Altay Öktem'den yeni roman: 'O Adam Babamdı'
Altay Öktem'in yeni romanı 'O Adam Babamdı', adından da tahmin edilebileceği üzere, bir baba-oğul hesaplaşmasınin hikâyesi. Baba ve oğlu, sırayla anlatıcı ve kahraman rolüne soyunuyor. Yankı Enki'nin değerlendirmesi...
Altay Öktem'den yeni roman: “O Adam Babamdı”
Muhtemel ölülerin dünyasından
Altay Öktem, bugüne kadar yazdığı şiir, deneme, öykü kitaplarıyla ve romanlarıyla hep karanlıkta okunması önerilecek eserlere imza attı. Birçok şiir kitabıyla önemli ödüller aldı ama sadece şiirle değil, fanzin kültürüne kadar uzanan edebi girişimleriyle kuşağının kendine has isimlerinden biri oldu. Öyle çok üretti ki bugün kütüphanenizin bir rafını Öktem’in kitaplarıyla doldurmanız mümkün. Özellikle Bahadır Baruter imzalı ön kapak görseliyle bir kitabevi rafında çok uzaklardan bile dikkati çeken son kitabı O Adam Babamdı da yine karanlıkta okunacak, okurların tüylerini diken diken edecek ve hem bir çırpıda okunup hem de edebi iştahları kursakta bırakmayacak bir roman.
O Adam Babamdı için bir yeraltı romanı demek mümkün ama yeterli değil. İçinde dedektiflerin olmadığı gizemli bir suç romanı, kanlı ama estetik bir gerilim öyküsü bu. İngiliz edebiyatı klasiklerinden aşina olduğumuz nitelikli dil ve üslupla sağlanan ironi ve mizahın hep arka planda olduğu (Örneğin Kâtip Bartleby), esrarengiz bir maceranın sürdüğü (Örneğin Chesterton romanları), Rus klasiklerinin olmazsa olmaz öğesi “arayışta olan kahraman”ın başrolde olduğu (Örneğin Yeraltından Notlar) bir psikolojik roman demek bile mümkün. Kısacası, yılların okuru ve yazarı olan Altay Öktem’in, birikiminin, olgunluğunun eseri diyebiliriz bu roman için. Yine de, tarifi güç bu eseri tek kelimeyle ve klişe bir tabirle özetlemek istersek, bir “anti-kahraman” öyküsü olduğunu söyleyebiliriz.
BİR “EBEDİYETE İNTİKAL” ROMANI
Roman, adından da tahmin edilebileceği üzere, bir baba-oğul hesaplaşmasına sahne oluyor. Baba ve oğlu, sırayla anlatıcı ve kahraman rolüne soyunuyor. Diğer yandan, okuduğumuz kitabın büyük bir bölümünün, baba ile oğlunun diyalogundan ibaret olduğunun altını çizmekte fayda var. Bir tarafta, akıl hastanesinde yatan babasıyla görüşüp kendi hayatının bilinmeyenleriyle yüzleşmek isteyen oğul, diğer taraftaysa karşısındaki kişinin oğlu olduğunu bilmeden hayatının her ayrıntısını aktaran bir baba. Elbette o ayrıntılar hiç de sıradan değil. Romanın da gösterdiği gibi, bir babanın yaşam öyküsü bu denli dehşete düşürücüyse çocuğunun yaşam öyküsü çoktan dehşete düşmüş olmalıdır; bir daha o dehşetten çıkmamacasına.
Haydar, bir kasap olan babasının dikkatsizliği sonucu bir parmağından olan, on üç yaşında ıslahevine gönderilen ve orada cinsel tacize maruz kalan, daha sonra hayatının aşkı Müberra’yla evlenen ancak iktidarsız olduğu için ilişkisini yürütemeyen, olmadık bir halde patronuna yakalanınca işinden kovulan bir kahraman. Ne var ki son derece titiz, kibar, beyefendi bir insan. Öyle kibar ki gözünü kırpmadan cinayet işlerken bile beyefendiliğini koruyan, bu nedenle kanımızı iki defa donduran biri. Son derece nazik ve aynı ölçüde sapık iki zıt karakteri bünyesinde barındıran Haydar’ın kullandığı Türkçe bile son derece özenli. Örneğin “adam kaçırmak” yok onun sözlüğünde; “misafir etme mecburiyetinde kalmak” var. “Öldürmek” asla doğru tanımlama değil onun için; “kazanın husule gelmesi, lüzumsuz yere heyecana kapılmak” söz konusu. “Taciz etmek” asla yapacağı bir şey değil; “gayriihtiyarı müstehcen yere temas etmek” olur Haydar’ın yaptığı. O nedenle “ölüm” hakkında bir roman değil bu; Haydar’ın deyimiyle “ebediyete intikal” hakkında olur ancak.
ROMANIN ÖZETİ: YÜZLEŞME
Bir baba oğul öyküsünün, hatta babası tarafından parmağı kopartılan bir erkek çocuğun öyküsünün psikanalitik çağrışımları gün gibi ortada, fakat iktidarsızlık, taciz, ölümcül saplantılar ve takıntılarla örülü bu tekinsiz öykünün, Freud’un ve Lacan’ın psikanalitik bakış açılarını edebiyat alanına uygulamaya eğilimi olan okurları fazlasıyla tatmin edeceği bir gerçek. Bu romandaki unsurlar oldukça gözle görünür olsa da psikanalizle niye uğraştığımızı, bilinçdışındaki dünyanın neden uğraşmaya değer bir şey olduğunu hatırlatıyor bize. Dünyayla uğraşmak demek, insanın kendisiyle uğraşması demek; Altay Öktem en çok bunun altını çiziyor. Uygarlığımızı huzursuz eden çok şey var bu kitapta. Toplum olarak alışmadığımız, kabullenmediğimiz, benimsemediğimiz, küfür olarak kabul ettiğimiz gerçekleri evimize davet ediyor Öktem. Bir baba-oğul öyküsü okuyacağımız roman, henüz ilk satırından ters köşeye yatırıyor zaten: “Bikinimi çekmeceden çıkarıp çantama koydum.”
O Adam Babamdı’yı okuduktan sonra anti-kahramanımız Haydar Bey’in etkisinden kurtulmak bir gün elbet mümkün olacaktır ancak onun öyküsünü dinleyen ve nasıl bir babanın oğlu olduğunu gören anlatıcımızın bu noktadan sonra nasıl bir yaşamı olacaktır, asıl soru bu olmalı. Hem de sadece kitabı bitirip bir anlığına ama sadece bir anlığına rahat bir nefes alan okurlar için değil, Öktem’in kendisi için de önemli bir soru olabilir bu. Bir katil öldü ama yaşı ilerlemiş olsa da bir çocuk, gerçek anlamıyla henüz tanıdı babasını. Tam da bu yüzden, son sayfanın verdiği rahatlık sadece geçici. Ne de olsa Altay Öktem gibi hakikati okuruyla paylaşmaktan çekinmeyen cesur bir yazar, bizi yüzeysel bir ferahlığa kavuşturmazdı. Onun yerine tokat atar, rahatsız eder, kaçtıklarımızın hâlâ peşimizde olduğunu gösterirdi. İşte bu romanın özeti de bu: Yüzleşme.
TAKINTILI VE TİTİZ BİR KATİL
Yüzleşme ve hesaplaşma gibi sözcükler, zamane edebiyatında ve hatta gündelik siyasi jargonumuzda da sıklıkla kullanılan kavramlar haline geldi. Bu romanın bir erkek çocuğun babasıyla yüzleşmesi, o babanın da kendi babasıyla hesaplaşması üzerine olduğunu düşünürsek çift katmanlı bir yüzleşme öyküsü okuduğumuzu kabul edebiliriz. Bir yanda, babası Haydar’la yüzleşen anlatıcımız varken, diğer yanda, babasının sebep olduğu o “küçük” kazadan sonra sadece onunla değil, hayatına giren herkesle hesaplaşan anti-kahramanımız Haydar bulunuyor. Sonuç olarak “hesaplaşma” hakkında dediğimiz öykünün aslında intikam hakkında olduğunu görüyoruz.
Haydar’ın soğukkanlı cinayetlerinin hepsinin bir intikam öyküsü var. Takıntılı ve titiz bir katil olan Haydar’ın kendine has ritüellerinden biri de gelecekte intikamını alacağı olayların gününe ait takvim yapraklarını saklaması. Hepimizin bildiği o nostaljik “saatli malumatlı maarif takvimi”nin kanlı yapraklarını biriktiriyor Haydar. Hayat onun için “halledilmiş mevzular” ve “halledilmemiş mevzular”dan oluşuyor. Takvim yaprakları, her cinayetle birlikte bir dosyadan diğerine giriyor. Elbette romanın finalinde okuru bir sürpriz bekliyor. O takvim yapraklarını sadece katiller biriktirmez ya, herkesin hayatında “halledilmiş” ve “halledilmemiş” mevzular vardır. Dünyanın ne kadar küçük olduğunu gösteren bu final, kurgunun olanaklarının da ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.
Öktem’in yıllar önce yayımlanan ve ölüme dair karanlık şiirlerinin yer aldığı kitaplarından biri olan Dört Kırıtık Opera’nın son şiirinin adı “Muhtemel Ölü”dür. Son iki dizesinde “Hepimiz muhtemel birer ölüyüz/en küçük bir dil’i bile olmayan!” der şair. Bu kitabın final perdesini indiren şiirin başlığı, aynı zamanda Öktem’in son romanının da teslim etmeye çalıştığı bir gerçeği açığa vuruyor. O Adam Babamdı, muhtemel ölülerin öyküsünü anlatıyor, tıpkı muhtemel katillerin öyküsünü anlattığı gibi.
O Adam Babamdı/ Altay Öktem/ Esen Kitap/ 196 s.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt