49. Füze Savunma Taburu, Alaska… Ekrana yansıyan birliklerin görüntülerine büyük harflerle ve gerilimli notalarla bir ara yazı eşlik ediyor: “Soğuk Savaş’ın sonunda küresel güçler dünyanın daha iyi bir yer olması için nükleer silahları azaltma konusunda uzlaştılar. O devir artık geride kaldı.”
Bu ara yazı, Kathryn Bigelow’un, uzun süre sonra sessizliğini bozduğu Dinamit Evi (A House of Dynamite) isimli filminin girizgahı... Yakın zamanda yayınlanan ve bir siber güvenlik saldırısının dünyada yol açabileceği felaketleri anlatan Zero Day’in yazarı Noah Oppenheim’ın kaleme aldığı filmin bu girişi, tıpkı konusu gibi bize yepyeni bir şey anlatmıyor aslında; bilindik bir fikre sırtını yaslıyor: Soğuk Savaş’tan bu yana, “dünyanın iyi bir yer olması için” küresel güçlerin çaba gösterdiğini sandığımız o “iyimser devir” geride kalalı çok zaman oldu. Artık sadece mikro ölçekte değil, makro ölçekte, dünyanın sonunu getireceğine emin olduğumuz büyük bir savaşın önüne geçme gayreti hâkim. Başka bir deyişle, bazı ülkeler ve halklar feda edilebilir; savaşın tümden önüne geçilemez ancak önemli olan, üzerinde bulunduğumuz gezegeni, toprağın altına inmek zorunda kalmadan “korumaya” çalışmak…
Bugünün dünyasına hükmeden bu paradoks, Kathryn Bigelow’un ustalıkla anlattığı hikâyenin de bir parçasını oluşturuyor. Evet, filmde dünya, Dr. Strangelove’daki (1964) gibi “deliliğin” kol gezdiği bir yer değilmiş gibi görünüyor. Her bir karakter, Hollywood fantezisi gereği sorumluluk sahibi, aklı başında ve vatansever. Ancak anlatının gerilimini inşa eden ve nereden atıldığı belli olmayan bir balistik füzenin, 18 dakika içinde Chicago’ya düşeceği ve yok edeceği fikri aslında tam da karmaşayı özetliyor. Nükleer füzeyi kimin neden fırlattığı belli değil ve Beyaz Saray’ın üst komuta kademesinden, Acil Durum Ofisi’ne dek tüm yetkililer bu sorunun yanıtını ararken Başkan’ın da söylediği gibi, adeta “bir delilikle” karşı karşıya kalıyorlar. Füzeyi durdurabilirler mi, karşılık verilmeli mi, nasıl bir misilleme yapılmalı; yoksa sadece Chicago feda edilip büyük bir dünya savaşının önüne mi geçilmeye çalışılmalı; füze yanlışlıkla mı ateşlendi yoksa gerçek bir savaş tehdidi mi…
Tüm bu sorular ve üç ayrı bakış açısı karakteri üzerinden verilen yanıtlar aslında dünyayı yönetenlerin, Stanley Kubrick’in hiciv ve kara mizah yüklü tasavvurundan çok da fazla öteye gidemediğini kanıtlıyor bize. Fakat Bigelow’un tasarımında, yaşananlar geçmişe değil, geleceğe dönük olduğu için haliyle o kadar da “komik” görünmüyor. Dahası, daha önce defalarca izlediğimiz kıyamet senaryolarında bize sunulan felaket anından daha korkunç ve tüyler ürpertici olan bir şey varsa, o da bu filmin yarattığı ve hissettirdiği çaresizlik ve bilinmezlik duygusu olabilir. Zira filmin açılışında tanıştığımız ve her biri gündelik hayatını sakinlikle sürdürüp, “iyi bir gün” (filmde mütemadiyen bu ibareyle karşılaşmamız bu yüzden) olacağını düşünen karakterlerin kişisel dramaları anlatıya hükmetmiyor ancak yavaş yavaş sürüklendikleri umutsuzluk, hikâyenin tamamını ve dahi sizi, ele geçirecek kadar büyük bir etki bırakıyor.
Güne, boşanmak istediği eşiyle konuşma yaparak başlayan bir asker, hasta oğlundan aldığı dinozor mesaisinin sonunda tek sığınağı haline gelecek Olivia Walker (Rebecca Ferguson), kızının yaklaşan ölümüyle yüzleşmek zorunda kalan Savunma Bakanı Reid Baker (Jared Harris), eşi hamile olduğu için panikle süreci yönetmekte güçlük çeken Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Jake Baerington (Gabriel Basso) ve 11 Eylül’ün haberini okulda alan George W. Bush gibi, nükleer tehdidi bir okulda öğrenen ABD Başkanı… Dinamit Evi, alt kademeden üste değin, tüm ABD savunma çalışanlarının ve onların yarattığı/koruduğu sistemin, gerçek bir nükleer tehdit söz konusu olduğunda, içine düşebilecekleri vahameti gösterirken, bir yanılsamanın içinde olduğumuzu da kanıtlıyor bize. Ve bu korunaklı sandığımız dünya illüzyonu, Bigelow’un her seferinde yeniden hatırlatmaya çalışır gibi, hikâyeyi neredeyse başa sararak farklı karakterlerin gözünden anlatma gayesinin nedenini açıklıyor. Neticenin bir önemi yok çünkü yeni bir dünya savaşının neden, nasıl, kim sebebiyle çıkacağının da bir ehemmiyeti yok bu filme göre. Mesele, siber saldırılarla, nükleer tehditlerle ve evet, “delilerle” yaşadığımız bu dünyanın, gerçekte her an patlamaya hazır bombalarla çevrelendiği ve bunu, “güvenlik” zannettiğimiz yanılgısı… Kathryn Bigelow, savunduğumuzu sandığımız dünyaya dair bize anlatılan masalların ve topraklarımızı kaybetmenin süresinin yalnızca 18 dakika olduğunu, tekrar tekrar, yüzümüze çarpıyor. Bu 18 dakika, dünyanın en korkutucu filmi olabilir.
Dinamit Evi’ni, Netflix’te izleyebilirsiniz.
Puanım: 7.5/10