Ankara Halkevi, 2 Nisan 1941 Salı akşamı oldukça hareketlidir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, birçok bakan ve milletvekili başlayacak olan temsili sabırsızlıkla beklemektedir. Devlet erkânı geceye büyük bir önem verirken haber yapması için gazeteciler de çağrılmıştır. O isimlerden biri olan Emin Karakuş, yıllar sonra yaşadıklarını şöyle anlatır:
“Derken ışıklar söndü, orkestra ses vermeye başladı. Önümdeki milletvekillerinden biri diğerine, ‘Yahu niye karanlıkta dinletiyorlar? Şöyle aydınlıkta çalsalar da ağız tadıyla dinlesek olmaz mı?’ dedi. Öbürü, ‘Canları böyle istemiş olacak’ diye karşılık verdi. Orkestra çalarken bu iki milletvekili durmadan konuşuyor, ben de dinlemek zorunda kalıyordum. Milletvekillerinden biri, ‘Elimize bir program verdiler, orada operanın konusu da yazıyor. Bunu okuyunca seyretmenin ne tadı kalır?’ diyordu. Onlar konuşurken perde açıldı. Ufak tefek yapılı bir kadın sahneye girip çıktıkça, milletvekili şişman arkadaşına dirseğiyle vuruyor, ‘Garıya bah!’ diyordu. Şişman milletvekili, bir bacağını altına almış, yana kaykılmış, elindeki tesbihi şakırdatıyordu. Derken sahneye boylu poslu bir hanım çıktı. Tiz sesler çıkarınca iri yapılı milletvekili tesbihini cebine koydu, arkadaşına dirsek vurarak ‘Garı buna derler!’ dedi. O gece operadan bir şey anlamamış ama bu iki milletvekilinin konuşmalarından bir hayli eğlenmiş olarak ayrıldım.”
Türk opera tarihinin bu özel gecesinde böyle bir tanıklık yaşanmıştı. Ertesi gün gazeteler genç sanatçıların başarısından gururla söz etse de Karakuş için gece düş kırıklığı, sözü geçen iki milletvekili içinse alışılmadık bir deneyim olmuştu. Oysa sahnelenen opera, Atatürk’ün en sevdiği eser olarak bilinen Tosca idi.
ATATÜRK VE TOSCA
Mustafa Kemal Paşa, 27 Ekim 1913-20 Ocak 1915 tarihleri arasında Sofya’da askeri ataşe olarak görev yaptı. Balolara katıldı, Batılı eğlence anlayışına tanıklık etti. Bu dönemde Carmen, Aida ve Tosca gibi klasik operaları izleme fırsatı buldu. 19 Mayıs 1914’te Sofya’daki İvan Vazov Tiyatrosu’nda “Aida”yı Fethi (Okyar) ve Şakir (Zümre) beylerle birlikte izlemiş, çok etkilenmişti. O gece uyuyamayıp Şakir Bey’e, “İşte Balkan Savaşı’nda yenik düşmemizin sebebini daha iyi anlıyorum” demişti. Bulgarların sanatkârlar ve müzisyenler yetiştirdiğini, muhteşem bir opera binası yaptıklarını söyleyerek yalnızca askeri değil kültürel olarak da yenildiklerini ifade etmişti. Ardından, “Acaba günün birinde bizim memlekette de opera yapılabilir mi” diye sormuştu. Bu, aslında gerçekleşmesini arzuladığı bir düştü.
O hayal 19 Haziran 1934’te Ankara Halkevi’nde, Şah Rıza Pehlevi’nin huzurunda Atatürk’ün konusunu verdiği ve olanakları seferber ettiği ilk Türk operası “Özsoy” ile gerçekleşti. İzlediği operalar arasında en sevdiği ise “Tosca” oldu. Atatürk’ün bu esere ilgisi anılarda sıkça karşımıza çıkar. 6 Aralık 1931’de, Sofya’daki bir temsilin ardından söylediği “Gençliğimi bıraktım Sofya’da. Bir kız sevdim ama bana vermediler” sözü, Dimitrina Kovaçev ile olan ilişkisine bağlanmıştır. Dimitrina’nın Bulgar Savaş Bakanı General Kovaçev’in kızı olduğu ve evlenmelerine izin verilmediği de birçok kaynakta dile getirilmiştir. ‘ÇAL BAKALIM ŞU TOSCA’YI’ 9 Kasım 1963’te Ankara Radyosu’nda, keman virtüözü Necdet Remzi Atak özel bir hatırasını anlatır. Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün kendisine, “Çal bakalım şu Tosca’yı” dediğini aktarır:
“Belliydi ki çok uzak bir anısının içine gömülmek istiyordu. Cavaradossi’nin aryasını çalmaya başladım. Atatürk gözleri kapalı, melodiyi huşu içinde mırıldanırken gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu.”
Keman virtüözü Enver Kapelman da Atatürk’ün Sofya’da izlediği Tosca’daki bir sopranoya hayran olduğunu, yıllar geçse de bu sevgiyi unutmadığını anlatır: “Akşamları ona defalarca Tosca’dan parçalar çalardım.”
İLK GÖSTERİM
Atatürk’ün yaşamını yitirmesinin sonra Tosca’nın Türkçeye çevrilmesi 1940’ta gündeme geldi. Devlet Konservatuvarı’nın ilk mezunları “Tatbikat Sahnesi” adıyla temsillere başlamıştı. Tosca’nın çevirisi, o sırada Çankırı Cezaevi’nde bulunan Nâzım Hikmet’e verildi. Tosca’yı sahnede Semiha Berksoy canlandırdı. Eserin yalnızca ikinci perdesi oynanabildi. Nâzım Hikmet izleyemedi ama 25 Nisan 1941’de Berksoy’a yazdığı mektupta, “Harikulade sesinin dalgalarıyla avundum, müteselli oldum” diyerek radyodan dinlediğini aktardı. Berksoy da temsil fotoğraflarını cezaevine yolladı.
Atatürk’ün açtığı yolda, Özsoy’dan sonra Saygun’un “Taş Bebek”, Akses’in “Bay Önder” operaları sahnelendi. Türk Beşleri de alana önemli katkılar sundu. Yakın zamanda ise Tan Sağtürk’ün girişimleriyle 50 yıldır sahnelenmeyen Cemal Reşit Rey’in “Çelebi”si ve 42 yıldır bekleyen Saygun’un “Gılgamış” operası ilk kez sahnelendi. Murat Karahan döneminde ise 1941’deki temsilden 81 yıl sonra Tosca, Semiha Berksoy’un kızı Zeliha Berksoy’un yönetiminde yeniden Ankara’da sahnelendi.
Atatürk’ü Sofya’da derinden etkileyen Tosca, yalnızca bir opera değil Türk operasının gelişiminde önemli adımların atılmasına aracı olan özel bir eser olarak tarihteki yerini aldı.