Ertan Aksoy hazırladı: 'Diploma enflasyonu'

Sosyal Demokrasi Vakfı Başkanı (SODEV) ve AKSOY Araştırma Şirketi'nin kurucusu Ertan Aksoy; gündemdeki son gelişmeleri, verilere dayalı analizlerle, siyasilerin gündem belirleyen açıklamalarını ve bu açıklamaların toplum üzerindeki etkilerini Cumhuriyet için değerlendiriyor. İşte Ertan Aksoy'un bu haftaki değerlendirmesi...

Yayınlanma: 22.08.2022 - 13:52
Ertan Aksoy hazırladı: 'Diploma enflasyonu'
Abone Ol google-news

Sağ popülist iktidarlar için önemli olan sonuç almaktır. İktidara gelmek, iktidarda kalmak için yapılanlar sonuç aldığı sürece, neye ne kadar zarar verdiğinin pek bir önemi yoktur. Türkiye siyasal tarihinin sağ popülizmine örnek olarak verilecek partisi AKP de bu anlayışı düstur edindi. İktidara geldikten sonra, kaynak girmesi için toplumun vergileriyle var ettiği kamu iktisadi teşebbüslerini zamanın bakanının kendi ifadesiyle “babalar gibi sattı”.

KİT’lerin üretime katkısı, bölgesel istihdama olumlu etkisi, karı değil, üretimi ve toplumun ihtiyaçlarını önceliyen işleyişi gibi son derece önemli konular sadece detay olarak görüldü. Önemli olan bu kurumların peşkeş çekilmesi sonucu kasaya girecek kaynaklardı. Keza, sağlık sisteminde iyileştirme yerine piyasalaştırmanın tercih edilmesi de böyle. Daha büyük bir sağlık ordusu yaratmak, daha fazla kamu hastanesi kapasitesi yaratmak yerine özel sağlık kuruluşlarını genel kullanıma açmayı tercih ettiler.

Bu sayede önemli bir kısmı yeşil sermayenin elinde olan özel sağlık kuruluşlarına daha fazla kamu kaynağı aktarılabildi. Devletin vatandaşı için aynı hizmeti daha pahalıya satın almış olması, vatandaşın piyasaya bırakılmış sağlık hakkı ile daha fazla ciro için gereksiz tedavilere maruz kalması da iktidar için sadece detaydı.

AKP popülizmine birçok alanda sayısız örnek vermek mümkün, fakat bu yazıda üniversite eğitiminin nasıl bir popülizme kurban gittiğini anlatmaya çalışacağım. Konuya dair Cumhuriyet’te 19 Mart 2022 tarihinde yayınlanan yazımın bir bölümünden alıntı ile başlamak isterim.

“Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana çok kısa dönemler dışında, genellikle refahı artırmayı ve ülkeyi daha ileriye taşımayı başardı. Bunda, yurttaşına sağladığı eğitim olanaklarını iyi bir planlama ile iyileştirmesi ve kendine özgü başarılı okul modellerini geliştirebilmesinin önemli payı vardı. Eğitime erişim ise, sınıfsal geçisin en önemli aracıydı. Her yeni kuşak bir öncekine göre görece daha büyük bir orta gelir ve üst gelir grubundan oluşuyordu. Eğitim merkezli bu sınıfsal geçiş mekanizmasından en çok faydalanan ise, Anadolu’dan büyük kentlere göçen yoksul halkların çocuklarıydı. Geldiğimiz yer itibariyle bu mekanizma, ülkeye baktığında kendine bağlı seçmen gruplarını görmeyi önceleyen AKP karar vericileri ve onların devlete yerleştirdikleri liyakatsiz bürokratların el birliği ile çökertildi. Cumhuriyetin vatandaşı ile imzaladığı 'eğitimli birey olman halinde yaşamının kalan kısmı refah içinde geçer' örtük sözleşmenin her sayfası AKP iktidarlarınca koparılıp atıldı.”

Cumhuriyet’in iyi bir planlama ile yönettiği eğitim süreci, AKP döneminde üniversite popülizmine ve “kültür iktidarı” arayışına kurban gitti. Az sayıda ama doğru bir planlama ile kurulmuş, büyük oranda verimli çalışan ve saygın akademisyen yetiştiren üniversitelerin yanına, yeni birçok “tabela üniversitesi” eklendi. Bu eklentinin 3 temel amacı vardı;

  1. Seçmene, “çocuklarınız bizim dönemimizde daha rahat üniversiteye girdi” diyebilmek.

  2. Aklı özgür, itaatsiz bilim insanlarının yanına dinci akademisyenleri ekleyip, özgür aklın önüne set çekmek.

  3. Anadolu’daki kentlere öğrenci gitmesini sağlayıp, kentlerdeki tüketimi artırmak.

Gerçekçi olmak gerekirse üç amacına da ulaştı AKP. Fakat ortaya çıkan sonuç ne ülkenin ne de AKP’nin hayrına olmadı.

Öncelikle üniversite öğrencisi sayısındaki artışı ele alalım; AKP iktidara geldiğinde yaklaşık 1,9 milyon üniversite öğrencisi vardı. Sonrasında, yukarıda sıraladığımız temel nedenlerden kaynaklı, kampanya yaparcasına her ile açılan “tabela üniversiteleri” ile birlikte bakın rakam nereye ulaşmış.

YÖK’ün istatistiklerine göre 2020-2021 öğretim döneminde 3.114.623 ön lisans, 4.676.657 lisans öğrencisi var.  Toplamda 7.791.280 üniversite öğrencisi mevcut. Yani öğrenci sayısı yaklaşık 4,1 katına çıkarılmış. Tam bir “diploma enflasyonu”.

Sonuç olarak, üniversite mezunlarının tamamı yönetici sınıfa ait olacağı, iyi bir gelire sahip olacağı hayaliyle eğitim aldı. Fakat önemli bir kısmı, ya çağrı merkezinde müşterinin psikolojik şiddetine maruz kalıyor, ya AVM’lerde güvenlik görevlisi olarak çantaları kontrol ediyor ya da motor kurye olarak arkadaşlarına “bugün sen kaç paket attın” sorusunu soruyor. Emeğe dayalı her iş gibi bu işler de çok değerli. Buradaki itiraz, lisans mezunu gençlerin bu işlere mecbur bırakılmasıdır. Eğitimli birey olarak bu işleri yapıyor olmalarının onlarda ve ailelerinde yarattığı psikolojik yüktür.

Tüm bunlar, yakın geçmişinde üniversite eğitimine erişenin “kurtuldu” olarak tarif edildiği bir yerden “kurtulamaz” duygusuna evrildiği bir yere getirdi toplumu. Bu hafta yaptığımız ölçümde, toplumun konuya bakışını anlamaya çalıştık. Birlikte inceleyelim. 

Toplumun yüzde 66,7’si Türkiye’de üniversite eğitimi almış bir gencin geleceğinin parlak olmadığını düşünüyor. Geleceğe dair en büyük umudun eğitimden geçtiği bir ülkenin, birkaç sene içerisinde nasıl bir hale geldiğine bakın. 

Üniversite eğitimi, Türkiye’de akademik bir birikimin imkanı olmaktan öte iş bulmaya yarayan bir araç olarak görüldüğü için, biz de iş bulma durumuna bakışı ölçtük. Üniversite mezunu bir gencin iş bulma durumuna bakışı anlamaya çalıştık. Birlikte bakalım.

Üniversite mezunu bir gencin iş bulmakta zorlanacağını düşünenlerin oranı toplamda yüzde 72,1. 

Özetle, geldiğimiz yer itibariyle eğitimli olmanın itibarı azalmış, adeta neredeyse dezavantajlı olarak görülmeye başlanmış durumda. Yeni mezun gençler uzun süre işsiz kalmakta. Eğitimli bir birey olduğu halde ailesinden destek almanın yükünü taşımakla beraber, iş bulduğunda da durum pek değişmemekte. Asgari ücret veya yakınında bir ücrete çalışmak, kapitalizmin yüksek ücret vermemek için dağıttığı havalı unvanlar ile yetinmek zorunda kalmakta. 

İktidar değişikliğinde bize düşen, bu durumu idare etmek değil, yıkıcı bir tutumla ortadan kaldırmaktır. Tabela üniversitelerinin yeterli alt yapıya sahip olmayanlarının kapatılması veya mesleki eğitimi hedefleyecek şekilde dönüştürülmesini gerçekleştirmektir. İhtiyaç fazlası beyaz yaka arzı devam ettikçe, gençler “nitelikli ucuz işgücü” olmaktan kurtulamayacak. AKP’nin yanlış ekonomi politikaları ile birlikte iyice hızlanan nitelikli çalışan yoksulluğu olgusu ülkemizde artarak devam edecektir.

Yine bize düşen, bugünkü gibi, daha fazla geçiş garantili köprülere, daha fazla betona değil, çocuklarımızın ve gençlerimizin nitelikli eğitime erişimi için kaynak yaratmaktır. “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” diyen liderin izinden gidip, insana ve insanlığa yatırım yapmaktır.  

Ertan Aksoy

[email protected]


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler