Lozan’dan Cumhuriyet Yürüyüşüne -1

Lozan’dan Cumhuriyet Yürüyüşüne -1

14.07.2025 11:25:00
Güncellenme:
Lozan’dan Cumhuriyet Yürüyüşüne -1

KONUK YAZAR | Atatürk Araştırmacısı Ahmet Gürel, Cumhuriyet Ege için yazdı...

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması, Genç Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir başarı ve O’nun tapusu olmuştur. Bu Antlaşmayla, Osmanlı’nın külleri üzerinde kurulan genç Türk Devleti, onurlu bir antlaşmaya imza koyarak bağımsızlığını ve özgürlüğünü uluslararası topluma kabul ettirebilen dünyada tek ülkedir. Emperyalist Ülkelere karşı verilen ‘Kurtuluş ve Kuruluş’ savaşının önemli bir aşaması olan, Lozan’da yaşananlara bir göz atalım.      

Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Lozan’a giderken Osmanlı döneminin önemli bakanlarından birinden Lozan için akıl danışır: 

“Ben acemi bir diplomatım, sizin engin deneyimleriniz var, bana ne söyleyebilirsiniz?” Babıâli’den yetişme yaşlı bilge kişi İsmet Paşa’ya şunları söylemiştir: 

“Bana akıl sorma. Ne düşünüyorsan onu yap. Bizim boynumuz Batı karşısında hep eğikti. Karşımızdakinin güçlü, bizim güçsüz olduğumuz bilinci benliğimize işlemişti. Hep alttan alırdık. Siz ise zaferin insanlarısınız.” Bu tespit Lozan için çök önemli idi. Baş Delege İsmet Paşa, işte bu noktadan yola çıkmıştı.  

Image

Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16.00'da, Lozan’ın Mont Benon Gazinosu'nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonu’nun Başkanı Habab'ın konuşması ile oturum açıldı. Bir yanda Türkiye; karşı yanda Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devleti vardı. Mağrur İngiliz Lordu Curzon'dan sonra söz alan İsmet Paşa, daha ilk konuşmasına: 

"Bütün uygar uluslar gibi, özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz!" diyerek başlamıştır.

Lozan Antlaşması Baş Delegesi İsmet Paşa’nın bu antlaşmadan insanlık ve barış adına beklentilerini şöyle tanımlıyordu: 

“Son yılların olayları insanlığın vicdanında genel barış ve huzurun, devletlerce, birbirlerinin haklarına, özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına karşılıklı olarak saygı gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği kanısındayım. Bu gerçek bir inanç ilkesi halinde yerleştirilmiş bulunduğundan, bu olayların anısı, gelecek için bir barış ve huzur güvencesi olur umudundayım.”  

Mahmut Soydan’ın 26 Aralık 1929 tarihlerinde yazdığı ‘1923, Gazi ve İnkılâp’ başlıklı Milliyet gazetesindeki makalesinde Gazi’den aktardığı aşağıdaki dizeler Lozan başlarken kazanılan ve kazanılacaklar açısından çok önemliydi:

“Ölmüş sanılan ulus, mahvolmuş sanılan bu ülke, yeniden bütün yaşama yeteneğini gösterebilecek bir durum alıyor. Bütün kadınlarıyla, erkekleriyle, yaşlılarıyla el ele vererek kendisinin cihanda var olduğunu bir kez daha kanıtlayacak harikalar gösteriyor. İşte o harikaların doğal sonucu olarak Lozan Konferansı’na davet olunuyoruz. Fakat Efendiler, esasen bizden sorulacak hiçbir hesap yoktur. Geçmişe ilişkin hataların gerçek sorumlusu biz değiliz; Türk ulusu değildir. Bu böyle olmakla birlikte dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşüyor. Ulus ve ülkeyi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine sahip kılmak için çalışmak yükümü bizim üzerimizde kalıyor. Lozan’da henüz hiçbir olumlu sonuç yoktur. Fakat bu olumlu sonuç mutlaka olacaktır. Ulus, varlığı için, egemenliği için mutlaka elde etmeye zorunlu olduğu esasları Misak-ı Millî olarak belirgin biçimde tüm dünyaya ilan etti. Misak-ı Millî’nin anlamını bütün cihan onaylamaya zorunludur ki, Türkiye gücüyle, süngüsüyle ve bütün zorunluluğuyla bunu elde etmiştir. Arta kalan şey, maddeten elde edilmiş olan bu şeyin konferansta, salonda, masada, nerede olursa olsun usulen ve resmen onaylanmasından ve ifadesinden başka bir şey değildir. Bu sonuç er geç, mutlaka elde edilecektir! Bütün isteklerimiz haktan ibarettir. Bu hak, en doğal ve en açık haklardandır. Hukukumuz bu denli açık olduktan başka, bu hukuku mutlaka korumak için kudretimiz de vardır, kuvvetimiz de yeterlidir.”

Tartışmaları hep Mondros Antlaşması eksenine çekmeye çalışan Curzon’a İsmet Paşa: 

“Ben buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geldim.” diyordu. Curzon:

“Amatör diplomat. Sen de Lloyd George gibi amatör bir diplomatsın” sözleriyle İsmet Paşa’yı adeta alaya alıyor ve onu:

“En yüksek parayı koparmak için pazarlık yapan fakat verilen fiyata da razı olan bir halı satıcısı” gibi görüyordu.   

Curzon kapitülasyonlardan vazgeçmek istemiyor ve “Türkiye için rahatsız edici oluyorsa, bunun yerine başka bir kelime kullanabiliriz” diyordu. 

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın aşağıdaki söylemlerinden, Türk tarafının “kapitülasyon ve esaret” konusundaki kararlılığı vurgulanıyordu:              

“Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir. Osmanlı ve Hindistan Türk-İslam imparatorlukları bunun kanıtıdır.   

Kapitülasyonların Türk milleti için ne derece nefret edilecek bir şey olduğunu size anlatamam. Bunları başka biçim ve adlar altında gizleyerek, bize kabul ettirmede başarılı olacağını hayal edenler aldanıyorlardır. Çünkü Türkler, kapitülasyonun devamının kendilerini pek az zamanda ölüme sürükleyeceğini anlamışlardır. Türkiye esir olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadeleye ve savaşmaya karar vermiştir.”

Bir oturumda İsmet Paşa’nın haklı karşı çıkışlarından çılgına dönen Lord Curzon’u, Amerikan delegesi Charles H. Sherill şöyle anlatıyor:

“Curzon’un odasına gitmiştik ki, Curzon kızgın bir boğa gibi odasına girdi ve odada yürümeye başladı ve bağırarak:     

‘Dört korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her sözümüze şu adi sözcükle yanıt verdi; Bağımsızlık ve egemenlik.’ Curzon’a İsmet Paşa’nın hangi konuda anlaşmazlık çıkardığını sordum:

‘Ekonomik ve hukuki sorunlarda’ dedi.” 

Lord Curzon görüşmelerde:

“Siz medeni devletlerin hukuk sistemine sahip değilsiniz, o halde Adli Kapitülasyonlar kalmalı. Sizle bir iktisadi anlaşma yaptığımız zaman, sizin bir iktisat kanununuz yok, mecelle (fıkhın muameleye ait bir bölümü) ile bu iş yürümez” diyordu. 

Lozan’a “Tam bağımsızlık ve milli egemenlik” istemiyle gelen İsmet Paşa’ya, Lord Curzon alaycı ifade ile: 

“İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandırana kadar hep aynı havayı çalıyorsun; Milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik. Bu sözü duymaktan gına geldi” dedi.

Lozan görüşmelerinde Lord Curzon ile aralarında geçen bir konuşmayı İnönü şöyle aktarmaktadır. 

“Lord Curzon: ‘Aylardır müzakere ediyoruz. İstediklerimizin hiçbirini alamıyoruz. Biliniz ki, geri çevrilen isteklerimizin hepsini cebimize atıyoruz. Yorgun ve yoksul bir ulussunuz. Ülkeniz yıkık. Yarın, bunları onarmak ve kalkınmak için bizden yardım isteyeceksiniz.’ ABD temsilcisini işaret ederek:        

‘Para bende, bir de O’nda var. O zaman cebimizdekileri çıkarıp birer birer önünüze koyacağız.’ İsmet İnönü’nün yanıtı ise çok netti:       

‘Biz haklıyız. Lozan’da hakkımızı mutlaka alacağız. 

Bugün biz bunları alalım. Şayet yarın kapınıza gelirsek, siz de dilediğinizi yaparsınız.’”        

Lozan Antlaşması’nın çıkmaza girme aşamasına geldiğinde Lord Curzon’un: 

“Türkiye’nin imza edeceği en iyi antlaşma budur. Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün! Asya’nın görünmez derinliklerinde kaybolur!” Sözlerine karşılık, İsmet Paşa kararlı bir şekilde mağrur ve küstah Curzon’a, “Memleketi esarete mahkûm eden bir belgeye imza koyamam” karşılığını verir.   

“Ben bugüne kadar arkasında ne olduğunu bilmediğim kapıyı açmadım” diyen İsmet Paşa, durumu soran gazetecilere şunları söylüyordu: 

“Hangi imtiyazlar, hangi mukaveleler? Hangi koşullar altında verilmiş? Bilmiyorum ki imza edeyim. Bunları bana gösteriniz, tetkik edeyim. Hayır, şimdiden, görmeden, bilmeden, anlamadan imza ediniz, dediler. Reddettim.” Türkiye barış görüşmelerine devam etmedi ve konferans 4 Şubat 1923’te kesildi.

Mahmut Soydan’ın 5–6 Aralık 1929 tarihlerinde yazdığı ‘1923, Gazi ve İnkılâp’ başlıklı Milliyet gazetesindeki makalesiyle günümüze de ışık tutmaktadır:

“Lozan Konferansı, basit bir sorunu çözümle uğraşmıyor. Yeni Türkiye Devleti’nin üç buçuk yıllık sorunlarını çözümle yetinmiyor. Lozan Konferansı, başlangıcı çok eski olan bir mücadelenin derin aşamalarını tahlil ederek onu olumlu bir sonuca bağlamaya çalışıyor. Kuşku yok ki, karışık bir dengeyi belirgin bir sonuca ulaştırmak kolay değildir. Özellikle karışık hesapların sorumlusu da biz değiliz. Düşmanlarımız, yalnız bize ait hesapları sormak gibi adil, insancıl bir anlayışa sahip olsalardı, sorun iki günde biterdi. Fakat öyle işe başladılar ki, yüzyılların birikmiş sorunlarını bizden soruyorlar. Bağlaşık Devletleri olumlu bir sonuca varmak istiyorlarsa, mutlaka eski anlayışlarını terk etmek zorundadırlar. Benim gördüğüme göre varılan zemin, sonuçta barışla sonuçlanacaktır. Bütün ulusça arzuya değer ki barış olsun. Cihanda barışın kurulması hem cihanın çıkarı, hem bizim çıkarımız gereğidir. Herhalde biz, hem kendi çıkarımıza aykırı olan, hem de dünyanın çıkarına uymayan savaşın sürmesine asla yandaş değiliz. Böyle olmadığımızı şimdiye dek çok kezler duyurduk, kanıtladık. Eğer uygarlık dünyası, bizim bu işte ne denli içten olduğumuzu anlarsa, barış için hiçbir engel kalmayacaktır. Fakat eğer barış isteyenlerin fikri, savaş yandaşlarına baskın gelmezse, bütün iyi niyet ve içtenliğimize karşın biz de bu sonucu yazgı ve zorunlu sayacağız, yazgıya bağlı olacağız ve hiç kuşku duymuyorum, bugünkünden daha verimli sonuçlar alacağız.” 

Devamı haftaya…

14 Temmuz 2025

Ahmet Gürel 

ADD Genel Başkan Danışmanı