Alexander Rahr, Almanya’nın önde gelen dış politika uzmanlarından biridir. Yirmi yıl boyunca Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) bünyesinde çalışmış ve burada yöneticilik yaparak Alman dış politikasının şekillenmesinde önemli roller üstlenmiştir. Özellikle Almanya-Rusya ilişkileri konusunda uzmanlaşan Rahr, Doğu Avrupa politikaları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Politikaya entelektüel derinlik kazandıran analizleriyle hem akademide hem karar alıcı çevrelerde saygı görmüştür. Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı sahibi Rahr, aynı zamanda Avrasya coğrafyasına dair perspektifleriyle Alman kamuoyunun dikkatini bu bölgeye çekmiştir. Harici Medya, Alexander Rahr ile Berlin’deki evinde özel bir söyleşi gerçekleştirdi. Almanya’da yeni federal hükümeti ve öne çıkan konuları sordu.
S: Yeni hükümet için en büyük zorluklar ve sınavlar neler olacak?
C: En büyük zorluk, basitçe söylemek gerekirse, Ampel koalisyonundan farklı bir görüntü vermek ve onlar gibi kendi içinde bölünmemek olacak. Bu zaten başlı başına zor bir iş. Ve eminim ki ilk büyük tartışma yaz aylarında göç meselesi üzerinden patlak verecek. Özellikle CDU, İçişleri Bakanı Dobrindt ile birlikte sınırları kapatmak ve insanları sınır dışı etmek konusunda ciddiyse. Bu durumda koalisyonun dağılma tehlikesi hemen ortaya çıkar, çünkü SPD buna karşı çıkacaktır. Bence bu tür anlaşmazlıklar savunma ve militarizasyon politikalarında da yaşanacak. SPD içinde barış hareketinden gelen kişiler, bu kadar silahlanmaya karşı çıkacaktır. Kısacası, bu hükümetin 4 yıl dayanması beni şaşırtır.
Alexander Rahr (solda), Tunç Akkoç, Harici Medya, Genel Yayın Yönetmeni
Alman ekonomisi, ‘askerileşerek’ düzeltilemez
S: Almanya bir süredir resesyonda. Bu bağlamda sormak istediğim şu: Yeni hükümetle birlikte, ekonomiyi canlandırmak için askeri harcamalara ağırlık verilmesi, yani bir tür militarizasyon yoluyla ekonomik hareketlilik sağlanmak mı isteniyor? Bu mümkün mü? Çünkü bu, bir dönüşüm gibi görünüyor. Otomotiv sektöründe artık Almanya geçmişteki gibi lider değil. Şimdi bu boşluğu askeri sanayiyle doldurmak istiyor olabilir mi?
C: Evet, bu Merz hükümetinin ve elitlerin planı. Bu durum beni oldukça şaşırtıyor, çünkü ben böyle bir Almanya tanımıyorum. Ama Spiegel ve diğer haber kaynaklarını okuduğumda, söylediklerinizi doğrulayan şeylerle karşılaşıyorum. Alman ekonomi çevreleri, özellikle de hükümet ve partiler, bir silahlanma yarışıyla — ki bu, 40 yıl önce Reagan’ın izlediği “Rusları silah yarışıyla tüketme” politikasıdır — büyük bir ekonomik atılım yaşanacağına inanıyor. Avrupa’nın büyük çaplı silahlanmasıyla yeni siparişlerin geleceğini, yeni şirketlerin kurulacağını, yeni para kaynaklarının oluşacağını ve en önemlisi Avrupa’nın bu sayede güçlenip diğerlerini sindirerek dünyada daha fazla nüfuz kazanacağını düşünüyorlar.
Bu oldukça geleneksel bir bakış açısı. Ancak çok tehlikeli ve bazı gerçekleri göz ardı ediyor. Bu bakış açısı, Rus ekonomisini tamamen küçümsüyor; çünkü hâlâ yaptırımlarla Rusya’nın yenilebileceğine inanılıyor ama bu olmayacak. Ayrıca, Almanya ya da Avrupa’nın büyük çaplı bir militarizasyonuna verilecek yanıtın, dünyanın geri kalanının — örneğin Çin’in — silahlanmaya başlaması olacağını da göz ardı ediyor. Çin artık o kadar barışçıl olmayacaktır. Avrupa’nın silahlandığını gören diğer ülkeler, bunun başlangıçta Rusya’ya karşı olduğunu düşünecek, ama ardından Çin ve diğer ülkelere karşı da olabileceğini anlayacak ve kendilerini buna göre hazırlayacaklardır. Bu, küresel ekonomi için iyi bir gelişme değil. Aksine, dünyada yeni blokların oluşmasına ve küreselleşmenin sonuna yol açabilir.
Almanya’nın iç dinamiklerine baktığımızda, burada da büyük bir hayal dünyasında yaşandığını düşünüyorum. Çünkü Almanya’nın en büyük sorunları ne Rusya’da ne de Ukrayna krizinde; dış kaynaklı değil. Almanya’nın asıl sorunu — ki uzmanlar yıllardır bunu dile getiriyor — sanayisizleşmedir. Bu süreç oldukça ilerlemiş durumda. Almanya’nın yeniden güçlü bir sanayi ülkesi olabilmesi için potansiyelini geri kazanması gerekiyor, ama bunu silahlanma yoluyla değil. İnsanların gerçekten ihtiyaç duyduğu şeyleri üretmemiz ve altyapıyı yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Köprüler yıkılıyor, yollar bozuluyor, demiryolları çalışmıyor, havaalanları düzgün işlemiyor. Tüm bunlar bir silah sanayisiyle düzeltilemez. Biz artık 1930’lu yıllarda yaşamıyoruz.
Hükümet sosyal harcamalarda büyük kesintiler yapacak
İkinci olarak, Almanya devlet bütçesindeki en büyük kalem sosyal harcamalardır. Alman bütçesinin %43’ü emeklilere — ki sayıları giderek artıyor — uzun süreli işsizlere, öğrencilere, annelere özel emeklilik hakkı gibi sosyal ödemelere ayrılmış durumda. Yani Almanya’da sosyal harcamalar son derece yüksek. Aynı anda hem silah sanayisini büyük bir hızla büyütmeye, Avrupa’yı dünyanın en güçlü askeri gücü haline getirmeye çalışıp, hem de bu sosyal bütçeleri ve sosyal güvenlik ağını aynı düzeyde koruyamazsınız. Kesintiye gitmek zorunda kalacaklar. Ve işte tam bu noktada toplumun tahammül sınırlarına ulaşmış olacağız. Elbette, sonsuza kadar borçlanmak mümkün değil. Silahlanmaya ayrılan paralar, sosyal harcamalardaki açıkları kapatacak kadar vergi geliri sağlamayacak. Bu da şu anlama geliyor: sosyal yardımlarda kesintiye gidilecek ya da Almanya’daki insanlar — özellikle de emekliler — önümüzdeki yıllarda alıştıkları birçok şeyden feragat etmek zorunda kalacak.
Avrupa’daki ve Amerika’daki mevcut iktidarlar için borçlanmak şu an cazip görünüyor. Ama büyük faiz ödemeleri gerektiğini unutuyorlar. Bu paralar kazanılmış değil, borçla alınmış paralar ve bunlar için yüksek faiz ödemek gerekiyor. Bu faizler de ancak ekonominin ürettiği gelirle karşılanabilir. Ve bu gelirlerin büyük bir kısmı sadece bu faizleri ödemek için harcanacak. Sonuç olarak, bu gidişat Almanya’da büyük bir sosyal krize yol açabilir. Son 30 yılda Almanya büyük kitlesel protestolar yaşamadı. Alman halkı hep doyurulmuş, ya da en azından görece doyurulmuş bir halktı. Burada, bazı Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında kimse aç değil. Ama şunu söyleyeyim: eğer dikkat edilmezse, bu durum birkaç yıl içinde hızla değişebilir. Eğer Almanya, geçmişte sosyal piyasa ekonomisinin temelini oluşturan “sosyal” önceliklere yeniden yönelmezse ve bunun yerine sadece silahlanmaya ağırlık verirse, o zaman karşı karşıya kalacağımız sorunlar kendini açıkça gösterecek.
AfD, mevcut sistem partileri tarafından yasaklanabilir
S: AfD konusuna gelmek istiyorum… Sizce bu partinin gelecekte yasaklanması hâlâ olası mı, yoksa Alman elitleri ya da sistem, AfD’yi entegre etmeye mi çalışacak? Parti zamanla sistem içine çekilip, belki CDU ile birlikte iktidar ortağı olabilir mi? Bunun için neler olması gerekir? Örneğin, Björn Höcke gibi isimlerden ayrışarak partinin bölünmesi ve daha “uyumlu” bir çizgiye çekilmesi gibi senaryolar tartışılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
C: Size bu konuda üç olası senaryo sunabilirim. Birinci senaryo: Siyaset, “idare etme” yöntemiyle devam eder. Yani sorunlar geçici çözümlerle yamalanır, bazı şeyler onarılmaya çalışılır ama bir süre sonra tekrar bozulur. Bu şekilde durumu idare etmek, para yettiği ve halk buna katlandığı sürece birkaç yıl daha sürdürülebilir. Ama bir noktadan sonra bu senaryo sürdürülemez hale gelecektir.
İkinci senaryo: “Brandmauer” (yani AfD ile işbirliğine kesin karşı duruş) yıkılır ve CDU, AfD ile koalisyona girmek zorunda kalır. Bu özellikle eyalet düzeyinde gerçekleşebilir. Ayrıca, Sahra Wagenknecht’in partisi gibi bir oluşumun özellikle Doğu Almanya’da güçlenerek yeniden sahneye çıkabileceğini düşünüyorum. Bu olmazsa bile benzer başka bir sol eğilimli parti ortaya çıkabilir. Bu da sizin AfD’nin bölünüp bölünmeyeceği sorunuza yanıt olabilir: AfD bölünmez, ama farklı bir parti doğabilir. Bu yeni parti bazı koşullarda, örneğin Thüringen, Sachsen-Anhalt ya da Sachsen gibi eyaletlerde AfD ile koalisyon ortağı olabilir. Eğer bu model işlerse, başka eyaletlerde de benzer gelişmeler yaşanabilir. Bu, önümüzdeki 20 yıl içinde Almanya için gayet olası bir gelişme senaryosudur.
Üçüncü senaryo ise şu: AfD, mevcut sistem partileri ya da elitler tarafından yasaklanabilir. Bence Almanya’da böyle bir yasaklama kültürü gayet mümkün; halka Rusya korkusu ya da faşizm tehdidi üzerinden ciddi bir korku pompalanabilir. Alman toplumu, tarihî geçmişi nedeniyle bu tür korkulara karşı oldukça hassas ve böyle bir yasağı destekleyebilir. Ancak diğer ülkeler bu duruma aynı şekilde yaklaşmayacaktır. Eğer Almanya böyle bir yasaklama politikasına yönelirse, Avrupa’daki liderlik konumunu kaybedebilir. Çünkü diğer Avrupa ülkelerinin aynı yola gireceğini sanmıyorum.
Alman siyaseti, Trump sonrası ABD’yi bekliyor
S: Alman dış politikası yeni dönemde nasıl olacak? ABD ile ilişkiler, Almanya’nın Avrupa içindeki rolü en çok merak edilen ve tartışılan konular arasında.
C: Alman dış politikası hâlâ bir çıkmazda ve yeni hükümetin ne yapacağına karar vermek için fazla zamanı yok. Merz ile birlikte dünya sadece yeni bir Alman şansölyesi kazanmış olmuyor, aynı zamanda Avrupa da yeni bir lider kazanmış oluyor. Bu, Almanya’dan bakıldığında biraz kibirli bir yaklaşım gibi görünse de, diğer Avrupa ülkelerinde de benzer şekilde algılanıyor ve dile getiriliyor. Umutlar Almanya’ya bağlanmış durumda. Basitçe söylemek gerekirse, Avrupa Birliği’nin gelecekteki militarizasyon planları, iç reformları, Amerika’dan kademeli uzaklaşması gibi adımlar yalnızca Almanya liderliğinde gerçekleşebilir.
İngiltere artık Avrupa Birliği’nde değil ve Almanya’nın önümüzdeki yıllarda borç freni uygulamasından vazgeçmesiyle sahip olacağı devasa bütçeye de sahip değil. Fransa ise ekonomik olarak gerileme sürecinde. Bu nedenle Avrupa’nın liderlik yükü Almanya’nın omuzlarında ve şimdi Avrupa kendi yönünü yeniden belirlemek zorunda. Bu da artık Merz’in sorumluluğunda. Asıl soru şu: O ve yeni ekibi bunu ne ölçüde başarabilecek? Kendi adıma şüphelerim var, ancak objektif olarak bakıldığında Merz’in üç temel alanda yön belirlemesi gerektiği açık.
İlk hedef, Almanya’nın Amerika ile olan ilişkisini tamamen yeniden tanımlamak. Ancak bu, söylendiği kadar kolay bir iş değil. Almanya, onlarca yıl boyunca Avrupa’dan çok transatlantik düşünceye, yani Amerika merkezli bir yaklaşıma odaklandı. Kültürel, medeniyet düzeyinde, askeri ve ekonomik bağlamda Amerika’dan kopmak neredeyse imkânsız bir şey. Ancak Avrupa, daha özerk bir yapı kurmak ve şu anda hedeflenen büyük güç olma vizyonunu gerçekleştirmek istiyorsa bunu yapmak zorunda. Yani Avrupa, Amerika’nın altında değil, onun yanında yer alan bağımsız bir büyük güç hâline gelmeli. Fakat bu kolay olmayacak, çünkü kaynaklar bu hedef için yeterli olmayabilir.
İdeolojik olarak da Almanya buna hazır değil. Transatlantik ilişkiyi yeniden şekillendirmekten bahsederken şu gerçeği vurgulamak gerekir: Almanya, ne Amerika’dan uzaklaşmak istiyor ne de uzaklaşabilir. Çünkü medeniyet, kültür, siyaset, askeri ve güvenlik politikaları düzeyinde — hatta tarihsel olarak da — Amerika ile tam anlamıyla iç içe geçmiş durumda. Almanya’daki elitlerin büyük kısmı Amerika’da yetişti; Amerikan üniversitelerinde eğitim aldı. Bu nedenle Alman siyasetinde hâkim olan yaklaşım şu: Trump’ın iki yıl içinde başarısız olacağı, Kongre’de Demokratların çoğunluğu elde edeceği, ardından iki yıl sonra Trump’ın iktidarı kaybedeceği ve yerine genç bir Biden ya da yeni bir Obama gibi bir Demokrat liderin geçeceği beklentisi. Bu lider de 1945’ten bu yana süregelen transatlantik ilişkiyi sürdürecek. Aslında Almanya’nın umudu ve stratejisi, bu senaryoya yatırım yapmak.
Bu yüzden diyorum ki, Almanya’nın izlediği strateji çelişkili: Bir yandan daha özerk olmayı hedefliyor, öte yandan psikolojik olarak buna hazır değil. Almanya hâlâ iki yıl daha sabredip Trump’ın sahneden çekilmesini bekliyor ve ardından her şeyin eski haline döneceğini umuyor. Çünkü Almanya’nın arzusu eski “normal”e, eski statükoya dönmek. Aslında Almanya, Avrupa’da liderlik rolünü üstlenmeye hiç de hazır değil. Zaten esas soru şu: Avrupa, Almanya’nın Merz liderliğindeki bu yeni liderlik iddiasını kabul edecek mi? Bu konuda oldukça şüpheliyim. Alman ya da Avrupa elitlerinin Merz yönetiminde bir Avrupa liderliği arzusu var, ancak bu arzu gerçekçi olmayabilir.
İkinci büyük sorun ise Rusya. Bu konuda artık yön belirleyici kararlar alınması gerekiyor, ancak şu anda alınan kararlar tamamen yanlış yöne gidiyor. Her şey olası bir Rusya savaşı ihtimaline doğru ilerliyor. Burada da Almanlar ve Avrupalılar büyük ölçüde hayal dünyasında yaşıyor. Son 35 yıldır hep kazandıklarına, Avrupa’nın hâlâ güçlü olduğuna ve Rusya’yı yenebileceklerine inanıyorlar. Ancak ben buna şüpheyle yaklaşıyorum. Çünkü Rusya hâlâ bir büyük güç ve yeniden büyük güç olma yolunda ilerliyor. Bana göre, Almanya’nın politikası bu denli radikal bir militarizasyona yönelmemeli ve savunmaya 500 milyar euro harcamamalı. Elbette caydırıcılığa güvenilebilir, bu doğru. Ancak aynı zamanda — ki bu tamamen eksik — diplomasi yürütülmeli, Rusya ile masaya oturulmalı ve müzakere yoluyla bir uzlaşma aranmalıdır. Şuna inanıyorum: Rusya’ya karşı konumlanmış bir Avrupa hiçbir zaman istikrarlı olmayacaktır. Bu temel ilke olmalıdır. İçinde Rusya’nın da yer aldığı bir Avrupa’ya ihtiyacımız var. Rusya ile sürekli bir çatışma, Avrupa’yı daha da zayıflatır; tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Avrupa’yı böler. Bunu görmemiz gerekiyor.
Üçüncü yön belirleyici mesele ise — ABD ve Rusya’nın ardından — Almanya’nın diğer devletlerle, özellikle de genel olarak küresel Güney ile olan ilişkileridir. Almanya bu alanda dış politikasını yeniden tanımlamak istiyor. Ancak bu, Almanya sadece “değer odaklı dış politika”dan söz ettiği ve dünyaya gerçekçi, reelpolitik bir bakış açısıyla yaklaşmadığı sürece oldukça zor olacaktır. Özellikle küresel Güney, Avrupa’nın değil, daha çok Rusya’nın yanında yer alıyor. Aynı zamanda bu ülkeler, Batı’ya ve Amerika’ya karşı kendi güçlerini ve ittifaklarını oluşturma çabasında. Gözlerimizin önünde Rusya ve Çin, Rusya ve Hindistan arasında Avrasya merkezli yeni ittifaklar doğuyor. Orta Asya ülkeleri bir yandan Rusya’nın güvenlik paktına, diğer yandan da Çin’in “Yeni İpek Yolu” stratejisine entegre oluyor.
Evet, bence Alman federal hükümeti bu üç ana sorun karşısında iyi bir konumda değil, çünkü henüz bu gerçekleri tam olarak kavrayabilmiş değil. Almanlar ve Alman siyaseti hâlâ son 35 yılın zafer sarhoşluğunda, yani Avrupa’nın hep kazandığına, ahlaki olarak diğerlerinden üstün olduğuna, değer odaklı dış politikanın diğer ülkelere ve kıtalara karşı mutlaka geçerli olması gerektiğine ve nihayetinde Amerika’nın — özellikle Trump’ın — ideolojik olarak yenilgiye uğrayacağına ve her şeyin eski haline döneceğine inanıyor. Ama işler bu şekilde gelişmeyecek.