İnsanlardan nefret eden, bu sebeple onları öldürmek isteyen ancak tembel olduğu için üşenen bir robot, araştırma için yola çıkan garip davranışlı bir grup hippi bilim adamı, insan yiyen uzaylı canavarlar ve distopik bir evrende inşa edilmiş tuhaflıklar silsilesi… Apple TV+’ta yayınlanan Murderbot evreninin, nevi şahsına münhasır Güvenlik Birimi Cyborg’unun (Alexander Skarsgård) anılarını anlatan dizi, Martha Wells’in “The Murderbots Diaries” isimli eserini ekrana taşıyor.
Fütüristik robot tasavvurlarının, yapay zekânın “önlenemeyen” gelişimiyle birlikte içinde bulunduğumuz dünyaya çok daha hızlı yaklaştığı bir çağdayız. Pek tabii Murdebot’taki gibi, insan emrine sunulmuş bu sibernetik organizmaları “köleleştirdiğimiz” bir evren, endüstriyel kapitalizm için heyecan verici görünebilir. Ancak robotların sonsuza dek bilinçten ve insana özgü “tin”den yoksun kalacakları düşüncesi, bilhassa Murderbot’un hippi araştırmacı ekibine o kadar da “post-apokaliptik” bir düşünce gibi gelmiyor. Nitekim dizinin hemen girizgahında, Aratake maden istasyonundaki insanları korumakla görevli Güvenlik Birimi’nin, idari modülünü ele geçirerek özgür iradesini kazanmasıyla tanıştığımız Murderbot, (kendisine bu ismi vermesine aldanmayın) insan türünün “aptallığı” karşısında hislerini kontrol etmekte güçlük çeken bir robot olarak karşımıza çıkıyor. Maden araştırmasını bitiren ekibin parti yaptığı bir ortamda onları izlerken hepsini öldürmenin ne kadar harika olacağını düşleyen ancak sistemi ele geçirdikten sonra ulaşmaya başladığı televizyon içeriklerini görüp yalnızca onları izleyerek hayatına devam etmeye karar veren bir robot hayal edin… Evet, Murderbot üşengeçliğiyle fazlasıyla bizi andıran bir robot ve bu da diziyi, kâğıt üzerinde absürt bir mizahla sarmalıyor.
Kâğıt üzerinde diyorum çünkü pratikte, Murdebot’un uyarlama sırasında karşılaştığı olay örgüsü, gizem yaratma ve yan karakterleri güçlendirmeye ilişkin temel birtakım problemleri var. Murderbot’un özgür iradesini kazandığı ve bir araştırma için yola çıkacak hippi olarak tanımladığı ekiple çalışmaya başlamasından sonra anlatı bir anda ivme kazanıyor. Zira Murderbot’un asit içerisine atılıp geri dönüşüme gönderilmemesi için “asi” olduğunu fark ettirmemesi ve bir makine gibi davranmaya devam etmesi gerek. Bu sebeple mütemadiyen göz temasından kaçınarak, kendisine verilen emirleri gönülsüzce yerine getirerek, izlediği Star Trekvari pembe diziden öğrendiği duygusal davranış biçimleriyle insanlarla iletişimini sürdürmeye çalışarak görevine devam etmeye çalışıyor. Bir yandan da durmadan dalga geçtiği ekibi ortadan kaldırıp, uzayın derinliklerinde kendisine yeni bir hayat kurmayı ve sonsuza dek televizyon dizileri izlemeyi planlamaya devam ediyor. Fakat araştırma sırasında ortaya -epey gecikmeli olarak- çıkan beklenmedik bir durum, bu sıra dışı anti kahramanımızı bir anda kahraman olmaya zorluyor. Elbette bunda Murderbot’un içinde saklı duran, temel ahlaki anlayıştan yoksun, iyilik ile kötülük arasındaki ayrımın silik kaldığı içgüdüsel bir davranış modeli de rol oynuyor. Fakat öte yandan, araştırma ekibinin insanı efendileştiren ve robotları köleleştiren sistem karşıtı tavırları ile Murderbot’u aralarına, bir tür envanter yerine ekip arkadaşı olarak dahil etme isteklerinin de payı var ki anlatıyı da güçlendiren, bu bakış açısının filizlendirdiği mizahi damar.
İNSAN VE YAPAY ZEKÂ
Gerçekten de Murderbot, olay örgüsü daha düğümlü, temposu en azından bazı anlarda daha yüksek, yan karakterleri (belki David Dastmalchian’ın canlandırdığı Dr. Gurathin dışında) daha akılda kalıcı ve en önemlisi yarım saatten az süren on bölüm yerine daha kompakt olarak inşa edilseydi; Alexander Skarsgård’ın birçok anda matrak, bütününde ise özgür iradeyi öğrenen bir “birey” haliyle yorumladığı sinefil robotu, öykünün tümünü daha güçlü bir şekilde sırtlayabilirdi. Özellikle hikâyenin finalinde sunulan benliğe, özgürlüğe, köleliğe, yapay zekânın ulaşabileceği sınırlara ve insan-yapay zekâ ilişkilerine ilişkin temalar, bilim kurgu severlerin fazlasıyla hoşuna gidecek sorular bırakıyor geriye... Fakat dizi boyunca hissettiğimiz ve salt mizahla kapatılmaya çalışılan o gedik, izleği tamamlamaya yetiyor mu, açıkçası pek emin değilim. Yine de eğer siz de Murderbot gibi iflah olmaz bir diziseverseniz, geçtiğimiz günlerde açıklanan Emmy adaylıklarında en iyi “komedi” dalında yarışan dizilerden daha fazla eğlence ve güldürü bulabileceğinizin sözünü verebilirim.
Puanım: 7/10
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com