Yeni ‘Soğuk Savaş’ ve Trump’ın küresel düzeni ABD çıkarlarına göre biçimlendirme çabaları

Yeni ‘Soğuk Savaş’ ve Trump’ın küresel düzeni ABD çıkarlarına göre biçimlendirme çabaları

16.07.2025 11:42:00
Güncellenme:
M. Birol Güger
Takip Et:
Yeni ‘Soğuk Savaş’ ve Trump’ın küresel düzeni ABD çıkarlarına göre biçimlendirme çabaları

ABD Başkanı Donald Trump, dört yılın ardından yeniden başkanlık koltuğuna oturdu ve 'Önce Amerika' doktrinini bu kez daha sert bir şekilde uygulamaya koydu. Washington'ın hamleleri, küresel düzeni köklerinden sarsarken, Birleşmiş Milletler ve dünyanın geleceği, tehlikeli bir senaryo ile karşı karşıya.

ABD Başkanı Donald Trump, Ocak ayında yeniden göreve başlamasının ardından, Amerikan egosentrizminin son ürünü 'Önce Amerika' doktrinini hiç vakit kaybetmeden yeniden yürürlüğe koydu. Bu yaklaşımın temelinde; daimi surette 'tek taraflı' hareket etme, ABD'nin 'üstün' çıkarlarını dayatan sıkı pazarlıklara girişme ve uluslararası sistemin dayattığı kısıtlamaları yok sayma gibi 'Vahşi Batı'ya özgü pratikler yer alıyor.

Sansasyonel başkanın bu yeni dönemdeki tutumu, bir öncekine göre çok daha sert. “Trump için, yaptırım uygulama yeteneği dışında BM, esasen bir yan kuruluştur” diyen uluslararası ilişkiler uzmanı Stephen Schlesinger'e göre bu kuralsızlık, 'BM Sözleşmesi'ne açıkça meydan okuyarak Grönland'ı ele geçirmek, ABD birliklerini Panama Kanalı'na göndermek, Kanada'yı 51. eyalet yapmak ya da Gazze'yi Amerikan turizm endüstrisi adına ele geçirmek' (1) gibi radikal görüşleri kamuoyu önünde pervasızca savunmasına olanak tanıyor.

Ancak gözden kaçırmamak gereken önemli bir olgu var; Trump'ın sert söylemleri bu defa hızla somut adımlara dönüştü. Görevdeki ilk gününde, yürütme emriyle ABD'yi, Dünya Sağlık Örgütü'nden (DSÖ) resmen çekti (2). Aynı gün, Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararını imzaladı. (3) 3 Şubat 2025 tarihli yürütme emriyle ise BM İnsan Hakları Konseyi’ne (UNHRC) katılımı sona erdirme kararı aldı ve UNESCO üyeliğini gözden geçirmek üzere de 90 günlük bir inceleme süreci başlattı. (4)

Image

Başkan Trump, Oval Ofis'te başkanlık kararnamelerini imzalıyor, 20 Ocak 2025

Uluslararası Kriz Grubu'nun BM Direktörü Richard Gowan'dan, bu yeni duruma ilişkin anlamlı bir uyarı geldi: “Trump, şu anda ABD'yi, BM sisteminin bazı parçalarından bilinçli şekilde ayırıyor ve nerede duracağı henüz belli değil.” Üstelik ABD Başkanı, bu agresif tavrını BM'nin 'kuruluş amacına geri döndürülmesi' sloganı ile pazarlıyor. Ona göre, iklim değişikliği, insan hakları ya da kalkınma gibi meselelerle uğraşmak BM'yi asli görevinden uzaklaştırıyor.

Gowan'a göre, BM Genel Sekreteri António Guterres’in üst düzey bir danışmanı, özel bir değerlendirmesinde, bu sürecin 'Milletler Cemiyeti’nin 1930'lardaki çöküşüyle' benzerlik gösterdiğini ve ABD’nin BM sisteminden tamamen çekilme ihtimalinin her geçen gün arttığını ifade etti. (5) Uzmanlara göre, içinden geçtiğimiz süreç gerçekten de 1930'lardaki küresel çöküşe temel hazırlayan 'Büyük Buhran' ile büyük benzerlikler gösteriyor.

Peki, Trump yönetimindeki ABD tam olarak neyi hedefliyor?

KÜRESEL KURUMLARIN YENİDEN DİZAYNI

Şunu açıkça ifade edelim: Trump'ın nihai hedefi, uluslararası sahneden tamamen çekilmek değil; aksine, küresel kurumları Amerikan çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek. Bu gerilimin en net hissedildiği yer ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK).

Eski Başkan Joe Biden döneminde ABD, Konsey'in temsil yapısını genişletme yönünde tartışmalı bir öneri sunmuştu. Bugün ABD'li diplomatlar, bazı ülkelerin veto hakkı olmaksızın daimi üyeliğe alınabileceği bir model üzerinde duruyor. Bu 'iki katmanlı üyelik' önerisi, başta Hindistan, Brezilya, Almanya ve Japonya gibi G4 ülkelerini 'daimi üye' statüsüne çıkarmayı hedefliyor; ancak veto hakkını yalnızca mevcut beş daimi üyenin elinde bırakıyor. Öte yandan, bu tür bir düzenlemenin 'ikinci sınıf üyeler yaratacağı' ve uzun vadede Moskova ve Pekin'in statülerini tehdit eder hale geleceği öngörülüyor. (6) 

Image

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, BMGK, 22 Ocak 2024

Trump yönetimi, BM dışındaki uluslararası kurumları da kendi iradesine göre şekillendirme gayreti içinde. Hazine Bakanı Scott Bessent, IMF ve Dünya Bankası'dan tamamen çıkma yönündeki radikal çağrılara karşı dursa da, bu kurumları önemli bir revizyona tabi tutarak, ‘ABD ve müttefiklerine daha iyi hizmet edecek hale getirme' sözü verdi. Bessent, her iki kurumu da 'asıl görevlerinden sapmakla' suçladı. Ayrıca, IMF'nin iklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularla 'aşırı meşgul olduğu' görüşünü dile getirdi. (7)

Trump'ın, ABD’nin finansal gücünü bir koz olarak kullanma eğilimi, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi kurumlara da yansımış durumda. Nisan ayında alınan bir karar ile neredeyse tüm ülkelere yüzde 10 oranında ithalat vergisi uygulanmaya başlanması, 'kurallara dayalı küresel ticaret sistemine doğrudan bir meydan okuma' olarak değerlendiriliyor. (8)

BM ŞARTI ÜZERİNDE YAPILAN BİLEK GÜREŞİ

Trump'ın emsalsiz saldırısının en zorlu safhası BM Şartı'nda yaşanıyor. BM Şartı'nı değiştirmek esasen, yüksek düzeyde küresel bir mutabakat gerektiriyor: Tüm BM üye devletlerinin üçte ikisinin onayıyla birlikte, beş daimi Güvenlik Konseyi üyesinin her birinin ayrı ayrı onayı da şart.

Dış politika analisti Zachary Paikin'e göre, Rusya'nın böyle bir öneriye karşı çıkması çok da şaşırtıcı olmaz; zira söz konusu plan, Moskova'yı gelecekte 'ikinci sınıf' konumuna düşürebilir. (9) Benzer şekilde Çin de, stratejik rakipleri olan Japonya ya da Hindistan gibi ülkelerin daimi üyelik kazanmasına sıcak bakmıyor. Her iki ülke de aleyhlerine çalışan bir düzenin kalıcılaşmasına neden olacak herhangi bir BM reformuna karşı ellerindeki tüm diplomatik araçları kullanacaktır.

“Washington yönetimi, tüm bu dirençlere rağmen karşı safta yer alan ülkelerde çatlaklar yaratma arayışında” diyen Paikin'e göre, ABD’li diplomatlar, BM Genel Kurulu’nda geniş tabanlı bir koalisyon oluşturarak, reformlara karşı çıkan ülkeler üzerinde siyasi baskı kurmayı planlıyor. Washington'daki sinir merkezlerinde gündeme gelen bazı öneriler, bu değişimi daha 'yaratıcı' yöntemlerle sağlamayı amaçlıyor; örneğin, 'yeni daimi üyelerin, Genel Kurul oylamasıyla seçilmesi' gibi. (9) Bu tür öneriler, büyük güçlerin itirazlarını yumuşatmayı hedefliyor. Ancak, bu fikirlerin, Rusya ve Çin’in temel itirazlarını aşması pek olası görünmüyor.

Image

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, New York, ABD

Öte yandan bazı gözlemciler, Trump’ın olası bir başarısızlık karşısında, BM içinde bir tür 'paralel yapı' kurmaya yönelebileceğini öne sürüyor. Bu da tam olarak şu anlama geliyor: BMGK’daki kilitlenme aşılamazsa, ABD güvenlik meseleleri için BMGK dışı karar alma mekanizmaları oluşturabilir. Bu adım, uluslararası hukukun otoritesini ve BM sisteminin bütünlüğünü doğrudan tehdit eder. Eleştirmenler, bu tarz 'arka kapı manevralarının' egemenlik ilkesini zedeleyeceğini ve kurallara dayalı küresel sistemin çatısı olarak kabul edilen ‘BM'de çözülmeyi hızlandıracağını’ düşünüyor.

Trump'ın Konsey'e yaklaşımı aynı zamanda, geleneksel diplomatik denge anlayışını bir kenara bırakarak, 'fırsatçı pazarlıklar' üzerinden yeni bir düzen kurma arayışına da işaret ediyor. Bu anlayışın en dikkat çekici örneği, Trump yönetiminin Orta Doğu'da İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi karşılığında Riyad'a daha fazla askeri ve teknolojik ayrıcalıklar tanımayı teklif etmesi oldu. Bu öneri kapsamında, Suudi Arabistan'ın Filistin meselesindeki taleplerinin geri plana itilmesi ve İran karşıtı blokta daha kararlı bir şekilde yer alması hedefleniyordu. Bu noktada, bölgesel düzenin yukarıda sözünü ettiğimiz 'fırsatçı pazarlıklar' ile şekillendirilmeye çalışıldığı açıkça görülüyordu.

KÜRESEL PLATFORMLAR YERİNE 'SEÇİCİ' İTTİFAKLAR

Öte yandan ABD, evrensel kurumlarda yaşadığı hayal kırıklığı karşısında, giderek daha belirgin bir biçimde alternatif ittifaklara yöneliyor. Trump yönetimi; Quad (ABD, Japonya, Hindistan, Avustralya) ve AUKUS (ABD, Birleşik Krallık, Avustralya) gibi yapıları, 'uluslararası mekanizmaları devre dışı bırakmak için etkili birer araç' olarak görüyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun, göreve başladığı 21 Ocak 2025'te ilk diplomatik adımı, Quad zirvesini toplamak olmuştu. Böylelikle, 'Çin'i çevrelemenin, Trump yönetiminin birincil önceliği olduğunu' tüm dünyaya ilan etmişti. (10)

Ancak Trump'ın bu 'tek taraflı' hamleleri, bileşeni olduğu ittifaklardaki iç uyumu da zora sokuyor. NATO'nun Haziran sonunda yapılan Avrupa zirvesine davet edilen Japonya ve Avustralya liderleri zirveye katılmadı ve bu, ciddi bir 'diplomatik mesaj' olarak algılandı. Tokyo'nun zirveye katılmaktan vazgeçmesinin arkasında, Savunma Bakan Yardımcısı Elbridge Colby'nin, Japonya'nın savunma harcamalarını GSYİH'nın yüzde 3,5'ine çıkarması yönündeki baskısı vardı.

Image

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Elbridge Colby

Fakat şu bir gerçek; Trump'ın sert politikaları zaman zaman kısa vadeli kazanımlara da dönüşebiliyor. Beyaz Saray’ı, hukuk sınırlarını daha da esnetme yolunda cesaretlendiren temel motivasyon da bu olsa gerek. Lahey'de gerçekleştirilen NATO zirvesinde Trump, 32 üyeli ittifaka yeni bir savunma harcama hedefi dayattı: GSYİH'nın yüzde 5'i.

NATO liderleri ise Trump'ı ikna etmek ve ittifakın geleceğini güvence altına almak adına bu hedefi kabul etti.

Zirve bildirgesinde, “Beşinci Madde’ye olan sarsılmaz bağlılığımızı teyit ediyoruz” ifadeleri yer aldı. Bu satır, Trump’ın geçmişte NATO’dan ayrılma sinyalleri vermesinden endişe eden Avrupalı liderler tarafından Trump’a güvence vermek amacıyla özellikle eklenmiş görünüyor. (11)

DÜNYA YENİ BİR 'SOĞUK SAVAŞ' ÇIKMAZINDA

Trump'ın tek taraflı yeniden yapılanma hamlesi, Küresel Güney'de artan bir endişe ve tepkiyle karşılanıyor. Öyle ki, 20 Ocak'ta göreve gelmesinden kısa bir süre sonra tüm dış yardımları 90 gün süreyle dondurması, gelişmekte olan ülkelerde ciddi bir şok etkisi yarattı. Brookings Enstitüsü tarafından düzenlenen Küresel Güney konulu bir yuvarlak masa toplantısında, bu durum "stres, kaos, travma ve panik" sözcükleriyle tanımlandı. (12)

Diplomatik alanda ise, Bağlantısızlar Hareketi ve G77 bloku gibi gelişmekte olan ülkelerin temsilcileri, ABD'nin 'dayatma' yöntemiyle ilerlemeye çalışmasına itiraz ediyor. Özellikle Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkeleri, ABD'nin önerdiği 'veto hakkı olmayan daimi üyelik' gibi ikinci sınıf statülere kuşkuyla yaklaşıyor.

Öte yandan bu durum, gelişmekte olan ülkelerin alternatif güç merkezlerine yönelmesini hızlandırıyor. BRICS bloku on yıl aradan sonra ilk kez büyük bir genişleme kaydetti ve kendisini açıkça ‘Batı kurumlarına karşı bir denge unsuru’ olarak konumlandırdı. (13) 6-7 temmuz 2025 tarihlerinde, Brezilya'nın başkanlığında gerçekleşen, genişletilmiş 17. BRICS Zirvesi, ABD liderliğindeki finansal sisteme olan bağımlılığı azaltmaya odaklandı; BRICS'in Yeni Kalkınma Bankası'na yeni üyeler dahil oldu. (14)

Image

17. BRICS Zirvesi, Rio de Janeiro, Brezilya

Aynı şekilde, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de 2025 itibarıyla İran'ı üyeliğe kabul etti. Bu tür yapılar, Batı sisteminin dışında kalan ve ABD hegemonyasından rahatsız olan ülkeler için cazip alternatifler sunuyor. Uluslararası sistemdeki parçalanma derinleştikçe, Washington’un, geleneksel etki alanı dışındaki ülkeler üzerindeki etkisi azalıyor.

Giderek daha fazla uzman, dünyanın yeni bir 'Soğuk Savaş' benzeri yapılaşmaya ve 'paktlar mücadelesine' sürüklendiğini belirtiyor. Washington yönetimi; Quad, AUKUS ve genişletilmiş NATO+ gibi 'seçici kulüpler' üzerinden elini güçlendirirken; Pekin ve Moskova da BRICS+, ŞİÖ ve benzeri platformları derinleştiriyor.

Ancak bu ayrışma aynı zamanda BM, DTÖ ve DSÖ gibi evrensel kurumları etkisizleştirme riski taşıyor. Her mesele için ayrı koalisyon kurma eğilimi, evrensel meşruiyetin temelini aşındırıyor ve bu durum, 'orman kanunlarının uluslararası hukukun yerini alması' tehlikesini doğuruyor. Trump ise bu uyarılara aldırış etmeden, güç dengelerine dayalı pazarlıklar yapmayı sürdürüyor.

EN TEHLİKELİ SENARYO

2025 yılının ortalarında dünya, tehlikeli bir senaryo ile karşı karşıya: Trump yönetimi baskı, yaptırım ve tehdit politikasını sürdürür, BM içindeki tansiyon yükselir, kurumlar daha da bölünür, ABD hem rakipleriyle hem de müttefikleriyle aynı anda çatışma yaşar, yardım kesintileri derinleşir, BM’nin bütçesi ve insani operasyonları işlevsiz hale gelir, uluslararası hukuk zayıflar ve yerine güç dengelerine dayalı 'bölgesel normlar' gelirse; böylesi bir dünyada, krizlere kolektif yanıtlar üretmek neredeyse imkânsız hale gelebilir.

Uluslararası hukuku temel alan çok taraflı bir irade ortaya konulmadığı takdirde, dünya parçalanmış bir düzene doğru ilerlemeye devam edecek. Ve bu karmaşanın dayattığı anarşik iklimde BM ve bugün işlevi çokça tartışılan 'kurallara dayalı uluslararası sistem' dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

Asıl soru şu: insanlık, bu sürecin ilerleyen safhalarında nelerle karşılaşacak?

 

 

Referanslar

(1) Stephen Schlesinger PassBlue, March 31 Mart 2025

(2) Yürütme KararıBeyaz Saray, 20 Ocak 2025

(3) RaporAvrupa Parlamentosu, Şubat 2025

(4) Yürütme KararıBeyaz Saray, 4 Şubat 2025

(5) Richard GowanUluslararası Kriz Grubu, 6 Şubat 2025

(6) Keshav PadmanabhanThe Print, 17 Nisan 2025

(7) David J. LynchThe Washington Post, 23 Nisan 2025

(8) Bilgi FormuBeyaz Saray, 2 Nisan 2025

(9) Zachary PaikinResponsible Statecraft, 27 Eylül 2024

(10) David Brunnstrom, Hümeyra PamukReuters, 26 Haziran 2025

(11) Andrew Gray, Sabine Siebold, Jeff MasonReuters, 25 Haziran 2025

(12) George IngramBrookings Institute, 25 Şubat 2025 

(13) RaporCarnegie Uluslararası Barış Vakfı, 31 Mart 2025

(14) Mariel FerragamoDış İlişkiler Konseyi (CFR), 26 Haziran 2025