“Yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi? 1000 yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı: Öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi.”
Her yaştan insanı etkileyen bir başyapıt, Richard Bach’ın dünyaca ünlü eseri “Martı Jonathan Livingston”.
Richard Bach, Amerikalı bir yazar ve pilottur. Uçmaya olan tutkusuyla tanınan yazarın eseri 1970’lerden günümüze dek bireysellik ve özgürlük konularını gündemine alan herkesin hiç kuşkusuz dikkatini çekmiştir.
Hikâyenin ana teması şu cümlelerle özetlenebilir: “Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz.”
Kendini diğer arkadaşlarından farklı gören Jonathan’ın amacı karnını doyurmak değil uçmaktır. Bu öylesine büyük bir tutkudur ki çevresindeki herkesle sorun yaşamasına neden olur. Annesi, alçaktan uçmanın albatrosların işi olduğunu, bu hevesten vazgeçmesi gerektiğini, zayıf kaldığını ve yemek bulması gerektiğini söyler ama Jonathan onu dinlemez. Bir gün karanlıkta uçmaya karar verir. Martılar karanlıkta uçmayı bilmeseler de o sabırla denemeler yapar ve bunu başarır.
BAŞARI CEZASIZ KALMAZ
Bu büyük başarıdan sonra diğer martıların onunla gurur duyacağını düşünürken durum bunun tam tersi olur. Martı Konseyi, Jonathan’ı yargılamak için toplanmıştır. Toplantı sonucunda kendisine alınan karar bildirilir: Livingston, sorumsuz ve pervasız davrandığı için sürüden atılmıştır.
Artık yalnızdır. Bir gün gökyüzünde özgürce uçarken gecenin bir yarısı ışıklar saçan iki martıyla karşılaşır. Uçuşları çok farklı olan bu kuşları Jonathan çok sevmiştir. Onlarla bambaşka bir dünyaya geçiş yapar. Cennet dediği bu yeni dünyada öğrenme hevesiyle yanıp tutuşan kuşların arasında sınırlarını zorlamayı, sonsuzluğa dokunmayı deneyimler.
Her şey bambaşka bir hal almıştır ama Jonathan’ın aklı hep geldiği dünyadadır. Geri dönüp kendini bulmak isteyen diğer martılara yardımcı olma isteği onu cennetten çıkarır ve dünyaya geri götürür. Jonathan’ın öğrencileri olur. Onlara özgürlüğü anlatmaya çalışır. Elinden geleni yaptıktan sonra bir gün ortadan kaybolur.
DEĞERİ GEÇ ANLAŞILIR
Sonra ne mi olur? Yıllar geçer ve dünyadaki martı sürüleri Jonathan’ı kutsallaştırır. O artık bir puta dönüşmüştür. Jonathan’ın azmi, anlama çabası, bıkıp usanmadan çalışması yok sayılmış bir tür üstün güçleri olan martı olarak anılmaya başlamıştır.
Martı sürüsü, Jonathan’ın kutsallığını çoğaltmak için ritüeller icat edip onun ilk öğrencilerine anıt mezarlar yapmışlardır ve böylece yaşamak için gerekli olan neden öğrenmek, keşfetmek ve özgürlük değil ritüeller olmuştur.
Martı Jonathan Livingston bilindiği üzere bir insan öyküsünün temsilidir. İçine doğduğu kültür, gelenek ve kabuller evreninde özgürce kendi olmaya çalışan bir insanın macerasıdır. Bu insan yalnızca kendini, kendi hikâyesini düşünen biri değildir. İçine doğduğu toplumun durumunu dert edinen, toplumun dönüşmesi için çaba sarf eden biridir. Richard Bach bize böyle bir insan olmamız gerektiğini söylerken tüm bu çabaların sonuçsuz kalabileceği uyarısında da bulunur.
Ömrünüz boyunca çaba sarfetmiş olsanız da anlaşılamayabilirsiniz. Fakat kanaatimizce bu riski göze alan ya da anlaşılamayacağı garanti olsa dahi çabalamaktan yine de vazgeçmeyen kişi ancak Martı Jonathan olabilir...