Ayvalık’ın taş evleri koruma altında. Yıkık dökük bir evse satın alan kişinin orijinaline uygun bir şekilde restorasyon yaptırması gerektiryor, yani tarihini koruması. Zaten ilk gittiğinizde ara sokaklarında evlere bakmaktan, renkli pencereleri, evlerin dibinde biten rengarenk çiçekleri izlemekten, onların fotoğraflarını çekmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Ara sokaklarında turunuzu atarken diğer taş evlerden farkını hissedemeyebilirsiniz; Barbara Residency, etkileyici bir giriş kapısından içeri girdiğinizde sizi büyüleyici bir manzarayla karşılıyor. Bir kere tavanı diğer taş evler gibi değil, çok yüksek. Yukarıda sizi bahçeye çıkaran kısım da Barbara’nın kurucusu Şerif Kaynar’ın başka bir evi satın alıp birleştirmesiyle mekâna eklemlenmiş. Evin sürprizi ise cam zeminin altında korunan mekân hafızası. Eski tabakhanenin kalıntılarını görebiliyorsunuz.

Kaynar’ın çok sevdiği Fransız şarkıcı Barbara’dan ismini alan mekân, aslında bir misafir sanatçı evi. Seçilen sanatçı üç ay boyunca bu mekânda yaşıyor ve üretiyor. O esnada Ayvalık’ın tadını çıkarıyor, atölyeye girip çıkan kedilerle keyifli vakit geçirebiliyor...
Ayvalık Uluslararası Film Festivali sırasında (yani Karadağ karışmadan önce) ziyaret ettiğimiz Barbara’da sanatçı Ege Subaşı çalışmalarına devam ediyordu. Karadağ’a taşınıp orada açtığı atölyede üretimlerini sürdüren Subaşı, bu nedenle mekânı bir aylık bir sürede deneyimleyebildi. Ürettiği eserlerden biri Şerif Kaynar’ın kişisel koleksiyonuna, diğeri Ayvalık’ta yeni açılacak bir müzenin koleksiyonuna dahil olacak. Chi Art Galeri’yle sözleşme imzalayan Subaşı’nın, İstanbul’da da sergileri açılıyor..
Gerisini Ege Subaşı’ndan dinleyelim...
‘RENKLER BEYAZ VE MAVİYE DÖNDÜ’
* Bize biraz kendinizi anlatabilir misiniz?
1995 doğumluyum. Ankara Güzel Sanatlar Lisesi’nden mezun oldum. Sonrasında İstanbul’a, Yeditepe Üniversitesi’ne geldim. Orada plastik sanatlar ve resim bölümü okudum. Sanat Yönetimi bölümüyle çift anadal yaptım. Yine aynı üniversitede Sanat Yönetimi’nden yüksek lisansımı yaptım. Sanıyorum üniversitenin son yılıydı, ufak ufak sergilere katılarak başladı profesyonel sanat hayatım. Base’i başlangıç olarak kabul edebilirim. Atölyem İstanbul’daydı. Yaklaşık 11 yıl kadar İstanbul’da yaşadım. Geçen sene Karadağ’a taşındım. Atölyemi komple oraya götürdüm.
* Niye Karadağ oldu?
Benim istediğim hayat sakin bir hayattı. İstanbul’dan çıkıp Londra, Berlin, Paris falan yine böyle metropol sayılabilecek bir şehre gidersem tekrar aynı kargaşayı, aynı koşturmayı, belki daha fazlasını yaşamam gerekecekti. Benim önceliğim daha doğanın içinde olabileceğim, “Şuna yetişeyim, buna yetişeyim” koşturmacasında değil de “Tamam benim bugünüm var ve rahatça çalışabilirim” diyebileceğim bir yaşamdı. Karadağ onun için çok uygun. Hiçbir yere geç kalmak diye bir şey söz konusu değil.

* Barbara Residency’deki zamanınız nasıl geçti?
Çok keyifli benim açımdan. Pek çok farklı disiplinden sanatçıya yer veriyorlar. Sadece İstanbul merkezli sanatçılar da değil, mesela ben Karadağ’dan geldim, benden önce birisi Montreal’den gelmiş. Hem mekân, hem yaş, hem sanat disiplini açısından çeşitliliğe önem veriyorlar. Burası gerçekten mekân olarak da insanı çok keyifli hissettiriyor.
* Böyle farklı mekânlarda, farklı şehirlerde ve ülkelerde üretimleriniz farklılaşıyor mu?
Benim renk paletim genelde biraz daha karanlık. Ama Ayvalık’a geldiğimde beyazlara ve mavilere döndü. Çok net bir şekilde hissiyatıma göre renk paleti de değişiyor. Onun için burası da şekillendirdi bir şekilde. Çok kısa süredir buradayım. Ama niyetim dolu dolu değerlendirebilmek. Tam bir inziva gibi yani.

‘BENİM İÇİN EN KORKUNÇ ŞEY
o portrenin bozulmasıydı’
* Eserlerinizde daha çok neleri konu ediyorsunuz?
Resimlerde daha stilize, uzun pozlama fotoğrafları gibi etkiler çok hoşuma gidiyor. Resimlerimi yaparken temellendirdiğim şeyler daha çok kimlik ve benlik kavramları üzerine. Üniversitenin son senesine kadar daha realistik çalışmalar yapıyordum ama bir şey ifade etmemeye başladı bir noktadan sonra. Daha derinlikli bir şeye ihtiyacım vardı. O dönemde hep şunu düşündüm: Hakikaten yaptığım şey ne anlam ifade ediyor? Sonuç olarak şuna vardım: Ben ne olduğumu bilmiyorum. Bu durum bende soyut olarak şöyle bir etki yarattı: Benlik duygusu hep dönüşen bir form, bir su gibi akış halinde; gelişen, değişen ve farklı şekillere bürünebilen bir yapı. Dolayısıyla net değil. Hep bir muğlaklık var. Ben de bunu nasıl yansıtabilirim yaptığım resimlere diye düşünürken bir gün “Bozayım” dedim. Realistik bir portreydi ve benim için en korkunç şey o portrenin bozulmasıydı. Sınırları zorlamak istedim. Bozdum ve kafamda kurduğum o kavramsal yapıyla gördüğüm şey o an için çok uydu bana.