Alacakaranlığı aydınlatan pembe bir ışığın ormanın pusuyla birbirine karıştığı gizemli bir yer. At arabasının içinde yeni yaşamına yolculuk ederken ağaçları çevreleyen bu pembe bulutların sahibi olduğunu fark ettiğimiz genç bir kız. Uykusunda, şiirlerini okuduğu “prens”le evlenmek yerine onun tarafından vurulduğunu gören Elvira’nın (Lea Myren) bu tuhaf rüyası, birazdan olacak garipliklerin de habercisi aslında. Çünkü Swedlandia Krallığı’na, dul annesi Rebekka (Ane Dahl Torp) ve kız kardeşi Alma’yla (Flo Fagerli) Külkedisi masalını yeniden yorumlamak üzere gelen Elvira, bize bu peri masalının çok da üzerinde durmadığımız bir bakış açısını sunmaya hazırlanıyor: Sindirella mutlu sona ulaştı, peki ya üvey kardeşler?
“Çirkin Üvey Kardeş” (Den Stygge Stesøsteren), Norveçli yönetmen Emilie Blichfeldt’in, beden korkusu türüne tumturaklı bir giriş yaptığı, akımın önde gelen isimlerinden David Cronenberg’den esin aldığını saklamayan grotesk bir peri masalı. Sindirella masalının Grimm Kardeşler sürümünün anlatının her noktasında yankılandığı bu yorum, Blichfeldt’in ellerinde kadına ve güzellik standartlarına ilişkin post-feminist bir görünüm kazanıyor. Peri masallarının keskin sınırlarla çizilmiş iyi ve kötü karakterleri, bu filmde birbirine geçiyor, masalı okurken bize güvence veren masumiyet, ürkütücü bir bencillikle sarmalanıyor, cinsel imalar belirgin imgelere dönüşüyor ve en önemlisi kadınlar üzerindeki estetik kalıplar gerçek, grafik şiddetin can alıcı anlar sunduğu estetik operasyonlara dönüşüyor.
KİBİRLİ SİNDİRELLA
Evet, Swedlandia Krallığı’nda yine ilk bakışta her şey bildiğimiz gibi görünüyor: Agnes (Thea Sofie Loch Næss), açık bir biçimde “sarışınlığıyla” ilk andan itibaren masalın Külkedisi. Ancak aşina olduğumuzun aksine iyi değil düpedüz kibirli, bencil ve “masumiyet kalıplarına uymayacak işler” peşinde. Rebekka, uğursuz güzelliğiyle büyüleyen, kocasının aslında zengin olmadığını öğrendiği anda kızlarını zengin bir adamla evlendirmek için her şeyin mübah olduğunu düşünen bir anne. O kadar ki kocasının cenaze masraflarını karşılamak yerine, onun evin bir köşesinde çürümesine izin veriyor ki bu çürümeyle oluşan kokuşmuşluğun -ve dahi kurtçukların-, evin her zerresine, her karakterine sirayet ettiğini birazdan göreceğiz. Alma’ya gelince; bu bir garip masalda neler olup bittiğini anlamakta güçlük çeken, olayların başından sonuna dek filmin vicdanı ve sağduyusu olan karakteri. Ve Julian… Alabildiğine sıradan ve evleneceği kadını bulmak için balo düzenleyen meşhur prensimiz…
Tüm bu karakterlerin merkezinde anlatının odağı, kalbi Elvira ise Agnes’in üvey kardeşi olmaktan başka bir sıfatı olmayan, diş telleri, yamuk burnu, standartların üstünde kalan kilosuyla estetik yaklaşımlara meydan okuyor. İlk sahneden itibaren prensle evleneceğini düşlüyor, bunun için her acıya göğüs germesi gerektiğini biliyor ancak çekmecelere sakladığı tatlıları yemekten de vazgeçmiyor. İşte bu noktada Blichfeldt’in, rahatsız edici fikirleri devreye giriyor ve açık burun ameliyatından, diş tellerinin çıkarılmasına, kirpik takmaya dek bir dizi estetik operasyon, kadın bedenine yönelik düşüncelerin, zorlamalar ve aşağılamalar devreye girdiğinde ne denli saplantılı bir hal alabileceğini gösteriyor.
Filmin başında Elvira’nın burnunun üzerindeki sivilcenin içinden çıkanların yakın çekimde gördüğümüz hali, zayıflamak için tenya yumurtası yemeye sürüklenen karakterimizin yaşayacaklarına da işaret ediyor. Elvira’nın katlanmak zorunda kaldığı her işkence didaktik olmadan, güzelliğin bedelinin yalnızca acı olabileceğini ve kadınların buna, sırf günümüz dünyasının normlarında değil ataerkil düzenin var olduğu, olacağı her coğrafyada, kültürde ve gelenekte katlanmak “zorunda oldukları” bir düzen, bir sistem olduğunu gözler önüne seriyor. Bu elbette, yakın zamanda izlediğimiz “The Substance”in kadın bedenine yönelik algı ve normların, aşağılamaların ve baskıların yarattığı “mide bulandırıcı” sonuçlarıyla analoji yaratabilir. Ancak Blichfeldt’in yaklaşımı Elvira’nın hocasının söylediğinden hareketle, kadının ruhu, tini ve bedeni arasındaki ilişkiye giden süreci masaya yatırmak amacı taşıyor. Elvira’nın “çirkin” dış görünümü ile “güzel” özü arasındaki çelişki, “Çirkin Üvey Kardeş”in ataerkil düzende kadınların var olabilmek için dönüşmek zorunda oldukları şeyler, içine girmeleri gereken korseler, rahatsız elbiseler veya ayaklarının sığmak zorunda olduğu ayakkabılarla ifade ediliyor. Bunlara eşlik eden puslu atmosfer, çürümüşlüğü görselleştiren sahneler, gotik tınılar ve gösterişli elbiselerle bezeli film, kadın bedenine yapılan eziyet ve ıstırapların zamansızlığını hatırlatıyor. Başka bir deyişle yüzyıllardır içinde bulunduğumuz düzenin “çarpıklığı”, “çarpık” bedenlerin nedeni ve bugün “güzel” olanının, yarın ne olacağı hâlâ ne yazık ki meçhul. Çirkin Üvey Kardeş’i, MUBI Türkiye’de izleyebilirsiniz.
Puanım: 7.5/10