Dünya çapında haklı bir üne sahip olan filozof Fichte, ismini yalnızca Alman ulus-devletinin yapıcıları arasına yazdırmamış, günümüzü de etkilemiştir. Modern ulus-devlet oluşumlarına düşünceleriyle etki eden büyük filozof, bu nedenle kendisini “yeni çağın hatibi” olarak anmakta son derece haklıdır. “İnsanın Saygınlığı Üzerine” metninde şöyle seslenir:
“İnsanın içinde yaşadığı kilden kulübeyi silkeleyip yıkın! Varoluşunun doğası gereği insan, kendi dışındaki her şeyden bağımsızdır. Kilden kulübesinin içinde bile kendinde böyle bir varoluş hissine sahiptir… Uyanmış olduğumuz bir zaman, hatırladığımız tatlı bir rüyadan başka bir şey değil! İşte bu insandır. Bu, kendisine ‘ben bir insanım’ diyebilen herkes için böyledir… ‘Ben varım,’ diyebilen herkes için böyledir.”
Fichte, “ben varım” diyen kişinin tek başına bir birey olmadığını vurgular. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde etkin rol alan özneleri de etkileyen Fichte, “Alman Ulusuna Söylevler”inde, yeni çağın bireyini yaratacak şeyin ulusal bir eğitim olduğunu ve bu eğitimle bireyin ulus çıkarlarını önemseyen kişi olacağını beyan eder. (*)
Kaan Ökten, Fichte’nin “Alman Ulusuna Söylevler” makalesinde Fichte’nin ulusçuluktan anladığı şeyin etnik ulusçuluk olmadığını, kavramı dil-kültür ve eskatolojik platformda değerlendirmek gerektiğinin altını çizer. Söylevler, Türkiye’de erken dönemde dikkate alınan metinler arasında yer almıştır. Ökten, Ali Utku’nun konu üzerine yaptığı çalışmaya dikkat çekerek Osmanlı’nın çözüldüğü, ulus kimliklerinin inşa olduğu karmaşık süreçte, Balkan Savaşı sırasında Satı Bey’in, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Hasan Cemal Çambel ve Saffet Engin’in “Söylevler”e başvurduğunu belirtmektedir. (**)
Satı Bey, Balkan Savaşı sırasında verdiği beş konferansta Fichte’yi merkeze alan konuşmalar yaparken Ziya Gökalp’in yakın arkadaşı Hasan Cemal Çambel, “Söylevler”in çevirisini yapıp Türk Yurdu dergisinde yazı dizisi hâlinde yayınlatmıştır. 1938 yılında Rahmi Balaban tarafından “Fichte’nin Hitabeleri” başlığıyla yayınlanan çeviri faaliyetinden sonra bu büyük filozof Türk okurları tarafından neredeyse unutulmuştur. Ta ki son dönemde yayımlanan “Fichte, Alman İdealizmi” çalışmasına kadar. (***) Fichte, “Yedinci Söylev”de şöyle diyor:
“Yabancıların bu temel inancının Almanlar arasında nasıl yayılıp ifade bulduğunu burada göstermek durumundayız. Öncelikle bu durum kendini sahih felsefede gösterir. Alman felsefesi birlik istemektedir, yabancı felsefelerde olduğu gibi. Gerçekliği ve özü aramaktadır - sadece salt görünüşü değil. Bunlarda haklı olduğunu savunurken, yabancı memleketlerdeki hâkim felsefelerden de ileriye gitmektedir. Alman felsefesinin yabancılara bağımlılığı, yabancıların kendilerine bağlılığından daha da fazladır. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında şu anki Alman felsefesi Alman değil, yabancıdır.”
BU TOPRAĞIN FELSEFESİ
Fichte’nin bu ifadelerinin memleketimiz için hâlâ önem arz ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Felsefecilerimizin bu topraklara özgü felsefi bir sistem kurmak gibi büyük bir sorumluluğu olduğu ortadadır. Çünkü bu sorumluluk, var olan Aydınlanma krizinin aşılmasında yaşamsal önem taşımaktadır kanaatindeyiz.
Kant, “Felsefe ilaç gibi etkili olmak zorundadır,” der. Toplumsal bir derde deva olamayan felsefe, felsefe olma iddiasını tekrar gözden geçirmelidir. Fichte, Kant’tan aldığı bu etkiyle şöyle der:
“Yaşama hizmet etmediği sürece spekülatif bakış açısının ve bir bütün olarak felsefenin gerçek amacı nedir?”
Kaynakça:
(*, **, ***) Fichte, Alman İdealizmi 1, Editörler: Eyüp Ali Kılıçaslan, Güçlü Ateşoğlu. Alıntılar: Kaan H. Ökten, Doğu Batı Yayınları.