Ayak bastığımız bellek: Toprak

Ayak bastığımız bellek: Toprak

18.05.2025 12:00:00
Güncellenme:
Ayça Ceylan
Takip Et:
Ayak bastığımız bellek: Toprak

Sadece üretimin değil, belleğin de taşıyıcısı olan toprak, iklim krizine karşı direncimizin temelini oluşturuyor. Onu korumak, geçmişle olduğu kadar gelecekle de bağ kurmak demek.

Toprak, sırf üzerinde yaşadığımız bir zemin değil aynı zamanda bir bellek taşıyıcısıdır. Binlerce yıldır insanın doğayla kurduğu ilişkinin sessiz tanığı olan bu canlı varlık besin zincirinin, iklim dengesinin ve kültürel kimliğin temelini oluşturur. Yalnızca 2-3 cm’lik toprağın oluşması bin yılı bulabiliyor. Ne var ki çağdaş yaşamın büyüsüne ve hızın getirdiği ekonomik hacme kapılınca toprağın belleğiyle olan kadim bağ her geçen gün biraz daha önemini yitirdi.

Gezegenimizin yaşaması toprakla olan değerli bağa bağlıdır. Birleşmiş Milletler verilerine göre gıdanın yüzde 95’inden fazlası topraktan gelir. Ayrıca, bitkiler için gerekli olan 18 doğal kimyasal elementin 15’ini sağlar. Günümüzde iklim değişikliği ve insan faaliyetleri sonucunda toprak sağlığı giderek kötüleşiyor. Erozyon doğal dengeyi bozuyor, suyun sızmasını ve tüm yaşam biçimleri için ulaşılabilirliğini azaltıyor ve gıdalardaki vitamin ve besin seviyelerini düşürüyor.

Toprak kültürü, sağlıklı gıdanın çok ötesinde bir anlam taşır. Çünkü sağlıklı toprak, zengin mikroorganizma çeşitliliğiyle beslenen, kimyasal girdilerden uzak bir yaşam alanı demektir. Endüstriyel tarım politikaları toprağı bir “üretim aracı”na indirgediğinde bu canlı yapı bozulmaya başladı. Aşırı ilaçlama, monokültür ve yoğun su kullanımı, toprağın kendini yenileme kapasitesini yok etti. Oysa gerçek üretim, toprakla dostça bir ilişki kurarak mümkün.

SAĞLIKLI TOPRAK MÜMKÜN

Bugün mevsim dışı üretilen domatesler, dünyanın öbür ucundan getirilen avokadolar, karbon ayak izini büyütürken ekolojik belleği de silikleştiriyor. Oysa geleneksel mutfaklar büyük ölçüde mevsimi dinlerdi. Japonya’da “shun” kavramı, bir ürünün yıl içinde en taze, en lezzetli olduğu dönemi tanımlar. İtalya’nın yavaş yemek hareketi, sofrayı yalnızca karın doyurulan bir yer olmaktan çıkarıp doğayla ahenk içinde bir ritüele dönüştürmeyi amaçlıyor. Ülkemizde ise yaz domatesi kaynatılıp kavanozlara girer, kışlık tarhana yapılır, her şey zamanı gelince tüketilirdi. Şükür ki son yıllarda bu geleneklere yavaş da olsa bir geri dönüş var. Ülkemizin bazı bölgelerinde atalık tohum takas şenlikleri, yerel üretici pazarları ve agroekolojik çiftlikler, toprakla kurulan bağı onarmaya çalışıyor.

Minimum toprak işleme, ürün rotasyonu, organik madde ilavesi ve örtü bitkisi gibi sürdürülebilir toprak yönetimi uygulamaları toprak sağlığını iyileştirir, erozyonu azaltır, su sızmasını ve depolanmasını artırır. Bu uygulamalar ayrıca toprak biyoçeşitliliğini korur, verimliliği artırır ve karbon sekestrasyonuna katkıda bulunarak iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynar. Toprakla kurduğumuz bağ ne kadar güçlenirse hem ekolojik hem de toplumsal direncimiz o kadar artar. Çünkü yerel üretim aynı zamanda yerel dayanışmadır. Mevsimsel beslenme, bedenimizin doğal ritmini onurlandırır. Özetle toprak kültürü, yalnızca geçmişe değil geleceğe uzanan bir köprüdür.

Bugün çevresel sürdürülebilirlik dediğimiz şey belki de sadece şunu hatırlamaktır: Mevsim ne söylüyor? Toprak ne istiyor? Ve biz bu iki sesi ne kadar dinliyoruz?

HER ÜRÜNÜN BİR ZAMANI VARDIR

Anadolu’dan Orta Doğu’ya, Japonya’dan Latin Amerika’ya uzanan geniş bir coğrafyada, mevsimsel beslenme ve yerel üretim gibi alışkanlıklar yalnızca gereksinimden değil toprağın döngüsüne duyulan saygıdan doğdu. Her mevsimin bir ruhu, her ürünün bir zamanı vardı. Kışın bedeni daha çok ısıtacak pancar veya yazın su oranı yüksek salatalık, kabak tercih etmek gibi beslenme alışkanlıkları “sürdürülebilirlik” adı altında yeniden konuşuluyor. Bu pratikler, aslında binlerce yıllık bir ekolojik bilgeliğin parçası.