Kimlik arayışından direnişe: Kanlı bir politik taşlama!

Kimlik arayışından direnişe: Kanlı bir politik taşlama!

9.11.2025 12:00:00
Güncellenme:
Başak Bıçak
Takip Et:
Kimlik arayışından direnişe: Kanlı bir politik taşlama!

“The Boys”un yan hikâyesi olarak başladığı yolculukta ilk sezonunda epey umut veren bir anlatı sunan “Gen V” ikinci sezonuyla birlikte elini güçlendiriyor. Ana hikâyenin boşluklarını doldurma görevini fazlasıyla yerine getiren yapım süper kahramanlık mefhumuna kendi bakış açısıyla yaklaşarak öne çıkıyor.

Süper kahramanlık kavramını hicvederken araya günümüz politik meselelerini de sıkıştırarak ortalığı kelimenin tam anlamıyla kan gölüne çevirmesiyle ünlü “The Boys”un spin-off’u (yan ürün) “Gen V”, ilk sezonuyla rüştünü ispat etmişti.

Ancak Prime Video’da geçtiğimiz günlerde finali yayımlanan dizinin ikinci sezonu, “Gen V”nin salt selefini yüceltmek ve sezonlar arası bağ kurmak vazifesinin ötesine geçtiğinin bir kanıtı oldu.

Artık karşımızda, “The Boys”un final sezonu hakkında hayranlarına şifreli mesajlar veren bir olay örgüsüyle heyecan yaratan bir hikâye var.

ABD’de düzenlenen son Başkanlık seçimlerine, Trumpizm’e ve medyaya ilişkin eleştirileriyle “kanlı” bir politik taşlamaya dönüşen “The Boys”, halefi “Gen V”nin bıraktığı yerden devam ederek anlatılar arası bağları güçlendirmek yönünde ilk adımı atmıştı. İkinci sezonu yayımlanan “Gen V” de benzer bir görevi üstlenerek “The Boys”un beşinci sezonuna bağlanırken bir yandan özgün öykünün ahlaki sınırları zorlayan üslubunu, mizahı yergiyle birleştiren dilini ve kanın gövdeyi götürdüğü şiddetini devam ettiriyor. Öte yandan da hikayeler arası bağları köken anlatılarıyla derinleştirerek güçlü bir devamlılık inşa ediyor.

Bu yüzden birinci sezondaki şiddet operasıyla bezeli finalin ardından,1967 yılında, bir grup bilim insanının kendisine “mavi sıvı” enjekte ettiği ve seyircisine yeni bir kan banyosu yaptıran girizgahıyla açılış yapan dizi, anlatının filizleneceği dalları da açık ediyor: Godolkin Üniversitesi’nin kurucu ortaklarından Dr. Thomas Godolkin’in (Ethan Slater) yaşamını yitirdiği meşhur yangının yıllar sonrasında bir reklam sayesinde üniversitenin yeni dekanı Cipher’la (Hamish Linklater) tanışıyoruz.

Bu sırada, ilk sezon finalinde Homelander (Anthony Starr) tarafından yakalanan karakterlerimiz Marie (Jaz Sinclair), Emma (Lizze Broadway), Jordan (London Thor/ Derek Luh) ve Andre’nin (Chance Perdomo) de akıbeti açığa çıkıyor. Ancak bu noktada, ekran dışında yaşanan kahredici bir gelişme Gen V’nin bu sezon bir matem ve onurlanma projesi olmasına da neden oluyor.

PERDOMO’YU UNUTMADILAR

İlk sezonun ardından genç yaşta yaşamını yitiren ve Andre’yi oynayan Chance Perdomo’ya atfedilen ilk bölümün ardından dizi, sırf bu ithafla sınırlı kalmıyor. Hemen her bölümde karakterlerinin, arkadaşları için yas tutmalarına olanak tanıyor ve onun kaybını incelikli bir üslupla açıklayarak yoluna devam ediyor.

Tutuklu kaldıkları Vought hücresinden çıkarılan Emma ve Jordan ile daha önce kaçtığını öğrendiğimiz Marie, bir nedenle, istemeye istemeye Godolkin’e döndükten sonra yepyeni ve rahatsız edici bir antagonistle karşılaşıyorlar. Yeni dekan Cipher, gizemli davranışlarını yönlendiren belirsiz geçmişiyle, insan ırkına güvenilemeyeceği, ırkına ihanet eden veya diğerlerine göre daha zayıf süper kahramanların yok edilmesi gibi düşünceleriyle kahramanlarımızı zorlamaya başladığı anda karakterlerin yolculuğu da ufukta belirginleşiyor. Bu sezon artık zorla, rızaları dışında süper kahraman haline getirilmiş bir nesle mensup kahramanlarımızın, yalnızca yeteneklerini keşfetmeleri veya becerilerini güçlendirmeleri değil kökleri, geçmişleriyle ve zayıflıklarıyla da barışmaları şeklini de alıyor.

Ancak sonuçta, Cipher’ın yarattığı grafik şiddetle yüklü kaosun ortasında arkadaşları Andre’nin intikamı ve gelecekleri için bir ortaklık kurmayı başarıyorlar. Bu “Gen V”ye, “The Boys”ta pek de hissedemediğimiz duygusal tonu eklemlerken karakterlerle bağımızı da güçlendiren bir etki de veriyor. Çünkü her biri belki de istemedikleri bir süper gücü yönetmeye, geliştirmeye çalışan ve bu yolda, oldukça zorlanan gençler ve içine düştükleri Godolkin çukuru, kaçmak için debelendikçe daha çok battıkları bir bataklığa dönüşüyor.

Nihayetinde ana hikâyenin geçmişle şimdisi, “Gen V”nin kurduğu halatların taşıdığı bir köprüye dönüşürken, “The Boys”ta ateşlenen devrimci fitil, “Gen V”de direnişin ilk adımlarının atılmasına yol açıyor. Kuşkusuz “The Boys”u güçlendiren politik yergisi ve süper kahramanlara yönelik yaklaşımıydı ancak “Gen V”yi onun gölgesinde kalmadan etkili kılan, amiral gemisinden aldığı güçle kendi hikayesini, kendi yöntemleriyle anlatabilme başarısı. Özgün hikâyeyi seven bizler, şimdi “The Boys”un finalini daha çok merak ediyoruz.

Puanım: 7.5/10

İlgili Konular: #Sinema #Film