İtalyan tarihinin, karanlık ve tozlu arşivlerinde çıktığımız ürpertici bir gezi... Dziga Vertov’un A Man With A Movie Camera (1929) filmindeki görüntüleri anımsatmak istercesine önce halkın tarlada, fabrikalarda çalıştığı görüntüleri veren Mussolini: Yüzyılın Oğlu (Mussolini: Il Figlio del Secolo), ardından kitleleri coşturan faşist diktatör Benito Mussolini’yi gösteriyor: Fonda, Mussolini’yi canlandıran Luca Marinelli’nin sesini duyuyoruz. Sonra ekrana dışavurumcu bir planla Mussolini geliyor ve kameraya bakarak konuşmaya başlıyor: “Faşizm, tutkudan, ideallerden, cesaret ve değişimden yapılmış, milyonların kalbini fetheden güzel bir yaratık... Sizinkini de fethedecek eminim. Beni takip edin, siz de beni seveceksiniz. Siz de faşist olacaksınız” diyor.
Tüyleriniz diken diken oldu değil mi? İngiliz yönetmen Joe Wright’ın da 1919 yılında Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı’nın (Fasci Italiani di Combattimento) kuruluşundan, Duce olarak 1925’te yaptığı konuşmaya dek geçen dönemi ele alan sekiz bölümlük dizi boyunca yapmak istediği tam olarak bu. Size bakarak, bir toplumun belleğinde yatan pişmanlıkları sanki gerçeküstü bir fanteziymiş gibi “rahatlıkla” anlatan Mussolini’nin zihnine girebildiğiniz rahatsız edici bir deneyim yaşatmak. Zira, tıpkı bu türden liderlerin belleğinde “gerçekliğin” farklı inşa edilmesi ve yaşanması gibi... Tarihsel olaylar, yalnızca Mussolini’nin bakış açısından ibaret; mühim olan onun dünyayı ve siyaseti nasıl gördüğü...
Antonio Scurati’nin aynı adlı eserini, Büyük Savaş sonrası ortaya çıkan Dışavurumcu estetikten, Fütürizme hatta Şiirsel Gerçekçiliğin melankolisine değin pek çok görsel unsuru birlikte harmanlayan bir sinematografiyle sunan Mussolini dizisi, sizi yalnızca faşizmin kökenlerine götürmüyor; toplumun kırılganlıklarından, içinde bulunduğu kaostan, umutsuzluktan, çürümüş düzenden beslenen bir tiranın, bir “canavarın” ortaya çıkış hikâyesini anlatmayı deniyor. Bunu yaparken de geçmişe gömülmüş bir hayaletin bizimle, bugünle konuşmasına izin vererek ve elbette anakronizmi göze alarak, yine Mussolini’nin cümlesiyle, “Biz hâlâ buradayız.” diyor. Dün, “İtalya’yı yeniden harika yapmayı” deniyorduk, bugün bir başkasını... Demokrasi, her daim kırılgan, her daim erozyona uğramaya hazır. Yeter ki ona inanacak kitleler olsun...
Joe Wright’ın bu açılışı tarihi anlatılarda, bilhassa böylesi hassas meselelerde sıklıkla karşılaştığımız mesafe sorununu akla getiriyor. Zira fütürist bir estetikle inşa edilmiş dekorlar arasında, İtalya’nın içine düştüğü karanlığı, bunalımı, çıkmazı ve kasveti resmeden sokaklarında, çağdaş müziğin tekno ritmleri eşliğinde adeta sahnede yer alan bir şovmen, bir rap yıldızı edasıyla gezen Mussolini tasviri, bu kusursuz görsel dünyada tarifi zor bir gedik açıyor. Ve bu yalnızca, atmosferi inşa eden imgelerden değil, imgelerin içinde kendisine küçücük bir yer bulan ve Mussolini’nin toplumun dış tabakaları olarak tarif ettiği sınıfların karikatürize halinden de ileri geliyor. Wright, faşist lideri, açık bir biçimde parodiyle, mizahla, yergiyle örülü bir dünyanın içinde kurgulamak, onun kırılganlıklarını, psikolojik panoramasını; toplumun ve sistemin zaaflarıyla bütünleştirerek açıklamak istiyor. Fakat bu karikatürize tavır, anlatıyı klişe bir tarih dersi olmaktan çıkarmakla birlikte, sistemin çatlaklarına girerek toplumu felakete sürükleyen bir lider kültünün varlığının “ciddiyetini” de unutmamıza sebep oluyor. İşte bu noktada salt tarihi olayların ele alınış biçimiyle açığa çıkan bir anakronizm değil, çağdaş dünyayla analoji kurma hevesiyle düşülen lider kültüne mesafe yanılgısı ortaya çıkıyor. Pek tabii Wright’ın derdi, Mussolini’yi olumlamak değil ki bilakis dışavurumcu ve fütüristik görsel tercih ve parodi hissiyatı dahi bunun aksini iddia ediyor. Hatta teatral mizansen ve buna eşlik eden Luca Marinelli’nin yüksek perde performansıyla bir tür yabancılaştırma uyguladığı dahi söylenebilir ancak sorgulamamız gereken, bunun ne kadar işe yaradığı.
Hızlı bir kurgu ve etkili retorikle çevrili yüksek tempolu bir ritimde, bir diktatörün yükselişiyle birlikte bir sistemin, demokrasinin çöküşünü izlediğimiz dizi, bir yandan faşizm tohumlarının ekildiği bir toplumun anatomisini çıkarırken öte yandan kişisel hırsların, gücün, iktidar hevesinin ve zayıflıkların bir insanın evrimindeki etkilerini masaya yatırıyor. Başka bir deyişle, bir karakterin içsel çalkantıları, bir toplumun çalkantılarıyla iç içe geçiyor ve bir liderin iktidara gelişinin nasıl bir “delilik” içinde olabileceğini gösteriyor. Perdeye düşen, kesinlikle tehlikeli bir yolculuk ve tüm bu unsurların bir araya getirdiği mekanizmanın psikolojik ve sosyal dinamikleri, nedenleri, bugün hâlâ tarihin gölgelerinin bizimle, gözlerimizin içine bakarak konuşmasına sebep oluyor.
Mussolini: Yüzyılın Oğlu’nu, 10 Eylül’den itibaren MUBI Türkiye’de izleyebilirsiniz.
Puanım: 7/10