediz Havzası, meteorolojik, hidrolojik ve tarımsal kuraklık riskinin giderek arttığı; mevcut hidrolojik kuraklığın tarımsal kuraklığa dönüştüğünü gözlemlediğimiz bir havza. Çiftçileri yeraltı su kaynaklarını da yoğun bir şekilde kullanmaya başlaması içme suyu arzını da tehdit eder hale geldi. Küçük Menderes Havzası da benzer şekilde. Hidrolojik sinyal açısından Büyük Menderes; talebe bağlı su stresi açısından da Kuzey Ege/Bakırçay havzaları ya kritik eşikteler ya da bu eşikleri aşmış durumdalar” dedi.
RESTORASYON ÇAĞRISI
Türkiye’nin önemli sulak alanları olan Marmara Gölü ile göller yöresindeki Eğirdir ve Beyşehir göllerinin “kendi kendini yenileme” kapasitesini yitirdiğini söyleyen Çetinkaya, “Yenilenebilirlik, dayanım ve iyileşme olarak kaynak kullanımında sürdürülebilirlik unsurları tanımına yenisini eklememiz lazım: ‘Restorasyon’. Marmara Gölü özelinde yaptığımız çalışmalarda doğru su tahsisi politikaları ile yeniden canlanabileceğini destekleyen bilimsel bulgulara sahibiz. Fakat yaptığımız tüm simülasyonlarda gölün eskisi gibi Gördes çayından su almadıkça, yağışlar ile oluşacak yanal akımlar gölün ayağa kalkmasına yeterli değil. Bir diğer örnek; Eğirdir Gölü’nde de resmi ya da kaçak su çekimleri düzenlenir ise gölün tekrar kendini iyileştirmesi olasılığı yarı yarıya görülüyor” ifadelerini kullandı.
“PLANLAR ARŞİVLERDE TOZLANIYOR”
İç ve dış göç, nüfus artışı ve ekonomik büyüme baskısı, kısıtlı su kaynakları üzerindeki rekabeti artırdığına dikkat çeken Çetinkaya, “Kısıtlı miktarda bulunan bu kaynağın içme suyu, tarım, sanayi, enerji gibi farklı sektörel kullanımlara nasıl tahsis edilmesi gerektiği ya da nasıl pay edileceği sorusu önümüzde duruyor. Bu nedenle bu çatışan su ihtiyaçlarını azalan kaynaklar neticesinde iyi bir şekilde dağıtmak tam bir yönetim problemi. Halihazırda kuraklık eylem planları, havza yönetim planları vb. iyi niyetli çabalar olsa da bu çalışmaların sadece bakanlıkların ve karar vericilerin raflarında durduğunu ya da arşivlerinde tozlandığını söyleyebiliriz. Şöyle bir genel çıkarım yapabiliriz aslında: eğer bir yerde bir sorun varsa ve giderek kötüleşiyor ise orada ya yönetim yoktur ya da yanlış/kötü yönetim vardır. Bu nedenle önlem alabileceğimiz ve uyum sağlayabileceğimiz su kaynaklı sorunlarda doğal olayları bir bahane olarak ortaya sürmek ve gerçekten hazırlıksız yakalanırsak dahi devam eden süreçlerde önlem almamak kanımca bu yönetimin payını bir hayli arttırıyor” diye konuştu.