Final sahneleriyle aklımıza kazınan hikâyeler, sinema tarihine yazılan aşk mektupları, devrimciliğe övgüler-sağcılığa yergiler, affetmenin ne denli kırılgan bir çizgide olduğuna dair düşünceler, bizi bir blues sahnesinin ortasında bırakan baş döndürücü sekanslar, kaybedilen evlatlara ağıtlar, “Tanrı” babalara maruzatlar…
2025 yine, “ne izleyeceğimiz” konusunda filler kendi aralarında tepişirken “çimenlerin” kaybettiği büyük yönetmenlere ve sinemanın önemli isimlerine ağladığı bir yıl oldu. Bu yıl da ödül sezonu öncesi ülkemizde vizyona giren 2024 tarihli “I am Still Here”, “The Brutalist” gibi filmleri listeye eklemedim ancak korku sinemasının -adaylıklarda- yükselişiyle birlikte çok sevdiklerimi bu yıl bu listeye dahil ettim. İşte bu yılın, benim için en iyi filmleri…

Yeni Dalga (Nouvelle Vague): Richard Linklater’ın, yalnızca yeni dalga sineması ve yönetmenleri için değil, modern sinemanın mihenk taşlarından biri haline gelecek Jean Luc Godard imzalı “Serseri Aşıklar” (À Bout de Souffle) filminin çekim sürecini anlattığı eseri, adeta yeni dalgaya bir aşk mektubu…

Savaş Üstüne Savaş (One Battle After Another): Paul Thomas Anderson’ın, Thomas Pynchon’un Vineland romanından esinle çektiği filmi, geçmişin devrimci ideallerinin günümüz dünyasında nasıl yankılandığını sorgulayan, politik hafıza ve günümüz ideallerinin ironik bir yüzleşmesi, soluk soluğa izlenen anlatı.
Görünmez Kaza (It was Just An Accident): Jafar Panahi’nin, affetmek mefhumunu bir kültürel olgu olarak ilmek ilmek işlediği ve politik sinemanın yeni bir başyapıtını armağan ettiği filmi, suçlu ile masum arasındaki ayrımı öylesine derinleştiriyor ki finalde, aklınızda yalnızca bu düşünce kalıyor.

Günahkârlar (Sinners): Ryan Coogler’ın, 1930’larda geçen gotik korkusu “Sinners”, vampir miti, blues kültürü ve tarihsel şiddeti iç içe geçirerek unutulmaz bir hikâye anlatıyor. Özellikle blues’un köklerine giden bar sahnesi, bu yılın en iyilerinden…

Manevi Değer (Sentimental Value): Joachim Trier’in aile bağları, bellek ve kırılgan ilişkiler üzerinden kurguladığı dokunaklı öyküsü, salt bir baba ile kızının finaldeki bakışlarıyla bile yılın en iyileri listesine girebilecek kadar güçlü bir film.

Sirat: İspanya’nın Oscar adayı Sirat, İslam dininden aşina olduğumuz anlamıyla cehennem üzerine kurulduğu varsayılan sırat köprüsünden alıyor ilhamını ve bir babanın kızını arayışı üzerinden bir tür post-apokaliptik dünya kurgulayarak sarsıcı bir öykü anlatıyor.

Tren Düşleri (Train Dreams): Clint Bentley’nin, Denis Johnson’ın kısa bir romanından sinemaya uyarladığı film, 20. yüzyıl başlarında ABD’de demiryollarını genişletmek için çalışırken yaşadığı bir olay sonrası doğaya ve yalnızlığa zincirlenen bir adamın, varoluş üzerine şiirsel öyküsünü resmediyor.
Hamnet: Chloé Zhao’nun, William Shakespeare ve eşi Agnes’in oğulları Hamnet’in ölümünün ardından yaşadıkları yasa ilişkin bu duygu yüklü öyküsü, yılın en yürek burkan finallerinden birini barındırıyor.
Üzgünüm, Bebeğim (Sorry, Baby): Komedyen Eva Victor’un yazıp yönettiği ve başrolünü üstlendiği film, Agnes isimli genç bir kadının yaşadığı sarsıcı olayın ardından iyileşememe, iyileşmeyi bilememe, belki de bazen bunu hiç istememe üzerine duru hikâyesini anlatıyor.
Weapons: Sakin bir kasabada, aynı anda aynı gece kaybolan çocuklar üzerinden başlayan soruşturmayı, yılın en iyi korku/gerilim filmlerinden birine dönüştürmeyi başaran Zach Cregger, karakter yaratımıyla bu yılın öne çıkan filmlerinden birini ortaya koyuyor.
Başka Yolu Yok (No Other Choice): Park Chan-wook’un, yıllarca çalışıp didindiği şirketten aniden kovulan bir adamın, yeni bir iş bulabilmek için rakiplerini öldürmekten başka çaresinin kalmamasını anlatan nefis bir kara mizah örneği.
Frankenstein: Guillermo Del Toro’nun bu yeni büyüleyici gotik uyarlaması, babaları veya yaratıcıları yüzünden acı çeken oğullar üzerine görkemli bir drama, masumiyetin ve iyiliğin zulme ve şiddete karşın tümüyle yok edilemeyeceğine yönelik bir ümit, saf kötülüğün imkansızlığına ilişkin bir umut.
Onu Geri Getir (Bring Her Back): “Talk to Me”nin (2002) yönetmenleri Danny ve Michael Philippou’nun yas, travma ve kayıp kavramlarını iç içe geçirdikleri film, bu yılın kuşkusuz en rahatsız edici anlarını da içerisinde barındırıyor.
Bonus: “Çirkin Üvey Kız kardeş (The Ugly Stepsister)”, “Together”.
Tam içime sinmeyenler ancak izlenmesi gerektiğini düşündüklerim: “Bugonia”, “Baba Anne Kız Kardeş Erkek Kardeş” (Father Mother Sister Brother), “Die My Love”.