‘6-7 Eylül ruhu sona ermedi’

Gazeteci Serdar Korucu’nun “Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6/7 Eylül 1955” kitabı 11 Eylül’de raflarda olacak.

Yayınlanma: 07.09.2015 - 07:05
Abone Ol google-news

Atatürk’ün Selanik’teki evinde bomba patlatıldığına dair önce radyoda, daha sonra ise Mithat Perin’in sahibi, Gökşin Sipahioğlu’nun yazıişleri müdürü olduğu İstanbul Ekspres gazetesinde haber yapılması üzerine çıkan olaylarda, İstanbullu gayrimüslimlere ait ev ve işyerleri yağmalandı, yıkıldı.

1955’in 6-7 Eylül’ündeki yağma ve yıkım sadece ev ve işyerleriyle sınırlı kalmadı. Güvenlik güçlerinin müdahale etmediği güruh ibadethanelere ve mezarlıklara da saldırdı. Dini mekânlar yakıldı, yıkıldı; kutsal ikonalara zarar verildi; mezarlıklar talan edildi; hatta mezarlar açılıp içerisindeki kemikler çıkarılarak yakıldı.

Bu süreç, o dönemde Patrikhane fotoğrafçısı olan Dimitrios Kalumenos tarafından gizlice fotoğraflanarak belgelendi. Daha sonrasında çeşitli kereler hapse girip çıkan Kalumenos “Türkiye Cumhuriyeti düşmanı” kategorisinde sınır dışı edildi. Kalumenos, 6-7 Eylül’de çektiği 1500 fotoğrafı ise Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na armağan etti.

Gazeteci Serdar Korucu’nun 11 Eylül’de yayımlanacak “Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6/7 Eylül 1955” adlı yeni kitabında, Kalumenos’un bu fotoğraflarından Türkiye’de yayımlanmamış bir seçki yer alıyor. Korucu, İstos Yayınevi’nden çıkacak kitaptaki 60 fotoğrafla 6-7 Eylül’deki talanın bir başka boyutunu ortaya koyuyor: Mezarlıkların, ibadethanelerin talan edilmesi ve mezarlardaki kemiklerin çıkarılarak yakılması...

- Dimitrios Kalumenos’un fotoğrafları Yunanistan Dışişleri Bakanlığı arşivinde bulunuyor. Fotoğraflara nasıl ulaştınız?

Patrik Bartholomeos’un yakınındaki isimlerden, gazeteci-fotoğrafçı Nikolaos Manginas, Dimitrios Kalumenos’un ölümünden önce kızıyla fotoğrafını çekmiş, röportaj yapmıştı. Kızı bugün Atina’da yaşamayı sürdürüyor. Manginas, Dimitrios Kalumenos’un kızından fotoğrafların yayımlanması için izni aldı. Bu sayede 6/7 Eylül 1955’te hep gördüğümüz ticarethane yağması dışındaki fotoğrafların Türkiye’de yayımlanma şansı doğdu.

- Fotoğrafları neden yayımlamaya karar verdiniz ve neden önemliler?

Aslında yıldönümlerine inanmam ama bazı konuları yeniden gündeme taşıyabilmek için önemli. 60. yıldönümü Türkiye’de yayımlanmamış 60 fotoğrafı yayımlamak için bir vesileydi sadece. Sonuçta bu acı 61. yılda da devam edecek. Tıpkı Ermenilerin acısının 101. yılında da devam edeceği gerçeği gibi. Bu fotoğrafların önemli yanı bugüne kadar görmediğimiz, bilmediğimiz bir açıyı yansıtması. Bugüne kadar yayımlanan fotoğraflarda, azınlıkların zengin olduğuna dair miti besleyen fotoğraflar görsek de Kalumenos’un arşivi bize 6/7 Eylül’ün daha karanlık bir yüzünü gösteriyor. Biri ibadethaneler... Rum kiliselerinin yakılıp yıkıldığı, kutsal ikonaların ve eşyaların tahrip edildiği bir manzarayı getiriyoruz. Bir diğeri ise mezarlıklar. Rumların kültürel başkentleri İstanbul’daki yüzlerce yıllık varlıklarının simgelerinden olan bu mekânlardaki tahrip inanılmaz boyutlarda. Mezarların kırıldığı, kemiklerin çıkartıldığı, yakıldığı, dört bir yana savrulduğu bir manzara çıkıyor karşımıza. Ve işin korkutucu yanı bütün bu yaşananların bizim “hoşgörülü” ülkemizde gerçekleşmiş olması...

- Türkiye’de azınlıklar konusunda araştırmalar yapmış birisi olarak sizce Türkiye’deki sayıları git gide azalan azınlıkları nasıl bir gelecek bekliyor?

Herkes için zor bir soru. Türkiye’nin tarihi bu konuda o kadar inişli çıkışlı ki. Mesela Ermeniler reform beklerken tehcire uğradılar, nüfuslarının büyük bölümünü kaybettiler, yaşadıkları Prof. Rafael Lemkin’in “soykırım” terimini oluşturmasına kaynak sağladı. Dönüşleri bu kadar keskin olan bir toplumda kimse güvende olamıyor. Eğer azınlıksanız bu tehlike iki kat artıyor.

‘Geri dönüş önemli adım’

- İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu, yurtdışında yaşan İstanbullu Rumların geri dönüşleriyle ilgili bazı adımlar attı ve resmi “destek” talebinde de bulundu. Yaraların sarılması için sadece geri dönüşler yeterli mi? Başka neler yapılması gerekiyor?

Yaraların sarılması konusunda geri dönüş önemli bir adım olur. Bu yolla İstanbul’daki Rum kültürü şehrinde varlığını sürdürebilir. Bu Rum toplumuna 6/7 Eylül’den de önce kırılan “güven”i tazelemek için önemli bir fırsat. Kim bilir belki böylece kültürel ikiyüzlülüğümüzden kurtulabiliriz. Zira rakı sofralarında Rumca nidalarla kadeh tokuşturmak, Rum müziği dinlemek, sirtaki oynamakla bir zamanlar burada ekseriyet olan kültüre sahip çıkmış olmuyoruz. Bu kültürün gerçek sahiplerinin yok olmasına seyirci kaldıkça hepimiz tarihin huzurunda suçlu olacağız.

‘Potansiyel sürüyor’

- Son dönemde milliyetçi söylemler artarak kullanılmaya başlandı. Yeni 6-7 Eylül’lerin yaşanması olası mı?

6/7 Eylül’ün ruhu sona ermedi, ermiyor ki! Bugün az konuşulsa da Rıfat Bali’nin kitaplarından arka yüzünü öğrendiğimiz Yahudileri hedef alan 1934’teki Trakya Olayları’ndan 6/7 Eylül’e uzanan pogrom potansiyeli yakın geçmişte de vardı. Mesela 90’larda ana akım medyada “Ermeni PKK’liler” haberleri çıktığında Ermeni Patriği Mutafyan 6/7 Eylül gibi bir facia olasılığından korktuğunu söylemişti. Bugün de aynı potansiyel sürüyor. 2010’da Manisa’nın Selendi ilçesindeki Romanlara yönelik “linç girişimleri” ya da -her ne kadar Suriyeli çocuğun ölümü sosyal medyada infial yaratsa da- mültecilere yönelik süregelen “eylem” kılıfındaki saldırılar bize geçmişteki bu pogromları hatırlatmıyor mu? Benim açımdan cevap: Evet...

- Devletin son yıllardaki azınlık politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rum toplumu açısından bakarsanız, yıllardır söz verilip sonunda Atina ile mütekabiliyete mahkûm edilen Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara’nın karar almaması nedeniyle vakıflarda yapılmayan seçimler, bürokratik engeller... Bütün bunlar sürüyor. Bir yandan da milliyetçi oylar için zaman zaman gündeme getirilen maddeler var. Ayasofya gibi... Bir önceki kabinede Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü olan Bülent Arınç’ın açıklamaları, ardından geçici seçim hükümetinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na getirilen Yalçın Topçu’nun da bu müzenin cami olarak açılması gerektiğine dair sözleri var. Kanunlarla statüsü belli olan bir mekân için bile tartışma yeniden alevlenebiliyorsa bu ülkede ne kadar “güven” duyulabilir ki?

Ben topik değilim

- Ana akım medya azınlıkların kültürünü nasıl yansıtıyor? Yeterince yer buluyor mu?

Sorunları yansıtmıyor. En “renkli” bulunan geleneklerden, dini ritüellerden bir bölüm gösterildiğinde azınlıklara da yer verilmiş olunuyor. Problem biraz da bu bakışta gizli. Hiçbir kültür, tabiri caizse, masada meze olarak görülmek istemez. Bu ruh halinin Ermeni toplumu için yansımasını belki de en güzel anlatan Aret Gıcır’ın “Ben topik değilim” sözü... Bu karikatürize eden bakış açılarından sıyrılıp normalleşme yaşamak gerekiyor. Ancak bu da imkânsız görünüyor. Ne de olsa, Hıristiyan ve Yahudi nüfusunun toplamı 100 bini aşmayan bu ülkede manzara mozaikten çok mermere benziyor...

- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 30 Ağustos’taki konuşmasında “tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet” ifadesini kullandı. “Tek millet” vurgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz gerçekten acılarımızla yüzleşeceksek işe söylemlerimizden başlamamız gerekiyor. 2011 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan “Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne afedersiniz Rumluğumuz hiçbir şeyimiz kalmadı” dedi. Tepki o kadar cılızdı ki! Şunu düşünün, bu söz o gün Kürtler için söylenmiş olsa aynı mı yankılanırdı? Bizim yüzleşmeye birbirimizden başlamamız gerekiyor. Eğer Rumluğa “affedersiniz” denilirken susulursa yarın bir başka kimliğe gelindiğinde o kesim yanında kimseyi bulamaz hale gelir. Bu durumun Erdoğan’ın 2013 yılındaki “Affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu” sözlerinde bir nebze olsun değiştiğini gördük. Bu bir umut ama yeterli değil. Öte yandan ben Rumlara “affedersiniz” denilmesi gerektiğini düşünüyorum, 6/7 Eylül’de maruz kaldıkları pogrom, facia için...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler