10 yıl sonra ne olacak?
Ben bir gelecek tahmincisi (Futurologue) değilim. Geleceğe çakşır (elbise) biçmek gibi bir amacım yok. Fakat dünyanın bütün politikacıları olayları başını gözünü yararak yorumlayıp, gerçekleşmeyen projelerden söz ederken seksen yıldan fazla yaşamış ve yirminci yüzyılın bütün politik palavralarını dinlemiş olan birinin, enerji buhranı, çölleşme ve ekonomik krizi kapımızda bulduğumuz şu günlerde on, on beş yıl sonrasına ilişkin bazı endişelerden söz etmesi olağan sayılmalıdır.
Geleneğin baskısını geçen yüzyılda kırmış olan Batı ve bugün büyük bir hızla gelişen Asya karşısında, eski dünyanın merkezini oluşturan İslam dünyası hâlâ alt edemediği dogmatizmi nedeniyle yeni bir ekonomik kölelik dönemine girmiştir.
Italo Calvino geleceğin edebiyatına ilişkin yazdığı küçük bir deneme kitabında edebiyatta ağırlık yerine hafifliği yeğlediğini yazar. Karanlık bir geleceğe ilişkin bir yorumun üslubunun hafif olması olanaksız. Bir İstanbul depreminden daha kesin zaman sınırları içinde, çoktan başlamış bazı ekonomik ve fiziksel süreçlerin toplumları sıkıntılara sokacağı kesin. Bu gelişmelere karşın hazırlıklı olmak sanıldığından daha köktenci tavırlar gerektiriyor.
Ernest Nagel’in 1979’da yayınlanan “The Structure of Science – Problems in the Logic of Scientific Explanation” (Bilimin Strüktürü-Bilimsel Açıklama Mantığının Sorunları) adlı önemli yapıtının girişinde, çok açık ve basit bir bilim tanımı vardır. (*Ernest Nagel Columbia Üniversitesinde bilim felsefesi profesörü idi.). “Bilim kurumlaşmış bir sorgulama sanatı olarak çeşitli meyveler vermiştir. Bugün bilimin en çok reklamı yapılan ürünleri insan ekonomisinin geleneksel biçimlerini giderek artan bir hızla değiştiren teknolojik hünerlerdir.”
Teknolojinin getirdiği değişikliklerin alt yapısını kamuoyu her zaman bilinçlendirmez. Bunların başında pek çok olayın, olgunun ve sürecin oluşumundaki saptayıcı nedenler konusunda eskiden öğrenilmiş genel bilgiler gelir. Ve yeniyi, doğruyu anlamayı engeller.
Nagel’in dediği gibi, “Bir çok korkularımızın ve ilkel uygulama ve davranışların kökeni olan eski inanç ve önyargılardan kurtulmak, ahlâki ve dini dogmaların akli temellerinin, sosyal haksızlıkların sürekliliğini sağlayan irrasyonel geleneklerin koruyucu katı kabuğunu zayıflatarak kırmak.” zorundayız.
Bu, giderek geleneği daha çok sorgulamayı gerektirir ve önceleri tartışılmayan alanları sistematik eleştiriye açarak olur. Kısaca, sorgulanmayan tabu kalmaz. Bu durum dünyada toplumların pasif ve sürü içgüdüsü ile yaşayan çoğunluğu için rahatsız edici olabilir. Ne var ki, Nagel’in vurguladığı gibi, bu gelişmeler ‘Liberal uygarlık düşüncesinin temelidir’. Bu nedenle sürekli bir inceleme konusu olarak önemi unutulmamalıdır.
Yunan Çağı ile başladı
Bu kuramsal soruşturma Avrupalılar için Yunan çağı ile başlar. Bugün bilim felsefesi denilen ve bu gelişmeleri inceleyen bilgi alanı geçmişte genel bir felsefe, metafizik ve mantık başlıkları altında incelenmiştir.
Bilimin ideal yapısının irdelenmesi isteği ve iradesi de, Batı kültürünün özel bir gelişmesine tekabül eder. Ne Asya kültürleri ne de İslam, bilimsel açıklamanın doğasını, mantıksal yapısını, doğayı gözleme, ölçme tanımlama tekniklerini, bilimsel gerçeğin mantık yapısını Avrupa düşüncesinin geliştirdiği boyutta ve ayrıntıda geliştirmemişlerdir. Ortaçağda dünyanın en önünde giden İslam bilimi 12.-13. Yüzyıllarda dinsel dogmatizme mağlup olarak Ortaçağdaki görkemiyle müzelik olmuştur.
Bilimsel yöntemin değişik inceleme alanlarında, giderek artan ayrıntılarla ve giderek hassaslaşan tekniklerle her gün yeni bir araştırma alanı yaratma çabası ve insanı ve doğayı ilgilendiren her olgu ve gelişmeyi mantıklı bir araştırma konusu yapmak, sadece Batı kültürüne aittir.
Avrupa’ya dünya egemenliğini sağlayan teknoloji ve onun yarattığı çağdaş yaşamın bütün etkinliklerini kapsayan yeni teknikler geliştirdiğini anlamayan İslam dünyası, batının yarattığı liberal uygarlığın temelini oluşturan bilim-teknik-teknoloji yapısını kavramadan teknolojiyi satın alarak ortaçağı aşamıyor. Batının satışa sunduğu ilgili yaşam ve iletişim tekniklerini ortaçağ inançlarını canlandırmak için kullanarak, bilimsel düşüncenin yarattığı dünya vizyonunu değiştireceğini hayal ediyor. Oysa bugünkü ekonomik ve kültürel tabloların açığa vurduğu gerçekler iç karartıcıdır.
Geleneğin baskısını geçen yüzyılda kırmış olan Batı ve bugün büyük bir hızla gelişen Asya karşısında, eski dünyanın merkezini oluşturan İslam dünyası hâlâ alt edemediği dogmatizmi nedeniyle yeni bir ekonomik kölelik dönemine girmiştir.
Bu olguyu yazılarımda yineleyerek okuyucuları çok sıktığımı düşünüyorum. Ne var ki bilim-teknik-teknoloji üçlüsünün artık bir bütün oluşturan yapısını toplum kültürüne entegre etmeden, Türkiye’nin içinde bulunduğu cehalet, fakirlik ve borç batağından kurtulması şansı olmadığını anlatmanın başka yöntemini de düşünemiyorum. Yetmiş milyonluk bir ülkeyi Batı’nın arkadan itmesi ve medyanın beyin yıkaması ile çağdaşlaştırmak kabil olsaydı, önce Suudi Arabistan çağdaşlaşırdı.
Hangi sorular sorulmalı
Türkiye’de tutucular soruyorlar: Kadınımız televizyonlarda gözlerimizi fal taşı açarak seyrettiğimiz kadınlar gibi mi olsun?
Oysa bugün dünyada köle olmadan yaşamak için sorulacak sorular bu tür sorular değil. Toplumlar kadınlarını ve kızlarını güçleri yettiği kadar örtü altında tutabilirler. En azından, yarım yamalak bile olsa demokratik rejim, kişinin giyimine özgürlüğüne şimdilik karışmıyor.
Yakın geleceğin sorunu yeteri kadar açık: Dinleri ne olursa olsun, bütün dünya toplumları enerji, su, tarım ve iletişim dar boğazına 5-10 yıl içinde girdikleri zaman, özellikle nüfusu bizim gibi yüksek olanların (Endonezya, Banglades, Pakistan, Hindistan, İran, Türkiye, Mısır, Nijerya) tek çabaları, karın doyurmak olacak.
1923’de nüfusu on milyon olan Anadolu 2023’te ondan sekiz kat daha kalabalık olacağı için halkın ve hükümetlerin sorunu açlıkla savaşmadan öteye pek gidemeyecek. Su kıt olunca tarlalardan yeterli ürün elde edilemeyecek. Enerji kıt olunca alabilinen mal bile taşınamayacak Alternatif enerji için yatırım yeterince yapılmazsa evlerimizi bile ısıtamayacağız. Kaldı ki üretim yetersiz olacağı için gerekenleri ithal bile edemeyeceğiz.
Ağır bilgisizlik afyonu
Üretimin ekonomik olabilmesi için, çok kısa aralıklarla değişen en yeni yöntemlerin kullanılması, yeni yöntemleri, gelişmiş teknolojiyi ve o teknolojiyi geliştirecek bilgi ve teknik örgütlenmeyi gerekiyor. Bu birbirini basit mantıkla izleyen değişme ve örgütlenmeler, cahil toplumlar için felaket senaryolarıdır. . Hala ayılamamış toplumlar 20. yüzyıldan kalma söylemlerin, 21. yüzyılda yaşamı sürdürebilmek için yetersiz olduğunu anlamakta zorlananlardır.
Bu konunun tartışılması bağlamında, Türkiye’nin nerede olduğunu anlamak için politikacıların, idarecilerin ve medyanın ne söyleyip yazdığını incelemek yetişir. Türkiye ağır bilgisizlik afyonu ile kendinden geçmiş bir ülke görünümünde. Bilim ve Teknoloji dergisi gibi birkaç dergi ve doğası gereği bilim ve teknoloji ile uğraşan birkaç kurum dışında, güncel yaşama egemen olan teknoloji, artık ayağa düşmüş ürünlerin pazarlanması ve tüketilmesi üzerine oturmaktadır.
Dünya günlük hava raporları gibi ülkenin geleceğine ilişkin enerji, bilimsel öğretim, teknoloji, örgütlenme ve üretim gibi bütün etkinliklerin sayısal durumunu her ay, her yıl izlemek ve yeniden programlamak zorunda olduğumuz zor bir çağa girmiştir.
Türkiye’nin 80 milyon nüfusunu 10 yıl sonra nasıl besleyeceğini gösteren bir hesabı yapması ve onu sürekli yenileyerek gereklerini yerine getirmesi zorunlu. Politik retoriğin toplumlardan saklayabileceği bir gerçek yakında kalmayacak.
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Sette kavga çıkmıştı: Siyah Kalp dizisinde flaş ayrılık