Kimi yazarlar vardır sadece kitaplar yazmazlar; bir milletin çocukluğuna sesiyle, sözüyle, kalemiyle dokunurlar. Gülten Dayıoğlu, işte bu yazarların en ön saflarında yer alır.
Onun kaleminden dökülen her cümle, çocukların büyüme sancılarına, gençlerin düşlerine, annelerin suskunluğuna temas eder. “Fadiş” gibi bir romanla, yalnızca bir karakter yaratmadı yaralı ama direngen bir çocukluk halini ölümsüzleştirdi.
Bugün, 90’ına yaklaşan bir bilgelikle okurlarının karşısına bir kez daha çıkıyor Dayıoğlu. Bu kez elinde bir roman değil, bir yaşam var: “Bende Kalmasın”. Bu kitap, yıllardır sorulan “Fadiş sonra ne yaptı” sorusuna verilen samimi, yer yer sarsıcı ama her satırıyla sahici bir yanıt. Dayıoğlu ile yazmak, hatırlamak, direnmek ve helalleşmek üzerine konuştuk.
* Çocuk ve gençlik edebiyatının öncü kalemlerinden biri olarak, kuşaklar boyu okurlarla güçlü bir bağ kurdunuz. Sizce bir yazarın yıllar içinde değişmeyen ama dönüşen bir okur kitlesiyle ilişkisi nasıl kurulur, nasıl sürdürülür?
Okur kuşakları arasındaki dönüşüm, yazarın, çocuğa görelik, gence görelik ilkelerinden hiç kopmamasıyla gerçekleştirilebilir. Kuşaktan kuşağa okurlar kitabı okurken bu ilkeleri algılar. Yazarın yeni kitaplarına o algıdan edindiği izlenimler ve güvenle yaklaşır.
* Eserlerinizin merkezinde hep çocuklar vardı ama bu çocuklar, yalnızca yaşları küçük karakterler değil, aynı zamanda büyük acılarla büyüyen bireylerdi. Sizin için çocukluğu anlatmak ne anlama geliyor?
Çocukluk herkesin başından geçen bir evre. Kiminin anneli, babalı, nineli, dedeli, ağabey ve ablalı bir çocukluğu oluyor. Kimilerinin arap saçı gibi karma karışık yaşamları. Çocukluk, yetişkinliğin temelindeki köşe taşı bence. Çocukluğu anlatırken insanı insan kılan ilkelerden yola çıkıyorum. Acılar, sevinçler, coşkular, umutlar ve tam anlamıyla çocuk olmak kavramlarıyla dokuyorum.
* Fadiş ile başladığınız yolculuk, yıllarca okurla birlikte evrildi. Peki bu kadar yıl sonra, Fadiş’in ardından yeniden kaleme sarılma ihtiyacı nasıl doğdu? Bende Kalmasın’ın yazılma motivasyonu neydi?
Fadiş okurları acının, sevincin, umudun, neşenin tadına, elle tutulup gözle görülürcesine vardılar. Çünkü ben kitabı yazarken, hep öylesine gerçek bir konumdaydım. Bu nedenle hepsi de Fadiş ve Hasan’la özdeşleştiler. Beni en çok sevindiren, kent kökenli çocukların da Fadiş’i içtenlikle bağırlarına basmasıydı. Bu nedenle “Fadiş sen misin”, “Fadiş kız, buruk geçmişten 2025’lere kadar neler yaşadı”, “Çocukluğunda olduğu gibi epey bir zaman tepe üstü, yüz üstü mü, yoksa tırmanışla mi geçti. Tırmandı da nerelere gelebildi”, “Tüm bunları nasıl başardı” gibi sorularla kuşatılıyordum. Ben 1971’de başlayan bu sorulara alışkındım. Onlara çokluk şu yanıtı veriyordum: “Bir gün sorularınızın yanıtını içeren, tüm yaşamımı sizler için yazacağım.” Bende Kalmasın’la sözümü yerine getirdim.
* Bu kitapta kırklı yıllardan itibaren Türkiye’nin toplumsal dokusuna dair gözlemler de var. Bende Kalmasın’ı yazarken bireysel hatıralarınızla toplumsal hafızayı nasıl dengelediniz?
Toplumsal hafızayı, gözlem izlenim, araştırma, aşamalarından geçirerek, belleğimdeki anıları, derli toplu okurlarıma sunmaya özen gösterdim. İki yıl dolu dolu süren bu çaba sonunda, ereğime ulaştığıma inanarak, kitabı yayınevine götürdüm. Deneye yanıla, yüzleşe yüzleşe bu günlere eriştim. Bu kitap, tüm yaşamımla yüzleştiğim bir can gibiydi. Kimi yerde üzüldüm ciddi ciddi. Kimi yerde sevinip gönendim. Yazarlıkta kazandığım başarılar maddi manevi omurgamı oluşturdu. Dik durmayı öğrendim. Hele ki iki oğlumuzun büyümesini izlemek, sabırla çalışan ve ailemizi yeniden ayağa kaldırmayı başaran sevdiğimin çabalarına tanık olmak... Ve 322’nin başarılarıyla gururlanmak… Bunlar, benim için adeta bir yaşam iksiri oldu.
* Özellikle “fırındaki bebek”, “kayıp Fadiş” ya da “yatağı olmayan kız çocuğu” gibi bölümler çok sarsıcı. Tüm bunları yazarken içinizde en çok neyle yüzleştiniz? Bu kitap sizin için bir tür içsel arınma mıydı?
Kitabın bende bıraktığı duygu, yaşam boyu tadına doyamayacağım iç rahatlığı oldu. Annemin dediği gibi gökyüzüne kement atan kız olarak, her şeye karşın yaşayıp bu günlere erişmek. Toplum tarafından sahiplenilmek. Saygın ortamlarda, yerli, yabancı, değerbilir kişi ve kurumlar tarafından ödüllendirilmek. İçsel arınma bilincini, sadece bu kitabı yazarken değil, kendimi bileli yaşam biçimi edindim.
* Son olarak, Bende Kalmasın hem edebiyatla hem yaşamla helalleşen bir kitap gibi duruyor. Bu kitabın sizde bıraktığı duygu ne oldu?
İçimden gelen güçlü bir dürtüyle son bir paylaşım daha ekleyeceğim izninizle: Ece, Defne, Güneş Gülten adlarında yirmili yaşlarını aşmış, yükseköğrenimle tamamlayıp, elleri ekmek tutan torunlarımı da anmadan geçemeyeceğim. Biraz öğünerek de olsa “Ne mutlu bana” demekten kendimi alamıyorum. Cumhuriyet kadını olarak son sözüm: 90 yaşımda elde ettiğim içsel dinginliği giderayak, Türkiyem için elde edebilsem. Öte yakaya gözlerim açık gitmeyeceğim.