Teos’un gürültücü sanatçıları….
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...
Kim ne derse desin, insanın biçimlendirdiği Dünya o kadar hızla değişiyor ki hangi sosyal sınıftan olursa olsun, yaşanan koşulları doğru algılamak ve ona uygun davranmak insan için giderek zorlaşıyor.
Bilimin yarattığı olanaklar baş döndürücü hal alıyor.
Sağlıkta, ulaşımda, iletişimde, bilişimde sağlanan hız insanın tabii ki daha sorunsuz yaşamasını sağlıyor.
Hastalıklara daha hızlı teşhis konabiliyor, iyileşme daha çabuk sağlanabiliyor, bir yerden bir yere gitmek için zaman kaybedilmiyor, robotlar yavaş yavaş hayat giriyor, daha konforlu yaşanabiliyor, haberleşme ve bilgi edinme hemen olabiliyor.
Bunlar “hız”ın hayatımıza kattığı olumlu durumlar!
Kim bilir birçok alanda daha ne hızlar kazanılacak!
Bilimin ve mühendisliğin insan yaşamına sağladığı böylesine kolaylıklar, bu kolaylıkları üreten araçların mülkiyetinin çok dar bir kesimin elinde olması beklenmedik sorunlar yaratıyor.
Bunlarla beraber, bu “dar kesimin” daha çok kar etmek üzerine kurduğu düzen, “kapitalizm” gelişen teknolojiyle birlikte kendini değişen koşullara göre modifiye ederek sorunlarının daha hızlı çözülmesini sağladığı gibi insanı daha hızlı yaşamaya zorluyor.
Bir anlaşılmaz koşuşmaca içinde geçiyor hayat!
Hep bir yerlere yetişmeye, hep bir işi bitirmeye uğraşıyor insan!
Hep “daha”, “daha”, “daha”…!
Daha hızlı bilgi, daha hızlı ulaşım, daha hızlı yemek, daha hızlı para kazanma, daha fazla kar…
Hatta daha hızlı futbol, daha hızlı müzik!
Sonu nereye varacak?
Birçok insan bu koşullarda daha iyi yaşadığını düşünürken, çoğu sele düşmüş gibi akıp kayan, değişen koşullara kapılıp gidiyor.
Bu bağlamda, “üretim araçlarını” ellerinde tutanların bazı karar ve davranışları, üretim gücünün insan varlığına aykırı kullanılma olasılığı ve durumu, insanlık için birçok tehlike oluşturuyor.
Açlık, çevre kirliliği, örgütlü suç, cinsel istismar, cinayet, kadına şiddet, uyuşturucular, vd…
***
Hızlı trenler
Tüketim tutkunu olma, konformizm, yerelde oluşan sorunların çözümünün uluslararası odaklar tarafından belirlenir hale gelmesi gibi olgular, daha çok para kazanmak için “üretim ve tüketimi” hızlandırma girişiminin sonuçlarındandır belki!
Kendi etrafında saate 1600 km, Güneş çevresinde yaklaşık 107.000 km hızla, çok hızlı dönen Dünya’nın olduğundan daha “hızla” döndürülmek istendiği açıkça görülüyor!
Uzaya çıkıp dış gezegenlere ulaşmak hedefleniyor.
Mekatronik, robotik, bilgi akışı bu hızın motor gücüne dönüşüyor.
Akıllı zeka (AI) bir anda en karmaşık bilgileri içeren makaleler yazabiliyor.
Bu arada teknoloji denetlenemeyecek noktalara ulaşıyor.
Varsıllar tabii ki bu gidişattan memnun!
Onların olanakları ve rahatları artıyor!
Tabii ki bilimin ve teknolojisinin gelişmesi insan yaşamına genel olarak olumlu katkılarda bulunuyor ama bu katkı hakça paylaşılmıyor.
Alt sosyal katmanlar bu hıza özeniyor, daha iyi yaşamak için çırpınıyor.
Ancak etkili bir örgütlü mücadele ile köklü değişimlere kalkışamıyor, önderlik edemiyor.
Zaman zaman sokaklarda sert protestolar yaşanmasına karşın, var olan sistemi değiştirecek gücü olmayan topluluklar, özellikle orta sınıflar, bu olumsuz sonuçlardan uzak durmak için çözümler arıyor, denemeler yapıyor.
Dünya’da ve ülkemize birçok küçük, orta büyüklükteki kentte yaygınlaşan yeni yaşam biçimlerine yöneliyor.
Mevcut global düzeni bozmadan, sarsmadan özgül çareler arıyor.
Bunlardan biri de Dünya’daki “Yavaş Hareketi”dir.
***
“Cittaslow-Yavaş Kent” kavramı ve uygulamaların parçalarından.
“Yavaş” ve “Kent”!
Nedir bu olguları bir araya getiren?
1986’da İtalya’da, Roma’nın ünlü İspanyol Merdivenlerinin bulunduğu Piazza di Spagna’daki (İspanyol Meydanı) bir “Fast Food” (Çabuk Yemek) restoranının açılmasını protesto eden İtalyan gastronomi yazarı ve eylemci Carlo Pertini’nin başlattığı “Slow Food” (Yavaş Yemek) hareketi Dünya’da yeni bir kültürel akımın doğmasına yol açtı.
Carlo Pertini
Carlo Pertini, ”Fast Food”, (Çabuk Yemek) yenilen yerlerin insan sağlığına ve yaşamına uygun olmadığını savunuyordu.
Karbon hidratlı/unlu yiyecekler, yağla kızartılmış besinler, şekerli içeceklerin sık kullanılması; şişmanlık, yüksek tansiyon, kemik erimesi, çocuklarda gelişim bozukluğu gibi olumsuzluklara yol açıyordu.
Bu işe “kapital” yatıranlar da seri üretim yapmak, az işçi çalıştırmak, hazır hammadde kullanmak gibi kendince faydalarla daha çok kar edebiliyordu.
Bu girişim, hızlı yaşamak zorunda kalan insanlar için de uygundu.
Hızlı yemek ye, hemen işe koş!
Olanak varsa hızlı eğlen!
***
“Yavaş Hareketi” birden dört bir yana yayıldı.
Her alanda ortaya çıkan hızlı işletmecilik insanların işlerinin çabuk görülmesini sağlıyordu ama insanın bu hıza uyum gösterdiği, mutlu olduğu söylenemezdi.
“Yavaş moda, yavaş basın, yavaş seyahat, yavaş sanat”, gibi yeni akımlar Dünya’da hızla taraftar buldu.
Dünyamız da çok hızlı dönüyordu ama insan da aynı hızla onunla birlikte dönüyordu. Bu hıza uyumluydu insan.
Ancak toplumsal düzenin yarattığı hızlı devinim rahatsız edici olabiliyordu!
“Bu kadarı da fazla!” diyordu kimileri!
Bu durumdan şikayet edenler “Yavaş Dünya”, “Yavaş Gezegen” kavramlarından söz etmeye başladı.
“Yavaş Hareketi”, endüstriyel ve teknolojik devrimin, ardından daha fazla ürün ve kar elde etme isteğinin insan hayatına getirdiği hızlı akışa karşı modern bir tepkiydi.
Tembellik yapma ve her şeyi oluruna bırakma anlamına gelmiyordu bu tabii!
Durumun teorisyenliğini Norveçli düşünür Guttorm Floistad yapıyor, öncelikle Antik Çağın Efesli filozofu Heraklitos’un belirttiği yadsınamaz olguyu tekrarlıyordu:
“Kesin olan tek şey her şeyin değiştiğidir”.
Ardından kendi görüşünü anlatıyordu:
Dünyamızda “Değişimin hızı durmadan artıyor: Ölmek istiyorsan hızını arttır! Günümüzün mesajı budur!
“Herkese hatırlatmak gerekir ki, temel ihtiyaçlarımız değişmiyor.”
“İhtiyacımız (temel bedensel ihtiyaçlarımız karşılamakla birlikte) fark edilmek ve takdir edilmektir.”
“Yakınlık, ilgi ve biraz da sevgidir.”
“Bu yalnızca insan davranışlarının yavaşlamasıyla olanaklıdır. Hızlı değişimlerin yerine, yavaşlığı, yansımayı ve birlikte olmayı koymalıyız.”
Bu bakış açısı, tabii ki günümüz insanının günlük ihtiyaçlarını karşılamak; çalışmak; ekmek parasını, hayatını kazanmak zorunda olduğu, bunun için çok zorlandığı gerçeğini değiştirmiyor.
Savaşların, yıkımların, göçlerin, besinsizliğin, işsizliğin kol gezdiği bir Dünya’da yaşanıyor el an!
Kapitalizmin üretim araçlarının sahibi olduğu, global sermeyenin her alana el attığı, “kazandığını” paylaşmamak için Dünya’nın başına her türlü belayı açtığı ve açmaya devam ettiği, günümüzün gerçeğidir.
Hızla kirlenen kentler
***
Dünya’daki “Yavaş Hareketi”ne koşut olarak, yaşamın çok hızlı, çok gürültülü aktığı kentlerde yaşamak istemeyen, çoğunlukla “kentli orta sınıf insanlar” ya köylere ya da sessiz sahil kasabalarına kaçıyor.
Yönetmenliğini ve baş oyunculuğunun Mustafa Can Saçıntı’nın yaptığı “Mandra Filozofu” filminin “Mustafa Ali” karakteri bu eğilimi komedi yöntemiyle yansıtıyor:
Özellikle küçük kentsoyluların yaşanan toplumsal sorunlarından kaçışını, doğaya sığınışını!
Öte yandan bazı aydınların öncülüğüyle kentlerde yaşamaya zorunlu birçok insan da günümüzde, “Cittaslow” “Yavaş Kent” oluşturma girişimiyle “Yavaş Hareketi” kendi kent yaşamlarına taşımaya çalışıyor.
18.yüzyılın büyük eleştirmeni ve hicivcisi, Fransız ve Alman Devletleri tarafında dışlanan Fransız yazar ve düşünür Voltaire’in, “Candide ve İyimserlik” adlı eserinin sonunda “(hadi) Kendi bahçemizi ekelim”, “Nous cultivon notre jardin” “önermesi belki bugünkü yönelimin işaretçisiydi.
***
Çağımızda “Cittaslow” hızlı kent yaşamına karşı ciddi bir tepki olarak ortaya çıktı. Yeni yönelim doğaldır ki kent yaşamını da değişime zorluyordu.
“Yavaş, Sakin Kent” anlamına gelen “Cittaslow”, İtalyanca “Citta” “kent”, İngilizce “slow” “yavaş” sözcüklerinden oluşuyor.
“Cittaslow”, Dünya’da yaygınlaşan “Yavaş Hareket”in bir parçası.
Kendini çok yavaş hareket eden sevimli “salyangoz” görünümüyle simgeliyor.
Ve bu hareket ilk kez, yine İtalya’da, 1999 yılında Toscana’nın Chianti kentinde başladı. Yavaş, sakin bir kentte yaşamak isteyen insanlar artık bunu örgütlüyor, kurala bağlıyordu.
Rastlantı mıydı acaba? Yoksa coğrafya mı özendiriyordu?
“Toscana” dalgalı yamaçları, şirin vadileri, kıvrımlı koyları, kültür kokan kentleri ile sanki Batı Anadolu coğrafyasının bir benzerine sahipti.
Antik Roma kültürünün kökeni kabul edilen, Batı Anadolu’dan buralara göç ettiği düşünülen “Etrüskler” Toscana’nın ilk tarihsel yerlileri kabul ediliyor.
Toscana gibi yerlerde yavaş kent oluşturmaktaki amaç; hayatın genel hızını, özellikle kent alanlarını daha az kullanarak, insan ve taşıt hareketlerini yavaşlatarak yaşam kalitesini yükseltmek idi.
Bunun için kurallar konuldu.
Başlangıçta “59”, 2013 yılında “70” ayrı ölçüt tanımlandı.
Baş kurala göre, nüfusu 50.000’den az olan yerler ancak “Cittaslow” olabiliyordu.
Bu büyüklükteki kentlerde çevreyi korumak, kentlerin tek tipleştirilmesine karşı koymak, kültürel çeşitliliği, kentlerin benzersiz olmasını desteklemek, daha sağlıklı bir yaşam tarzını sağlamak gibi hedefler öne konuyordu.
“Yavaş ile hızlı” ilginç bir karşıtlıkla insan yaşamında yarışıyordu.
Sakin Toscana
***
Bunun ülkemizdeki ilk örneği İzmir metropolünün hemen yanı başındaki Seferihisar’da yaşandı/yaşanıyor.
Denizden içerde bir küçük kent olan Seferihisar Sığacık iskelesiyle denize bağlanıyor.
Seferihisar kenti, denizin yanı başında, yemyeşil bahçelerinin içinde, Dünya’da bir yönelim haline gelen “Cittaslow” kentlerinden biri olmaya çalışıyor bugün. Farklı bir deneyimin içinde.
Türkiye’de bugün ayrıca; Muğla’nın Akyaka; Sakarya’nın Taraklı; Çanakkale’nin Gökçeada; Aydın’ın Yeni Pazar; Isparta’nın Yalvaç’ı gibi birçok kent “Cittaslow” uygulamalarını örnek alıyor.
Tabii ki gerçek “Yavaş, Sakin” bir yerleşim yeri olmak için bu bağlamdaki kuralları yerine getirmek ve uymak gerekiyor.
Yoksa bu uygulama yenilikçi görünen, reklam kokan gösterişli bir “etiket” olmaktan öteye gidemiyor.
***
Tarihsel bilgiler İzmir’in Seferihisar’ının “Yavaş, Sakin Kent” olmaya çalışmasının başka bir anlamı olduğunu söylüyor.
Seferihisar’ın geçmişinin dayandığı antik Teos kenti, günümüzdeki “Cittaslow” tanımını karşılamasa da gülümseten bir çağrışımla, bundan 2300 yıl önce de tümüyle yavaş, sakin, sessiz” bir kent olmak istediğini hatırlatıyor.
Seferihisar’da bir sokak
***
Teos, Antik Çağda Anadolu’nun batı kıyısında, Helen/Yunan boylarından İyonların on iki kentinden biriydi.
Ege kıyısında, ters yönde iki ayrı limanı bulunan bu kent, o günün inanışıyla; üzüm bağlarının, esrimenin ve sanatçıların koruyucu tanrısı Dionysos’un görkemli tapınağıyla ünlüydü. Bu tapınak Anadolu’da bu inanca adanmış en büyük tapınaktı.
Bir Anadolu tanrısı olan Dionysos mitolojiye göre bugün dahi bağları ve kara üzümüyle ünlü Çal-Denizli doğumluydu. Çal’ın eski adı Mosyna idi.
Şarabın sarhoş edici yönüyle adına çılgınca şenlikler yapılan Dionysos aynı zamanda barışçı, sanatı ve yaratıcılığı destekleyen bir tanrıydı.
Teos’da, bu Tanrının tapınağıyla birlikte “Dionysos sanatçıları” denen “sanatçılar birliği” varlığını sürdürüyordu. Bu birlik, Ege’nin diğer kentlerindeki şenliklere, törenlere buradan sanatçı gönderiyordu. Tabii ki parasıyla!
Böyle geçiniyordu sanatçılar.
Teos’da Dionysos Tapınağı
Kentlerinde şenlik yapmak isteyenler sanatçı bulmak için Teos’a gelirdi.
Sanatçılar, yaptıkları iş gereği oldukça gürültücüydü. Hele Dionysos adına yapılan, eğlence sınırının aşıldığı festivallerde seslerin yükselmesi daha da artardı.
Bir süre sonra Teos’un yerlileri bu karmaşadan rahatsız olduklarını, “sakin” bir kent istediklerini dile getirmeye başladılar.
Teos, gürültü çıkaran sanatçıları istemiyordu!
Bu durumda, kentte büyük tartışmalar yaşanmış olmalı!
Oysa sanatçılar elbette maddi ve manevi anlamda gürültü yapacaklar, çıkardıkları seslerle var olan düzeni sorgulayacaklar, egemenleri uyaracaklar, akıllarına yatmayanlara tabii ki karşı çıkacaklardı.
Şairiyle, tiyatrocusuyla, şarkıcısıyla…!
Festivallerde tabii ki gürültülü olurdu. Davulsuz çalgısız şenlik olur mu hiç?
Yayılan şikayetler Teos’a sahip siyasal gücün de kulağına gitti!
O zamanlar bölgeye egemen Pergamon’un Kralı II.Eumenes çok akıllı bir adamdı.
II.Eumenes, 140 yıl önce Berlin’e kaçırılmış ünlü Bergama’nın Zeus Sunağını da yaptıran Kraldı.
Pergamon’daki Dünya’nın en büyük ikinci kütüphanesini o yaptırmıştı.
Gürültücü (!) addedilen Dionysos sanatçılarını, kendi propaganda aracı olarak değerlendirmek üzere, Teos’dan aldı, Pergamon/Bergama’ya getirdi Kral II.Eumenes.
Kentin Akropolündeki 15 bin kişilik dik tiyatronun yanındaki Dionysos tapınağının bitişiğinde onlara, muhteşem Selinos vadisine bakan sırtta bir sanatçı yerleşkesi yaptı.
Böyle yöneticiler varmış eskiden!
Bugün Türkiye’deki bazı yerlerde kimi yöneticilerin, sanatçıların sanatlarını icra etmesinden rahatsız olduğuna tanık olunabiliyor.
Sanat, insanlara yaşadıkları anın gerçekliğini, geleceğin ufkunu gösterebiliyorsa sanat ve siyaset pek uzak durmamalı birbirinden zaten!
Dionysos şenlikleri
****
Seferihisar günümüzde, büyük İzmir metropolünün yakınında, küçük ama sakin bir kent olmaya çalışıyor.
Her ne kadar turizm, ulaşım gibi modern işlemler bu sakin olma ihtiyacını zorlasa da!
Hangi toplumsal sınıftan olursa olsun bir insanın daha sakin ve özgür yaşamak istemesi gittikçe artan bir olgu.
“Hız” yoruyor insanı!
“Kafa dinlemek” bir ihtiyaç!
Kendi istemi dışında, birileri daha çok para kazansın diye onu sımsıkı saracak koşullara bağlanmak istemiyor kimse.
Hız koşulları kırmalı, sıkmamalı insanı!
Yavaşlık isteniyorsa; özgürlük, dinginlik getirmeli.!
Sefa Taşkın
20.07.2024
Dikili/İzmir
En Çok Okunan Haberler
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- Bir acayip Türkiye hikâyesi
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Jose Mourinho'dan genç futbolcuya övgü!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Kılıçdaroğlu'ndan Özel'e 'Suriye' yanıtı
- Başkan Özarslan’dan açıklama
- Bu kebapçılara dikkat!