Yorumcu koltuğundan yedek kulübesine

Yorumcu koltuğundan yedek kulübesine

7.09.2025 10:55:00
Güncellenme:
Orhun Atmış
Takip Et:
Yorumcu koltuğundan yedek kulübesine

Emre Özcan’ın yolculuğu futbolun analizini yapmakla başlayıp yeşil sahada şampiyonluğa kadar uzandı.

Türkiye’de spor dalları içinde en büyük ilginin futbola gösterildiğini dile getirmemize gerek yok. Yine de bu ilginin futbol yöneticileri, oyuncuları, antrenörleri ve futbol medyası tarafından sağlıklı, verimli, katkı sağlayan, bilimsel veya ileri taşıyan bir biçimde kullanıldığını söyleyemeyiz. Spor programlarının çoğunluğu, “spor programı” dendiğinde gözünüzde canlanacağı üzere bir masa etrafında oturan birkaç kişinin yorumlarından ibaret. Bu programların başarısı da genellikle televizyondaysa “reyting”, dijitaldeyse “izlenme sayısı” üzerinden ölçülüyor. Bu da bazı programların sadece daha fazla izlenme kaygısına yönelik yayınlar yapmasına neden oluyor. Halbuki Türk futbolunda tanık da olduğumuz üzere çok sayıda düzeltilmesi, değiştirilmesi ve geliştirilmesi gereken konu var. Aklıma hemen eski Galatasaray ve Barcelona teknik direktörü Frank Rijkaard’ın cümleyi kurduğu 2009 yılından bugüne unutamadığım o sözü geliyor: “Her şeyden biraz var Türk futbolunda. Yetenek var, ruh var, mücadele var. Ama hiçbir şey tam değil. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor...”

İşte yılların çoğu şeyi değiştiremediği Türk futbolunda, en azından işin medya yönünde ileriye giden noktalar var. Bunlardan birisi de dijital yayıncılığın getirdiği yenilikler ve yeni alanlar açması. Emre Özcan o açılan yeni yollardan kendine, futbola ve en önemlisi de spor medyasına katkı sağlayan en donanımlı insanlardan birisi. Türkiye’de herkes futbolu biliyor(!) ve konuya hakim. O yüzden futbol yorumculuğu da dijital mecraların da yaygınlaşmasıyla ciddi enflasyonu olan bir meslek. Emre Özcan da aslında çoğu futbol hayranı gibi 2000’lerin başlarında blog açarak düşüncelerini kayda geçmeye başlamış. Ancak onu genel olarak futbol yorumlarından ayıran bir nüans var. Özcan en başından beri hep saha içinde oynanan oyunun arkasında yatan “nedenleri” merak ettiğini ve düşündüğünü dile getiriyor. Bunu da şu sözlerle anlatıyor: “Sahada gördüğümüz her şeyin bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Her şey; her başarılı performans, her gol, her hata... Bazen bireysel hata gole neden oluyor. Ama o bireysel hatanın olmasına neden olan şeyler de var sahada. Sahada hep neden-sonuç ilişkisi var ve hep bunları merak ettim. O yüzden o sürecin getirdiği bir sonuç diyebilirim.” 

Herhangi bir maç ya da bir gündem hakkında olsun, Emre Özcan’ın katıldığı programlarda bu neden-sonuç ilişkisini çok çabuk kavradığını ve bunu net bir biçimde aktarabildiğine tanık oluyorsunuz. Saha içinde neler yaşandığını kurduğu kısa ve öz, basit cümlelerle izleyiciye anlatabiliyor. Bu da yıllar içinde, başta Socrates olmak üzere dijital mecralarda kendine has bir izleyici kitlesi edinmesine neden oldu. Ardından NOW gibi ulusal kanallarda da kendine yer bulduğunu gördük. Yıllar içinde futbol yorumculuğunda yerini sağlamlaştırırken “bir marka” haline geldiğini bile söyleyebiliriz. 

1863 BOĞAZİÇİ’YLE ŞAMPİYONLUK

Emre Özcan, futbol hakkındaki derin bilgisini, gerçekten yeşil sahada test etme şansı da buldu. İstanbul’un amatör küme ekiplerinden, oyuncuları Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan 1863 Boğaziçi Futbol Kulübü’nün geçen yıl teknik direktörü olan Özcan, takımı bir yıl içerisinde şampiyon yaparak 2. Amatör Küme’den 1. Amatör Küme’ye yükseltmeyi başardı. Emre Özcan’ın YouTube’da 1863 Boğaziçi yolculuğu izlenebiliyor.  

Emre Özcan’la aslında yukarıda biraz temelini attığımız konudan başladık konuşmaya. Onu birçok spor yorumcusundan ayıran en önemli noktanın bana göre yeşil sahadaki oyuna metodolojik yaklaşmaktan kaynaklandığını dile getirdim. Biraz da reyting kaygısıyla Türkiye’de futbola çoğunlukla sezgisel yaklaşıldığını, bu yüzden kendisinin önemli bir fark yarattığını söylediğimde, “Medyaya girdikten sonra ve özellikle yorumculuğa başladıktan sonra o sezgisel yorumculukla alakalı söylediğin şeyin ne olduğunu anlayabiliyorum. Oradan uzak durmaya çalıştım çünkü afaki. Oyunu öyle açıklamaya çalışmak biraz daha farklı oluyor. Buna karşı değilim. İşi o taraftan görüp de çok rasyonel bir şekilde kendi mantıkları, kendi rasyonaliteleri içerisinde açıklamaya çalışan ve başarılı olan insanlar da var. Ama o bana doğru gelmiyor. Çünkü oyunda farklı şeyler var. O yüzden onlardan da hep kaçınmaya çalışıyorum. Mesela ‘istek’... Oyunu istekle açıklamaya çalışmam. Bir ‘oyun iştahı’na inanırım ama ‘istemek’ diye bir şey yok. ‘Bugün çok istedi bir takım.’ Her takım sahaya çıktığında kazanmak istiyor. Hiçbir takım daha az kazanmak istemez. Ama ‘oyun iştahı’ diye bir şey vardır ve o oyun iştahını ortaya çıkaran faktörler vardır, başta teknik adam olmak üzere. O yüzden bu tarz eylemlerden, bu tarz oyunu açıklama çabalarından uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü onun oyunu doğru bir şekilde tarif ettiğini düşünmüyorum” diye yanıtlıyor. 

Bu tür bir yorumculuk için tabii ki zekayla birlikte çalışma biçimi de önem kazanıyor. Emre Özcan da oyunun teorisi üzerine okuma yaptığını vurguluyor. Başarılı yorumcu, “Saha içi analizine odaklıyım ama sadece onu yapıyorum diyemem. İşin hikâyeciliği kısmını arkada bırakıyorum biraz. Bir futbolcunun, bir teknik adamın hayatı... Tabii ilgilendiğim, sevdiğim teknik adamların hayatına elbette bakıyorum ama öyle bir çalışma metodum yok. O daha az, yani yüzde on, yüzde on beşi geçmiyor. Daha çok oyunun teorisine ilişkin okumalar yapıyorum. İzlemelerim de onun üzerine. Çok maç izleyip çok okumaya çalışıyorum. Bunu birleştirmeden oyunu takip etmek, oyunu doğru şekilde anlatmak mümkün değil, benim düşüncem” diyor.

Peki, bu bilgililik ve analiz yeteneği, teknik direktörlük yaşantısında kendisine nasıl yardımcı oldu? Sonuçta takımını şampiyon yapan bir teknik direktör... 

Biraz da şakayla karışık “Haklı çıktığını düşünüyor musun” diye sorduğumda şu yanıtı veriyor Emre Özcan: “Haklı çıkmaktan ziyade, gördüğüm, bildiğim, izleyerek öğrendiğim, okuyarak öğrendiğim şeylerin uygulamaya geçtiği anda bir futbol takımına karşılık verebildiğini gördüm ve bu beni çok mutlu etti. Onu söyleyebilirim. Çünkü bizim net bir oyun felsefemiz var. Rakibi karşılarken ve topu kazandıktan sonra net bir oyun felsefemiz var. Ve bunlar gerçekten üst yapıda da kullanılan şeyler. 10 yıldır yorumculuk yapıyorum, 15 yıldır medyadayım. Hep büyük ligleri yorumladım. Bundesliga, Serie A, Premier League... Hiç Avrupa'nın dışına çıkmadım, yani Güney Amerika vs. O yüzden hep üst seviyeyi izledim ve üst seviyede gördüğüm şeyleri oraya uyarlamaya çalıştım. Ama tabii ki basit bir şekilde. En elit seviye değil, yani ‘Sahte 9’ gibi... Bunlardan uzak durmaya çalıştım. Bunlar ikinci amatör seviyesinde çok karşılık bulacak şeyler değil. Fakat yaptığımız karşılama da beklediğimiz alan da topu kazandıktan sonra yaptığımız şeyler de orta sahada ortaya çıkarmaya çalıştığımız sayısal üstünlükler de hakikaten üst seviyede, büyük liglerde birçok takımın, bazı elit takımların kullandığı şeyler ama basit şeyler. Karmaşıklaştırmadan bunu yapmaya çalıştım. ‘Sahte bek’i en çok dillendiren insanlardan biriyim son dört beş senede. İlk antrenmanda değil, ilk tanışma toplantısında, ‘Sahte bek diye bir şey kullanmayacağız’ dedim. ‘Böyle bir beklentiniz varsa, böyle şeyler yaşarız diye bir endişeniz varsa öyle bir şey olmayacak’ diye ilk aşamada söyledim.”

‘YORUMCULUĞUN FAYDASI’

Her ne kadar teknik direktör olsa da daha önce Boğaziçili oyuncularla birlikte olan teknik ekibin katkısının yadsınamayacağını dile getiren Özcan, “Birincisi çok büyük bir şansım vardı. Üç yardımcım vardı. Bir kaleci hocası, Yunus Malik Hoca. Ve Baran Padır ve Kadir Can özellikle. Onlar benim işimi çok kolaylaştırdı. Çünkü bütün sistemi bana en başından itibaren çok net bir şekilde anlattılar. Ben o yüzden işe başladığımda ikinci amatörün ne olduğunu hızlı bir şekilde öğrendim. Oynayacağımız ligin nasıl bir atmosfer olduğunu çok iyi bir şekilde öğrendim ve ne anlattılarsa ben onu gördüm. O anlamda çok şanslıydım. Onlar olmasaydı ben bu işe yetkin olmayabilirdim. Çünkü onlar beni çağırdılar, onlar beni davet ettiler, onlar benim bu işi yapmamı istediler. Ve bu işi yaparken de inanılmaz yardımcı oldular. O yüzden onların hakkını ödemek mümkün değil” ifadelerini kullanıyor. 

Socrates gibi bir mecrada yorumculuk yapmasının futbolcularda da karşılığını görmüş Emre Özcan. Zaten Socrates’in genç bir kitleye hitap ettiğini söyleyerek, “Bu çok ciddi bir avantaj oldu benim için. Çünkü şöyle de yaklaşabilirlerdi: ‘Bu adam nereden geldi? Bu adam kim? Bu adam ne biliyor ki?’ Hiç öyle bir yaklaşım görmedim. Ve bu da muhtemelen üzerine çalıştığımız şeylerin daha net bir şekilde geçmesine olanak sağlamıştır. O anlamda da çok şanslıyım” diye konuşuyor. 

‘DİJİTAL DE ANA AKIMA BENZEDİ’

Biraz da geleneksel ve dijital medya karşılaştırması yapmak için en uygun isimlerden birisi Emre Özcan, ilk etapta Eurosport’ta Snooker’la başlayan bir spikerlik, ardından çok sayıda spor dalında devam etmek, sonrasında ise futbolda spikerlik ve yorumculuğa geçiş... Spor medyasının bugünkü halini nasıl gördüğü sorusuna yanıt veren Özcan, “Zor bir soru. Dijital medya büyük bir soluktu, hâlâ da öyle. Ama son iki üç yıl itibarıyla beni biraz hayal kırıklığına uğrattığını söyleyebilirim. Çok farklı olanaklar veriyor dijital medya size. Ama ben dijital medyanın da bütün kanalları dahil olmak üzere söylüyorum, çok fazla stüdyo programlarına ve ana akım televizyon kanallarına döndüğünü görüyorum. Dijital medya çok yaratıcı kurgular yapma şansı veriyor size ve neredeyse hiçbir kanalın bunu kullanmadığını düşünüyorum. Bunu anlayabiliyorum çünkü güncel konuşuluyor, sabah çekip akşam yayına girmesi gerekiyor. Bu, yaratıcı kurgunun önünde bir engel. Ama her şeyin buna dönmesi, televizyon kanallarıyla hemen hemen aynı yayın formatlarını beraberine getiriyor. Dört beş sene önce hayal ettirdiği şey bence biraz daha farklıydı. O hayal ettirdiği şeye hiç ulaşamadığını ve ana akım televizyon kanallarına döndüğünü düşünüyorum. Mesela Socrates’teki Atom programı gibi yaratıcı kurguya sahip çok daha fazla programın olabileceğini düşünüyordum” diyor. 

Tam bu noktada dijital mecrada farklı denemeler yaptığına da tanık oluyoruz Emre Özcan’ın. Galatasaray futbolcusu Berkan Kutlu’nun İsviçre’de büyüdüğü kentte adının futbol sahasına verilmesini hareketli bir söyleşiyle YouTube’da, kendi kanalında yayımladı. Bu söyleşide Kutlu’nun nasıl antrenman yaptığına da tanık olan Emre Özcan, bunu 1863 Boğaziçi Futbol Kulübü’nün antrenmanlarına da taşıma niyetini dile getirdi. Bunu sorduğumda, “Direkt alacağım onu. Zaten çocuklara da söyledim. Onlar da izlemişler, bekliyorlarmış böyle bir şey. Birkaç pazar direkt bir şekilde onu yapacağız bir kırk dakika antrenmanda” yanıtını verdi. 

KİMLERİ TAKİP EDİYOR?

* Peki, kimleri takip ediyorsun? Kendini nasıl geliştiriyorsun? 

En sevdiğim yazar James Horncastle. Ama Horncastle biraz işin hikâyeciliği tarafındaydı, o da şimdi saha içine dair daha fazla analiz yapmaya başladı, bu beni çok mutlu ediyor. Horncastle'ı seviyorum çünkü bir İngiliz ve Serie A (İtalya) üzerine yazıyordu. Benim geçmişimde de 2010’lar ve öncesinde Serie A odaklı bir futbol izleyicisiydim. Parma’ya olan sevgim oradan geliyor zaten. Bir İngiliz’in Serie A üzerine o kadar güzel yazılar yazması çok hoşuma gidiyordu. O yüzden onun yeri farklıdır ama taktik anlamda en beğendiğim isim hep Michael Cox oldu son birkaç yıla kadar. İki tane önemli kitabı var: ‘The Mixer’ (Türkçe'ye ‘Karambol’ olarak çevrildi) ve ‘Zonal Marking’. Cox'un blogunun da ismi Zonal Marking. En başından beri okurum. Bence taktik yazarlığının ve saha içi analizlerinin dünyada seyrini değiştiren ve futbol yayıncılığının oraya gitmesini sağlayan bir numaralı faktör olduğunu düşünüyorum. Jonathan Wilson'ı çok beğenirim, ‘Inverting the Pyramid’ diye futbol taktikleri tarihi üzerine çok önemli bir kitap yazdı. O kitap da bence milatlardan biri. Bu isimler benim için önemli. Ama tabii, yazar odaklı değilim çok fazla. İçerik odaklıyım. Hoşuma giden bir içerik, hiç tanımadığım insanların bir içeriği önüme düşüyor Twitter’da, başka bir yerde, ulaştığım sitelerde okuyorum.

İşte en sevdikleri...

* En sevdiğin beş futbolcu? 

Tarihten Thierry Henry, Roberto Baggio. Fabio Cannavaro. Dördüncü ve beşinci çok değişiyor aslında... Zinedine Zidane ama ondan daha çok sevdiğim oyuncular olmuştur. Andrea Pirlo ve Virgil van Dijk.

* Başka spor dallarından sevdiğin sporcular var mı?

Kobe Bryant’ın çok büyük hayranıydım. Roger Federer, Andre Agassi. Çocukluğumdan Steffi Graf... Dirk Nowitzki, çok özeldir benim için. Çok fazla Dallas maçı izledim. F1’deyse döneminde Jacques Villeneuve.

* Düzenli olarak takip ettiğin yurtdışı spor yayınları neler?

Düzenli okuduğum bir şey yok. Eskiden The Blizzard'ı takip ediyordum. Premier League'i yakından takip ettiğim için The Guardian, The Times, Daily Mail ve The Telegraph’ın spor bölümlerini okuyorum.

* Eski maçları izler misin? En çok hangilerini?

Çok. Hayatımda en çok öğrendiğim şeylerden biri Guardiola’nın 2009-2011 arası Barcelona’sı. Bütün maçları izledim ama asıl 2015-2018 olması lazım, Maurizio Sarri'nin Napoli'si. O üç sezonun 114 maçını neredeyse üçer defa döndürdüm diyebilirim. İzlerken en çok keyif aldığım maçlardan biri Napoli'nin Manchester City'ye 4-2 kaybettiği Şampiyonlar Ligi maçıydı. Tekrar tekrar ilk yarıya, ikinci yarıya baktığım bir maçtı.

* Spor dışında yapmayı aşırı sevdiğin hobilerin var mı?

Film izlemeye çalışıyorum. Kitap okumaya çalışıyorum ama hedeflediğimden çok uzaktayım maalesef. Son dönemde yazılara biraz daha fazla kaydım. Poker oynamaya ve poker turnuvalarına gitmeye çalışıyorum. O da son dönemde biraz daha ciddileşen bir hobim diyebilirim.

YAŞAMININ KIRILMA ANLARI

* Hayatının kırılma noktaları neler?

2014'ün sonuydu galiba, Mustafa Taha'nın gelip ben spikerken, “Emre, gel sen büyük maçlarda yorumculuk yap" demesi. O benim hakikaten bir kırılım yaşamamı sağladı. Çünkü ben vasat bir futbol spikeriydim. İyi bir spiker olma şansım yoktu. Bunun farkındaydım. Ama yorumculuk teklifi geldikten sonra, üçüncü dördüncü maçımda dedim ki, "Ben bu işte daha yukarı gidebilirim." Spiker olarak bunu hiç hissetmiyordum mesela. Hiç daha önce bir spiker böyle bir yorumculuk geçişi yapmamıştı. İkinci kırılma, daha büyük kırılma, 2017’de S Sport’ta Premier League yorumculuğu teklifi almam. O da Orhan Uluca vasıtasıyla oldu. Benim Premier League’le hiç bağlantım yoktu. Bir gün telefonum çaldı, "Buraya genç bir yorumcu arıyoruz. Aklıma sen geldin" dedi. Ben önce "Abi yapamam, benim Premier League ile alakam yok" dedim. Beni ikna etmeye çalıştı. Çevreme sordum, herkes acayip destekledi. Kabul ettim tabii ki. Orhan’ın beni oraya düşünmesi önemli. Ama tabii medyaya girişim de Bağış Erten’den aldığım spikerlik teklifi de hayatımı aslında en çok değiştiren şey diyebilirim.

İlgili Konular: #Emre Özcan