Yakıcı bir güneşin altında kuruyan domatesler, yük haline gelen bir karpuz, bir çalışıp bir bozulan bir motosiklet ve oradan oraya sürüklenen ezilmiş bir kola kutusu…
Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan ve Orizzonti Bölümü’nden Jüri Özel Ödülü’yle dönen Murat Fıratoğlu imzalı “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” işte böyle şekillendiriyor kahramanını, onun bir garip yolculuğunu ve trajikomik kaderini. Pastoral renklerin hüküm sürdüğü çorak topraklarda, domateslerin göz alıcı kırmızılığıyla iş koşullarını “renklendirdiği” bir hasat zamanı başlıyor hikâye. İflas ettiği için kasabasına, Urfa’nın Siverek yöresine geri dönüp mevsimlik işçi olarak çalışmak zorunda kalan Eyüp (Murat Fıratoğlu), sıcağın altında canhıraş mücadelesiyle karşılıyor bizi. Tıpkı domatesler gibi başlangıçta “canlı” görünüyor. Sırasıyla izlediğimiz tuzlama ve kurumaya bırakılma sahnelerinin Eyüp’ün yolculuğuyla eşdeğer ilerleyeceğini sonra fark ediyoruz. Çünkü öykünün başında gerçekleşen kırılma yani Eyüp’ün Hemme’yle başlayan husumeti, anlatının çekirdeği olurken Eyüp’ün de karakter uçlarını törpülemeye başlıyor.
Bu andan itibaren öfkeyle kavrulan Eyüp, talihinin onu yarı yolda bırakması gibi motosikletiyle de yarı yolda kalıyor. Hemme’yi öldürmeye karar verdikten sonra ise bir kahraman gibi neden-sonuç ilişkisi içinde davranmasını, eyleme geçmesini bekliyoruz. Ancak Eyüp, klasik bir sinema karakteri değil. Nedenler kafasını o kadar meşgul ediyor ki sonuçlara ulaşmakta yetersiz kalıyor. Erkek-egemen bir toplumun kültürel kodları ve geleneksel yapının temaları birer birer, her yeni karakterle öyküye eklemlenirken Eyüp giderek toplumun bireylerini pasifize etmesi gibi eylemsizleşiyor. “Koltuğundaki karpuzlar” yetmezmiş gibi başka bir karpuzla daha ona yük olan bir dede, durmadan söylenerek Eyüp’ün sessizliğini çığlıklara dönüştüren bir akraba, “İşe gitmem gerekiyor” dediği halde onu bir yerlere sürükleyen tanıdıklar... Her bir yeni karakter, (“Deleuzeyen” bir ifadeyle) duyu-motor şemaların çökmesine, Eyüp’ün gözlerinden ateşler çıkarken tepkisizleşmesine, hiçbir şey yapamayacak hale getirilmesine hizmet ediyor.
Parkta ayaklar altında dolanan bir kola kutusuna dönüşüyor Eyüp: Ezilmiş, üzerine basılmış, harcanabilir bir emek haline getirilmiş ve kenara atılmış. Üzerindeki baskı ve otorite o kadar güçlü ki yevmiyesini istemesi “dik başlılık” gibi görülüyor. Ailesini bırakıp İzmir’e çalışmaya gittiği için hata yapmış oluyor. Çünkü ondan beklenen bir ağacın altında oturup bağlara bahçelere bakması, ailesinin başında durması. Bu nedenle o kasabanın gelenekleri ile yoğrulmuş bireyleri, bir domates gibi kurutuyorlar Eyüp’ü. Solduruyorlar, öğütüyorlar kendi dünyalarında.
Eyüp sonunda Heidi gibi “dağlarda başına geleceklerden” habersiz oradan oraya savruluyor. İtkileri çözüldükçe zaman bir imge olarak daha belirgin duruma geliyor. Motosikletle gittiği/gidemediği uzun planlar, dalgın yürüyüşler Eyüp’ün varoluşsal çatışmalarının bir uzantısı ancak bu ölü zamanlar karakterin harekete geçemeyişinin, kadere boyun eğmesinin, topluma ayak uyduruluşunun bir yansıması. Böylelikle Eyüp’ün içinde düştüğü kapanı ve bunaltıyı daha yoğun hissedebiliyoruz.
SESSİZLİĞE İKNA OLMAK
Eyüp aslında küçükten büyüğe uzanan bir anlatıyı da temsil ediyor: Sonuçta bizden beklenen roller filmin başındaki gibi “halay çekmekten” ibaret, halaydan kopmak değil. Adaletsizlik söz konusu olduğunda bir “sinek vızıltısından” fazlasını çıkarmamak ve hatta en önce çevremizdekiler tarafından o sessizliğe ikna edilmek... Bunların her biri, bu coğrafyanın kodları. Bu yüzden Eyüp’ün çaresizliği çok tanıdık, çözümsüzlüğü ve vazgeçmişliği bize dair. Çünkü Eyüp de bir kasaba hayaleti gibi arafta sıkışıp kalmış. ne cehenneme gitmeye gücü var ne de cennete mecali… Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’ni, MUBI Türkiye’de izleyebilirsiniz.
Puanım: 7/10