Yaşamı kamera önünde ve sahnede biçimlense de Tansel Öngel için en çok huzur bulduğu yer belki de doğa. Ancak bu, yalnızca bir kaçıştan ibaret değil. O doğadan aldığı kadar doğaya vermeyi de önemsiyor. Bugünlerde rol aldığı “Ben Leman” dizisi de doğayla iç içe bir yerde geçiyor. Bu yönüyle metropol insanının, “küçük şirin sahil kasabası” ezberini bozan bir yapım. Öngel, “Şehirden kaçmak sanıldığı kadar kolay değil. Fiziksel olarak huzurlu görünse de, kırsal yaşamın koşulları hayallerdeki kadar kolay olmayabiliyor” diyor. Devamını ise kendi sözlerinden dinleyelim.
- Sizi, Güney’i canlandırmaya yönelten karakterin derinliği miydi?
Her oyuncu, bir önceki rolünden farklı bir karaktere hayat vermeyi ister. Farklı hikâyeler ve ruh halleri oyuncuyu besler. Güney, bugüne kadar oynadıklarımdan tamamen farklı bir yerde duruyordu ve bu beni gerçekten heyecanlandırdı.
- Peki Güney’i kurgularken karakterin küçük bir kasabada olması ne kadar belirleyiciydi?
İnsanın yaşadığı yer, kendi hikâyesinin çok önemli bir parçasıdır. Güzelköy de karakterlerimizin üzerinde etkisi büyük bir yer. Metropollerin kaotik hızına kıyasla burada bambaşka bir yavaşlık var. Ama bu, dizinin temposunu düşüren bir şey değil. Aksine karakterlere düşünmek, yaşamak ve hissetmek için zaman tanıyor. Benim için de iyi geldi. Güney’in de başka bir yerde yaşamayı hayal edeceğini sanmıyorum.
- Güney’in çıkmazlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güney’i oynayan kişi olarak onu yargılamam mümkün değil. Benim görevim, tüm çıkmazlarının içinde onun haklı sebeplerini bulmak ve onu o motivasyonla yaşatmak.
- Güzelköy aslında bize son dönemde metropol insanının ilgisini çeken küçük şirin bir sahil kasabasında yaşamanın olumsuz yanlarını da gösteriyor. Özellikle doğa ile iç içe olan ve bu yüzden kırsal yaşamını da iyi tanıyan bir isim olarak Ben Leman'ın bu açıdan ezber bozucu bir niteliği olduğunu söyleyebilir misiniz?
Kesinlikle öyle. Son yıllarda metropollerde çok duyduğumuz, “Şehirden kaç, doğayla yaşa” yaklaşımı var fakat bu sanıldığı kadar kolay değil. Fiziksel olarak idil gibi görünse de yaşam koşulları hayallerdeki kadar kolay olmayabiliyor. Modern insan doğadan çok uzaklaştı, çocuklar tavuğu bile market rafında tanıyor. Bu nedenle doğaya dönüş arzusu doğru, ama romantize edildiği kadar pratik değil. “Ben Leman”ın İstanbul’da değil küçük bir kasabada çekiliyor olması bence çok doğru bir tercih ve seyircide karşılığını bulduğunu düşünüyorum.
- Bugüne kadar ekrana yansıyan rolleriniz genelde birbirinden çok farklı karakterlerdi. Ekranda yüzünüzü eskitmeden bu karakterleri seyircinin gözünde ikna edici kılmayı nasıl başarıyorsunuz?
Birbirinden farklı rollere girmek benim için büyük bir mutluluk. Açık bir enerjide ve zihinde olmaya çalışıyorum. Çok çalışıyorum, her rolün kendi disiplinine hakkıyla teslim olmaya gayret ediyorum.
- "Maske Kimsin Sen" yayımlandığı sırada çok ilgi çekmişti ama daha da önemlisi ekranda alışılageldik içeriklerin dışında bir gösteri sunmasıyla büyük bir heyecan yaratmıştı. Yapımın, bir anda sonlandırılması sizin için bir hayal kırıklığı oldu mu? "Türkiye'de farklı bir şey yapmak gerçekten çok zor" diye düşündünüz mü?
“Maske Kimsin Sen?” benim için harika bir işti. O stüdyoda olmayı bugün bile çok isterim. Programın bitmesi bende, “farklı bir şey yapmak zor” hissi yaratmadı. Bence bugün olsa devam ederdi, o dönem şartlar uygun değildi. Kim bilir, belki bir gün yeniden başlarız.
- Sahnede ve kamera önünde olmak size ne kattı?
Bana maceralı bir hayat hediye etti diyebilirim. Benim yaşımdaki çoğu insanın göremeyeceği kadar çok yere gittim, hafızada taşınması zor hikâyelere tanıklık ettim. Çok farklı insanlarla yollarım kesişti. Yaşadığım ve gördüğüm her şey beni dönüştürmeye devam ediyor. Kendimi çok şanslı hissediyorum.
ATALAR VE ATA TOHUMU
- Mesleki yaşamı tiyatro, set gibi kurulmuş ortamlarda geçen bir isim olarak doğada olmak size nasıl bir farkındalık kazandırıyor?
“Doğayla bir bütün olmak” ifadesi, aslında doğadan kopuk insanlar için geçerli. Biz zaten doğanın bir parçasıyız. Kamp yaptığım her an kendimle ilgili bir şey keşfediyorum. Şehir gürültüsünden uzaklaşınca enerjim yükseliyor, zihnim berraklaşıyor. Ateşin başında oturduğumda atalarımla bağ kuruyormuşum gibi hissediyorum. Bu deneyimleri saatlerce anlatabilirim.
- Nevşehir’de kimyasal gübresiz buğday yetiştirebildiğiniz bir araziniz var. Bu projeye nasıl ve neden başladınız? Şu anda ne durumda?
Ben şehir çocuğuyum, köyden gelmiyorum ama zamanla tohum ve toprak üzerine araştırmaya başladım. Ata tohumunun önemini kavradım. İzcilikten bir arkadaşım olan Uğur’un ziraat mühendisi olması sayesinde Nardane Kuşçu ile tanıştım. Nar Tohum Merkezi beni çok etkiledi. Toprak, su ve tohum bir ülkenin en büyük hazinesidir. Hibrit tohum-gübre-ilaç üçgeni insanlığı zehirliyor. Biz tarlamızda ilaçsız, gübresiz ata tohumu üretiyoruz. Bir Dört Nokta Derneği isimli bir dernek kuruyoruz; amaç bu tohumlarla yeni tarlalar ve oradan okullar, kimsesiz çocuklara yurtlar kurmak.
- Salyangozlarla yaşadığınız kötü bir deneyim olmuş. Bu olay, bakış açınızı nasıl değiştirdi?
Sekiz yıl önce, evimin bahçesinde küçük bir bostan kurmuştum. Fideler bir gecede salyangozlar tarafından yenmişti. Onları uzaklaştırmak için bir ilaç önerildi ve iyi niyetle kullandım ama bir gecede sayısız salyangozu öldürdü. Şok oldum. Ardından büyük bir fırtınada bahçedeki dev ceviz ağacına yıldırım düştü, her şey yerle bir oldu. Annem, ablam ve köpeğim o an bahçede olabilirdi. Bu yaşadığım şeyler bana çok büyük bir ders verdi. Bir canı bilmeden yok etmek bile büyük bir sorumluluk. Doğanın dengesi hassas, insan onu bozdukça bedeli ağır oluyor. Dünyanın sesini duymayı öğrenmek zorundayız.
NE İZLİYOR?
- Son zamanlarda izlediğiniz yapımlar neler?
“Vaat Edilmiş Topraklar”, Mads Mikkelsen olağanüstü bir performans sunuyor. Dizi olarak “House of Guinness”e başladım, ilk iki bölümünü çok beğendim.
NE DİNLİYOR?
- Müzik listelerinizde neler var?
- Ozbi - Savaşçı
- Eypio - Naim
- Blaze - Territory
- Tamino - Indigo Night
FAHRİ KARADENİZLİ
- Doğa ile ilişkinizde Trabzon Devlet Tiyatrosu yıllarının etkisi oldu mu?
Lisedeyken izcilikle tanıştım; bu, bir genç için harika bir okul gibiydi. Doğada tek başına ya da ekip halinde hayatta kalmayı öğrendim. Trabzon Devlet Tiyatrosu ise hayatımın en büyük hediyelerinden biridir. Oraya gittiğimde çocuk sayılacak yaştaydım. Kişiliğim orada şekillendi, Trabzonlularla büyük bir bağ kurdum. 12 yıl Trabzon’da, ardından “Benim İçin Üzülme” dizisiyle Fındıklı-Arhavi-Hopa-Batum hattında geçen iki yıl… Bütün bu zaman bana çok şey öğretti. Fahri Karadenizli olmaktan şeref duyuyorum.