Anadolu'nun 'mavi' kadını
Yakın dostu Cengiz Bektaş, doğumunun100. yılında Azra Erhat’ı anlattı.
Azra Erhat’ın Eski Yunan ozanlarından yaptığı ilk çevirilere, yıllar sonra dayımın kitapları arasında bulduğum Tercüme dergisinde rastlamıştım. Erhat’ın Sappho, Alkman, Simonides, Menandros’tan Türkçeleştirdiği dizeleri, 1946 Martı’nda yayımlanmış Şiir Özel Sayısı’nda okuma olanağı bulmuştum.
Erhat’ın, Türkçesini Orhan Veli’yle paylaştığı bir Sappho şiirini, “Bir dağ rüzgârı nasıl allak bullak ederse / Meşeleri. İçimi de öyle sarstı Eros” dizelerini ilkgençliğin coşkusuyla okumuştum.
Aradan yıllar geçecek; Azra Erhat ile Cengiz Bektaş, 1970’lerde, bir masaya karşılıklı oturacaklar, Sappho’nun şiirlerini Eski Yunancanın yanı sıra başka dillerden çevirilerini de inceleyerek tartışa tartışa çevireceklerdi.
Yine yıllar geçti. Erhat’ın doğumunun 100. yılında, onun en yakın dostlarından, çalışma arkadaşı mimar, şair Bektaş’la bir araya geliyoruz, Erhat’ı konuşuyoruz.
Bazen insan belleği sınıfta kalıyor. Bellek ırmağının kuşaktan kuşağa akışı kesintilere uğruyor. O yüzden, ilkin, “Genç kuşaklara nasıl anımsatırsınız Erhat’ı?” diye soruyorum Bektaş’a.
Handiyse bir ansiklopedi maddesinin yalınlığıyla, “Azra Erhat, Anadolu’nun bugünkü gençlerinin anlayabilecekleri dile, Türkçemize, İzmirli Homeros’un ‘İlyada’ ve ‘Odysseia’ yapıtlarını A.Kadir ile birlikte çeviren kişidir” diyor. “Birçokları arasında ‘Mitologya’ yapıtı da bir başvuru yapıtıdır. Bu çeviri ile kültürümüze en önemli katkılardan biri yapılmıştır.”
Bektaş, Erhat’ın, “Anadoluculuk” akımının, Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol ile birlikte kurucularından biri olduğunu, bu yolda canla başla çalıştığını vurguluyor.
Kuşkusuz, birçok dili, bu arada Latinceyi, Eski Yunancayı anadili gibi bilen Azra Erhat’ın, Halikarnas Balıkçısı’nın mektuplarını, Sabahattin Eyüboğlu’nun yazılarını düzenleyip yayımladığını belirtmeden de edemiyor.
Bektaş’a, Erhat’ın, gerek 1940’ların sonlarında, gerek 12 Mart döneminde iktidarların baskılarını dolaysızca yaşamış aydınlardan biri olduğunu anımsatmama gerek yok. Ama bu yaşadıklarından nasıl söz ederdi acaba Erhat?
“En yakınlarına bile, bu konularla ilgili yakınmalarda bulunmazdı” diyor Bektaş. “Söz etmek zorunda kalırsa bunu biriki tümcelik genellemeyle yapardı. Belki de herkesin olanı biteni bildiğini sanırdı. İçerdeyken de durumu kabul eder, düzenini kurar, çalışmaya başlardı.”
Peki, Halikarnas Balıkçısı’nın 1940’larda başlattığı, aralarında Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol ve Bektaş’ın da bulunduğu aydınların, eski Anadolu uygarlıklarının izlerini Mavi Yolculuk’larda aramalarının temelinde nasıl bir düşünce yatıyordu?
“Anadolumuzun eskil, antik çağ uygarlığı Mavi Yolculuk ile izlenebilirdi” diye yanıtlıyor Bektaş. “Örneğin, Bodrum’un yakın yıllara dek karadan ulaşımını sağlayan doğru dürüst yolu yoktu. Kimi yerlerin de karadan ulaşımı hiç olanaklı değildi. Denizden tekneyle ulaşmak çok daha kolaydı.”
Ya karaya indikten sonra?
“Karaya indikten sonra da epey yürümek gereken yerler de çoktu. Örnekse, Didim’ deki Apollon tapınağını görebilmek için üç kilometre yürümek gerekirdi. Birçok yere de yanaştığımız limandan kötü minibüslerle sarsıla sarsıla, içimiz dışımıza çıkarak ulaşılırdı.”
Bugün “Mavi Yolculuk” denince, pek çoklarının aklına ilk gelen, deniz ya da göktür. Bir zamanların “mavi yolcuları” için de öyle miydi peki?
“Mavi Yolculuk denmesinin nedeni deniz ya da gök değildi” diye anlatıyor Bektaş. “Yurdunu seven, ‘sahip çıkan’, onu tanıyan, tanıtan kişilere ‘mavi’ denirdi. Yolculuk da mavi kişilerle yapıldığı için bu ad verilmişti.”
Neydi farkı “maviler”in?
“Maviler uygarlığın doğudan batıya gittiğine inanırlar. ‘Ex Oriente Lux’, yani ‘Işık doğudan gelir. Bunun böyle olduğunu söyleyen de Halikarnas Balıkçısı’dır. Onun kuşağından kişiler bile onu anlamak istemediler. ‘Batı’ ya eğimlilik o denliydi. Sonradan kimi bilim adamları, örneğin Prof. Dr. Fahri Işık, onun söylediklerinin somut belgelerini buldular.”
Geliyoruz, Mavi Yolculuk’un temelinde yatan düşünceye...
“Temel düşünce” diyor Bektaş, “Anadolu’ ya ‘sahip çıkmak’tı. Çünkü bugün bile, kimileri kendilerini göçebe sayıyorlardı. Oysa Aziz Nesin’in dediği gibi, göçebe kültür olmazdı. Eskil çağdan bu yana yalnız Batı Anadolu’da yetişenleri düşünsek bu gerçeği yakalarız. Avusturyalı araştırmacı- yazar Helmut Uhlig’in bir yapıtının adı da ‘Avrupa’nın Anası Anadolu’dur.”
Bektaş, iki de güzel haber veriyor: Önümüzdeki günlerde Arkeoloji ve Sanat Yayınları’ndan çıkacak iki Azra Erhat kitabı.
İlki, Erhat’ın Bektaş’a bıraktığı “mektuplar”ından oluşuyor. Aralarında Yakup Kadri’nin, Bozkurt Güvenç’in de bulunduğu pek çoklarının yazdıkları ve Erhat’ın kimilerine yanıtları. Bektaş, çoğu el yazısı, bazıları Almanca olan mektupları üç yılda yayına hazırlamış. “Dönemin bir kesiti gibi olacak” diyor.
Bektaş’ın yayına hazırladığı ikinci kitap ise, ünlü seramik sanatçımız Füreya ile Erhat’ı buluşturacak:
“12 Eylül’den sonra köşelerine çekilmeyip üretimlerini sürdüren, yüz akımız aydınlarla bir küme dost olarak söyleşiler yaptık. Bunlardan biri de Füreya idi. Azra Erhat başta olmak üzere, Şükran Yurdakul’un, benim sorularımızı yanıtladı Füreya. Azra’dan kalan bir başka iz de bu betik olacak.”
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu