Patikadan göğe uzanan yol

Patikadan göğe uzanan yol

12.10.2025 11:38:00
Güncellenme:
Güven Baykan
Takip Et:
Patikadan göğe uzanan yol

Bir zamanlar çam köklerinin arasından, nefes nefese çıkılan o patika bugün belleğimizde hâlâ aynı: Zorlukla varılan ama kavuşmanın huzuruyla yüreğe işlenen bir dua yolu.

Trabzon’dan Maçka’ya yol aldığınızda kent geride kalır, dağların dili konuşmaya başlar. Altındere Vadisi’nin virajlı yollarına adım atar atmaz ilk duyduğunuz şey derenin sesidir. Kayaların arasından çağlayan su, kimi yerde ince bir fısıltıya kimi yerde gürleyen bir uğultuya dönüşür. Yol boyunca size eşlik eder o ses, çam ağaçlarının gölgesi serinliğini yüzünüze vurur, kuş sesleri rüzgâra karışır. Her virajda biraz daha geçmişe, masalın kalbine yaklaştığınızı hissedersiniz.

Bizim zamanımızda Sümela’ya çıkan iki yol vardı: Biri araçların tırmandığı geniş yol, diğeri çam ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla yükselen dar patika… Biz hep patikayı seçerdik. Çünkü o yol yalnızca manastıra değil insana açılırdı. Yol boyunca karşılaştığımız selamlar, kısa sohbetler patikayı bir ibadetin sessizliği kadar derin bir paylaşıma dönüştürürdü. Çam kökleri kimi yerde yolumuzu keser, dik yokuşlar nefesimizi tüketirdi ama her adımda manastıra yaklaştığımızı bilmek bütün yorgunluğu unuttururdu.

Patikanın sonunda karşımıza çıkan manzara büyüleyiciydi: Sümela Manastırı, kayaların göğsüne yaslanmış, göğe asılı bir sır gibi dururdu. Sislerin arasından beliren siluetiyle sanki dağlarla gökyüzü arasında kurulmuş bir köprüydü. O an insan, gördüğünün yalnızca taş değil yüzyılların duası olduğunu anlardı.

ZAMANIN İÇİNDEN GELEN MUHABBET

Sümela’nın hikâyesi, rivayete göre Atinalı keşişler Barnabas ve Sophronios’un rüyalarında gördükleri ilahi bir ışığın izinden bu dağlara gelmeleriyle başlar. Bizans İmparatoru Theodosius döneminde kurulan manastır, yüzyıllar boyunca hem inancın hem de sanatın merkezlerinden olmuştur. Komnenoslar döneminde büyümüş, Osmanlı padişahlarının fermanlarıyla korunmuş, Cumhuriyetle birlikte belleğimizin en değerli parçalarından biri olarak yaşamını sürdürmüştür.

Duvarlarındaki freskler hâlâ nefes alır: Meryem’in kederli bakışları, İsa’nın merhametli yüzü, azizlerin sessiz duaları… Renkler solsa da anlam kaybolmaz. Çünkü Sümela’da taş yalnızca taş değildir. Her duvar, her motif, yüzyılların duasını taşır.

DOĞAYLA İNSAN ARASINDA

Sümela, doğayla insanın buluştuğu yerdir. Altındere Vadisi’nin hırçın suları, göğe uzanan çamlar, manastırın taşlarıyla bütünleşir. Bu yüzden gelen herkes yalnızca bir manastır görmez, kendi iç yolculuğunu da yaşar.

Benim için de öyleydi. Babamla birlikte ilk gördüğüm günü hiç unutmam. Arabayı kenara çekmiş, dakikalarca susmuş, manastırın göğe yükselişini izlemiştik. O sessizliğin içinde babamın gözlerindeki saygıyı hâlâ hatırlarım. Yıllar sonra bir bahar sabahı yeniden patikadan çıktığımda, kar suları vadiden çağlıyor, güneş dalların arasından ince ince süzülüyordu. Basamaklarda nefesim daralsa da manastır birden karşıma çıktığında bütün yorgunluğum eriyip gitmişti. O an anladım: Sümela’ya çıkmak yalnızca bedensel değil ruhsal bir yolculuktu.

SİSLER ARASINDA KALAN ŞARKI

Trabzon’dan Maçka’ya, oradan Altındere Vadisi’nin virajlı yollarına uzanan bu yolculuk, derenin sesiyle, sisin kucağıyla, göğe asılı taşlarla son bulur. Sümela, yalnızca bir manastır değildir. İnsanın Tanrı’ya yaklaşma arzusunun, Trabzon’un belleğinin ve Karadeniz’in ruhunun taş kesilmiş halidir.

Onu bir kez gören artık yalnızca gözleriyle değil, ruhunun en derin yerinde taşır. Çünkü Sümela, dağların kalbine kazınmış bir dua, göğe yükselen bir hatıra ve bu kentin belleğinde sonsuza dek yaşayacak bir şarkıdır.

İlgili Konular: #trabzon #Maçka