İkinci yüzyılı kurtarmak için eğitimde atılması gereken 7 adım var: En önemlisi adalet

Uluslararası tüm göstergeler aynı sonuçta birleşiyor: Türkiye çocuklarını eğitemiyor!

İkinci yüzyılı kurtarmak için eğitimde atılması gereken 7 adım var: En önemlisi adalet
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.06.2023 - 05:00

Türkiye, Cumhuriyetin  2. yüzyılında en büyük 20 ekonomi  arasında ilerlemek istiyorsa eğitim sistemini reform etmek zorunda. Bu yüzyılı kurtarmak için atılması şart olan adımları sıralamadan önce bir noktanın altını çizmek istiyorum. Türkiye uzunca bir süredir kalkınma iktisatçılarının “orta gelir tuzağı” dediği bir krizden daha da geriye düşmüş durumda. İçinde bulunduğumuz darboğazdan kurtuluşun reçetesini tek başında eğitimde aramak yanlış olacaktır. Çünkü popüler söylemin aksine bir ülkenin demokratik ve ekonomik alanda ilerlemesi için şart olan şey eğitim değil, adalettir. 

Detaylarını “Yol Ayrımındaki  Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet”  kitabımda açıkladığım üzere bir ülkenin kalkınması için hem adil rekabet koşullarına hem temel özgürlüklere hem de eğitim sistemine ihtiyaç var. Adil rekabetin olmadığı, insanların haklarını güvence altında hissetmediği, fikir ifade ve yayma hürriyetinin garanti altına alınmadığı toplumlarda eğitim sisteminin tek başına bir toplumu ileri götürmesi zor. Tarihe baktığımızda görüyoruz ki dünyada ilerlemenin anahtarı kurallar toplumu olmaktan geçiyor. Ancak o temel paradigma içinde eğitim kurumları işevsel olabiliyor. İsterseniz dünyanın en  iyi okullarını açın, eğer diğer iki boyutu yanı hukuk sistemini ve temel özgürlükleri ileri bir noktaya taşımadıysanız okulların işlevi de başarısı da kısa ömürlü oluyor. 

Köy Enstitütüleri, fen liseleri ve en son Boğazici Üniversitesi’nin başına gelenler bize Türkiye’de sadece eğitimi konuşarak eğitim sistemindeki sorunları  çözemeyeceğimizi gösteriyor. 

7 somut reform önerisi: 

VERİYE DAYALI REFORM:

Türkiye’de okula başladığı sistemle liseyi bitiren kuşak olmadı maalesef. Tek partinin iktidar olduğu son 20 yılda dahi 9 farklı bakan sitemin başına geçti. Bakan değişiminin reformla ne ilgisi var diyorsanız Türkiye’nin reform yapma pratiğini bilmiyorsunuz demektir. Bizde reformlar kişiye bağlı pratiklerdir. O nedenle eğitimde atılması gereken İlk ve bence en önemli adım kişiye dayalı reformlardan veriye dayalı reformlara geçmektir. 85 milyonluk bir ülkede, 20 milyon öğrencinin kaderi hiçbir kişinin vizyonuna teslim edilemez. 

DOĞAN HER ÇOCUĞA BİR KİTAPLIK:

Türkiye’de her sene 1.3 milyon bebek dünyaya geliyor. Bu bebekler daha doğdukları gün iki sınıfa ayrılıyor. Birinci grupta 300 bin bebek var. Bu bebeklerin evinde bir kitaplık, anne ya da babadan birinin bir üniversite diploması var. İkinci grupta yer alan 1 milyon bebeğin evinde bu ayrıcalıklar yok. Tıpkı bir ağacı ekince cansuyunu hemen o dönemde vermek zorunda olduğumuz gibi, çocukların zihinsel gelişiminin en hızlı gerçekleştiği ilk 36 ayda da çocuklarımıza gerekli eğitimde sonuç almak için 7 yaş çok geç. 

HER MAHALLEYE KALİTELİ BİR OKULÖNCESİ KURUMU: 

Türkiye  okul öncesi eğitime katılımda yüzde 30 ile OECD ülkeleri arasında en son sıralarda yer alıyor. Avrupa ülkelerinden bu oran yüzde 80’lerin çok üstünde. Son dönemde belediyelerin ülkemizin çok farklı yerlerinde bu konuda atmış olduğu adımlar doğru yolda olduğumuz gösteriyor ancak bu adımlar son derece yetersiz. Her çocuğun 3 yaşından itibaren sınırlı da olsa aile dışında bir kurumda oyun bazlı bir öğrenme ortamına katılması bu çağın olmazsa olmazı.

YETKİ VE SORUMLULUK TABANA YAYILMALI:

Türkiye OECD ülkeleri içinde en merkezi sisteme sahip ülkelerin başında geliyor. Ankara’da oturan bir kişi 20 milyon öğrencinin saat kaçta okula gideceğine, hangi dersleri nasıl işleyeceğine karar veriyor. Hal böyle olunca ne okul yöneticileri inisiyatif geliştiriyor ne de öğretmenler kendi yaratıcılıklarını ortaya koyacak zemin bulabiliyor. Önümüzdeki dönemde eğitim sistemine yapılacak tüm diğer yatırımlardan da arzu edilen sonucu almak için öğretmenlik mesleğinin yetki ve prestijini arttırmak zorundayız. İşine tutkuyla bağlı bir eğitim kadrosu olmadan binayla, teknolojiyle öğrenme olmaz. 

DEVLET OKULLARINA İTİBAR:

OECD ülkeleri arasında yoksul öğrencilerin sayısı arttıkça sınıfların kalabalıklaştığı tek sistem Türkiye’de. Zaten uluslararası sıralamalarda geride olmamızın en önemli nedeni dar gelirli öğrencilerin oranının yüksek olması ve bu öğrencilerin kaynağı kıt okullarda eğitim almak zorunda kalması. O nedenle eğitim alanında kalıcı sonuç almak için üzerinde odaklanmamız gereken demografik segment sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı öğrenciler olmalı. Çare özel okulları teşvik etmek değil, devlet okullarının itibarını artırmaktır. 

HER İLÇEYE BİLİM VE TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ: 

Bu yüzyılda ileri teknolojiye dayalı kalkınma için STEAM denilen, fen matematik, mühendislik, tasarım gibi alanlarda eğitim vermek zorundayız. Tüm öğrencilerin ileri seviye fen ya da matematik bilmesine gerek yok ama hatırı sayılır bir oranın dünyayla rekabet edecek teknolojiyi üretebilmesi için ileri seviye 21. yüzyıl becerilerine sahip olması şart. Bir yandan okulöncesinden başlayarak müfredatın odağına STEAM becerilerini koymak zorundayız. 

Öte yandan seçkin bir öğrenci grubunu elit liselerde dünyayla rekabet edecek seviyede yetiştirmek zorundayız. Elit derken, aileden gelen bir ayrıcalığı değil, belirli bir çekim merkezi olan, mezun olanların elle tutulduğu okulları  kastediyorum. Türkiye bu modeli önce fen liselerini kurarak çok başarılı bir şekilde hayata geçirdi. 

Şimdi daha iyisini her ilçeye bu yüzyılın gerçekliğine dayalı bir fen ve teknoloji enstitüsü kurarak gerçekleştirebiliriz. 

EZBERİ DEĞİL PROBLEM ÇÖZMEYİ ÖLÇEN SINAV:

Türkiye ulusal sınavları her aşamada ezbere dayalı becerileri ölçmektedir. Aileden avantajı olan çocukların başarılı olduğu bir sınav sistemi sayesinde sınava iyi hazırlanan öğrenciler bir adım öne geçmektedir. Yapılması gereken bir yandan merkezi sınavların ağırlığını azaltmak bir yandan da bu sınavlarda ezberi değil problem çözme ve eleştirel düşünme becerisini ölçmektir. 

Bu adımları atmazsak ne olur?

Türkiye önümüzdeki dönemde bu adımları atmak zorunda diye bu kadar ısrarcı olmamın çok net bir demografik gerekçesi var. Ülkemiz tarihinde ne bundan önce ne de bundan sonra şimdi olduğu kadar çok sayıda genç nüfusa sahip. Şimdiye kadar sürekli geriden gelen genç kuşaklara umut duyduk ama bundan sonra nüfus artışı hızla azalıyor ve artık yaşlı nüfusun yerine genç nüfus gelmiyor. Malum nüfusun kendini yenileme seviyesi olan kadın başına 2.1 çocuk oranın çok altına düşmüş durumdayız.O nedenle ya şimdi öğrenme çağında olan nüfusu çok iyi bir şekilde eğitip hem onları hem ülkenin geleceğini kurtaracağız ya da 20 milyon çocuk 20 milyon gençten oluşan toplam  40 milyonluk iki kuşağı dünya ile rekabetten uzak tutacağız. Tercih bizim


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler