Padişah Vahdettin ile son görüşme

Padişah Vahdettin ile son görüşme

15.05.2025 08:07:00
Güncellenme:
Padişah Vahdettin ile son görüşme

KONUK YAZAR | Atatürk Araştırmacısı Ahmet Gürel, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Falih Rıfkı Atay, o günleri Mustafa Kemal Paşa’nın ağzından Padişah Vahidettin’e vedayı şöyle anlatır:
“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu idi; birbirine paralel hat üzerinde düşman zırhlıları.
Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş. Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek yeterli idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
“Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir.” Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ekledi:
“Tarihe geçmiştir.” O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükünla dinliyordum:
“Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir:
“Paşa devleti kurtarabilirsin.” Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki yabancı hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile iletişim arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Sonra, sanki Yıldız Sarayı’ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir düşünce içinde, ayaklarımızın patırdısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık.”
Mustafa Kemal Paşa, Şişli’deki evi bırakmak üzeredir. Kız kardeşi Makbule Atadan, Samsun’a hareket etmeden evvel Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’la vedalaşmasını şöyle anlatıyor:
“Evin üst katında, sokağa bakan şahnişli odadaki annemin karyolasının karşısına ufak bir sofra kurdurdum. Ona rahatça oturacağı gibi yerde minder hazırlattım. Önüne koyduğumuz ve bugün benim hâlâ sakladığım gümüş tepside patates püreli rosto, ıspanaklı yumurtadan ibaret bir yemek vardı. Annemin elini öptü, benim hatırımı sordu ve mindere bağdaş kurup oturdu. Yemeğe isteksiz olduğu halinden belli idi. Zorla çiğnediği lokmaların arkasını kesti, elinden çatalını bıraktı.
Gözleri alev gibi yanıyor, çok heyecanlı olduğu halinden belli oluyordu. Birdenbire söze başladı:
“Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buraların hali belli değil. Selanik nasıl elden gittiyse buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helal et. Sen de bunları iyi dinle Makbuş, işler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf edersiniz, paranız biterse, halılarınızı, kıymetli eşyanızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Başaramazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum.”
Bandırma vapuru, Galata rıhtımında hazır, bildiğimiz bu. Karargahımızdan olanlar belirli saatte rıhtımda toplanmış olacaklardı. Otomobil kapımın önünde idi. Evdeki vedaları bitirmiştim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum, aldığı bir habere göre benim ya hareketime izin verilmeyeceğini, yahut vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim.


12 Mayıs 2025
Ahmet Gürel

İlgili Haberler