Toplumsal Kötülük ve Kadın: Barbar
Hem nicelik hem de nitelik açısından yükselişte olan korku filmlerine bir yenisi daha eklendi.
Korkuseverler için bu yıl öylesine bereketli geçiyor ki neredeyse her ay, türe ait birkaç kalburüstü yapımla birden karşılaşmak olağan duruma geldi. Elbette bunda, dijital ortamların pastayı genişletmesinin payı büyük. Ancak özellikle son yıllarda içeriğe biraz daha fazla eklemlenen sosyal hiciv meselesinin de öykü anlatıcılığının sınırlarını genişlettiğini söyleyebiliriz.
Nitekim, son olarak Disney Plus’ta gösterime giren Barbar (The Barbarian), söz konusu toplumsal kötülük ve onun yarattıkları ya da “doğurdukları” üzerinden biçimlendirdiği öyküsüyle alabildiğine rahatsız edici bir anlatı kuruyor ve daha ilk andan, kıvrımlı öyküsünün katmanlarına gizlediği dehlizler gibi karanlık, ürkütücü ve yeni fikirlere “gebe” olduğunu açık ediyor. İzleğin en sevdiği şekilde yağmurlu bir gecede, Detroit’in terk edilmiş bir bölgesinde açılan film, Tess (Georgina Campbell) isimli genç bir kadının iş görüşmesi için kiraladığı oda sorunuyla başlıyor. “Tek başına bir kadının” ıssız bir mahallede, kendisiyle aynı evi tuttuğunu söyleyen başka bir adamla kalmasının yarattığı yüksek tansiyona sırtını yaslayan öykü, şık bir kamera hareketiyle seyircisini de gerilime etkin biçimde katıyor. Biz, sırf yüz ifadesiyle bile tekinsizliğin vücut bulmasına yol açan Keith’in (Bill Skarsgård) hasta ruhlu bir katil veyahut tecavüzcü olma olasılığını düşünüp duralım; yönetmen Zach Cregger kadının dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir şartta güvende olmadığını ve bu kuşkuların bir tehlike olsun ya da olmasın korkunun ilk dayanağı durumuna geldiğini yüzümüze vuruyor. İtiraf etmeliyim ki anlatının kökleri ikinci öyküyle Aydınlanma’dan hemen önce topluma ve kadının içinde bulunduğu duruma atılan bu taş, kötülüğün kendisinden bile daha korkutucu ve rahatsız ediciydi.
İlk bölümün dokusuyla uyumlu renk paletinin ardından, çarpık bir mizaha eşlik eden güneşli bir günde açılan ikinci öykü, bu kez yerginin yönünü değiştiriyor ve çağdaş dünya erkeklerinin en korktuğu sorundan dem vuruyor. “MeToo” hareketiyle bağlantıladığı yeni karakterini servis eden film, Hollywood’un çürümüşlüğü ve yozlaşmışlığına kısa bir bakış attıktan sonra anlatısının çekirdeğini, barbarlığın yarattığı barbarlığı, kötülüğün doğurduğu kötülüğü sakladığı bodrumdan çıkarıyor. Toplumun gizli köşelerinde mesken tutmuş zalimliğin simgesel bir tanımı olan Barbar ve filmin bilhassa finalde onu tanımlama hali o kadar güçlü ki yönetmenin salt derinliksiz bir korku figürü yaratmanın ötesine geçmek istediğini görebiliyorsunuz. Kadına, başka hiçbir vasfı yokmuş gibi yüklenen annelik vazifesinden kötülüğün nesiller boyu aktarımına, bazen aktarılamayışına ya da içgüdüyle ilişkisine, erkeğin kadın yaşamını basit bir güvensizlik hissiyle bile sınırlandırabilmesinden anneliğin “kutsallığına” yönelik en tuhaf yoruma kadar, sayfalar dolusu okumaya açık bir film Barbar. Ve tüm bu temaların çok sert bir karışımını mayasında barındırıyor.
Yönetmen Cregger, birbirine bağladığı düğümleri birer birer açarken bazen aksaklıklar yaşasa da kesinlikle cesur bir girişimde bulunuyor. Cesur çünkü yalnızca alelade korku işaretleriyle ürkütmüyor seyircisini, devletin koruması altında olması gereken bir bireyin yalnızlığıyla bile kanıksanmış çaresizliği ifşa ediyor. Başka bir deyişle doğaüstü bir korku figürünün yarattığı dehşete veya içgüdüsel bir şeytanlığa işaret etmiyor Barbar; bilakis “yaratılmış” olan habisliğin kadına yaptıklarını vurguluyor ve bana kalırsa bu, hepsinden daha korkunç.
Puanım: 8/10
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama