Atatürk ve Diktatörlük...
“Şimdi Mustafa Kemal ne yapacaktı? Herkesin ağzındaki veya vicdanındaki sual bu idi. Eski şark geleneklerinde böyle bir komutan hanedanı devirir, tahta geçerek kendi hanedanını kurar. Acaba böyle mi yapacaktı? Atatürk padişah olmayı reddetti. Akla dayanan laik Cumhuriyeti kurdu. Diktatörlük bu mudur?
Atatürk’ün devrimlerini özümseyemeyenler, onun bir diktatör olduğunu ileriye sürerler.
Gazetelerde köşeleri tutmuş kimi yazarlar ve bilgileri kendilerinden “menkul” kimi TV yorumcuları bu yıl Atatürk ve diktatörlük tezine sarıldılar.
Öncelikle şurasını belirtelim ki, dünyanın hiçbir uygar ülkesinde bu derece önemli ve bilimsel konular TV’lerde böyle yavan-yavan tartışılmaz.
Bu noktada Falih Rıfkı Atay’ın “Cumhuriyetçi” adlı makalesine değineceğim.
1923 öncesi ve sonrası günleri bizzat yaşamış olan ünlü yazar Atay, bu makalesine Cumhuriyetin ilan edileceği günlere değinerek başlar ve önemli bir soru sorar. Şöyle ki:
“Şimdi Mustafa Kemal ne yapacaktı? Herkesin ağzındaki veya vicdanındaki sual bu idi.
Eski şark geleneklerinde böyle bir komutan hanedanı devirir, tahta geçerek kendi hanedanını kurar. Acaba böyle mi yapacaktı?
Artık kılıcını yerine koyarak yeni padişahın hükümetince ona verilecek hizmeti almalıdır. Yapacağı şey bu mu idi?”
Falih Rıfkı, bu önemli yazısını şöyle sürdürür:
“Mustafa Kemal’in devrimci ve uygarlıkçı düşünüş ve karakterini bilen eski kafalıların korkusu, onun işbaşından çekilmeyerek halife ve kadı, şeriye ve medrese sistemini yıkmaya kalkışması, Tanzimat’tan beri bir türlü çözülemeyen ‘Batı uygarlığına mı gideceğiz, Doğu medeniyetinde mi kalacağız?’ konusunu ele alması ve bütün şan ve şerefini ortaya atarak eski gelenekleri ve görenekleri yıkması idi.
Hatta Meclis’e zafer haberi gelir gelmez sarıklı milletvekillerinden biri:
- Yunanlıdan kurtulduk, iyi... Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? demişti.” (Babamız Atatürk, s. 86)
Atay’ın dediği gibi kolaylıkla padişah olurdu. Ama o bir hanedan kurmak, padişah olmak yerine Cumhuriyetin ilanını sağladı.
Eğer padişah olsaydı, o dönemde bütün halk da çok memnun olur ve yeni padişah Mustafa Kemal’i içtenlikle alkışlardı. Ama Atatürk, işte o zaman diktatörlük “lakabına” kavuşurdu. Elinin tersiyle padişahlığı iten ve Cumhuriyeti kuran bir lidere diktatör denilebilir mi?
Onun Cumhuriyeti bir “İslam Cumhuriyeti” değildi. Atatürk dini, toplum ve eğitim alanından çıkararak, aklı egemen kıldı. Dinsel eğitim yerine bilime, akla dayanan laik sistemi geçerli kıldı. İşte, Atatürk’ü Tanzimat reformlarından ayıran kesin çizgi aslında budur.
Dünya yazarları
Mustafa Kemal’in diktatör olmadığını dünya çapında önemli yazarlar ve bilim adamları söylüyorlar. Örneğin Lord Kinross şöyle diyor:
“Asıl dilediği şey, ölümünden sonra ayakta durabilecek... Batı biçiminde hür demokrasi gibi gelişecek bir sistem yaratabilmekti.” (Atatürk, s. 519)
Prof. Dr. Stanford Shaw, “Atatürk, halkın kendi kendini yönetme hakkını ve egemenliğini ortaya çıkarmıştı. Yeni slogan ‘Hâkimiyet milletindir’ idi.” (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s. 444-446)
Prof. Dr. Bernard Lewis, “... ne düşünülürse düşünülsün, şu kadarı tartışma götürmez bir gerçektir ki, Kemalist devrim Türk halkına, tarihin en karanlık anında, yeni bir hayat ve umut getirmiş... özgürlük yolunda sapasağlam yerleşmiştir.” (Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 392)
Tek parti ve diktatörlük konularında dünya ölçeğinde tartışmasız bilim adamı Prof. Dr. Maurice Duverger, tek partilerin genellikle otoriter partiler olduklarını ancak bunun Atatürk için geçerli olmadığını söylüyor ve şunları ilave ediyor:
“Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ilkesiyle faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite söyleminin yerini Kemalist Türkiye’de demokrasi söylemi almıştır... Atatürk’ün liderliğindeki tek particilik, liberal demokrasiyi tıkamamıştır... Hitler Almanyası’nda ya da Mussolini İtalyası’nda böyle bir şey düşünülemezdi.” (Siyasi Partiler, s. 360-364)
Prof. Dr. Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme adlı kitabında şöyle diyor: “Pratikte Kemalistler için askeri bir diktatörlük kurmaktan daha kolay bir şey yoktu... Ama o, bu kolay yolu reddetti ve aktif siyasette yer almak isteyen subayların görevlerinden istifa etmelerini sağlayarak orduyu siyasetin dışında tutmakta ısrar etti.” (s. 163)
Atatürk’ün bizzat yazdığı Medeni Bilgiler kitabı çok önemlidir. Bu kitapta Cumhuriyet kavramı ile demokrasi kavramı iç içe geçmiş ve Cumhuriyet rejiminden demokrasinin anlaşıldığı açıkça şöyle belirtilmiştir:
“... Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi Cumhuriyettir.”
Şimdi bu yüzeysel gazete yazıcılarına ve her gün bir başka programda boy gösteren bu TV bülbüllerine sormak gerekir:
Asırlarca Osmanlı devletinin “biat ve kul” sistemi ile yaşamış bir topluma, demokrasiyi, Cumhuriyeti, özgürlükleri öğretmek için kitap yazmış ve bu kitabın tüm okullarda okutulmasını sağlamış dünyada başka bir diktatör var mıdır?
Anayasa tartışmaları
Bir başka çarpıcı örnek, 1924 Anayasası Meclis’te tartışılırken yaşandı. Meclis Anayasa Komisyonu hazırladığı anayasa tasarısında cumhurbaşkanlığının güçlendirilmesini istiyor, Atatürk de bu tasarıya destek veriyordu.
Tasarı, cumhurbaşkanına Meclis’te kabul edilen kanunları “veto etmek” ve hükümetin görüşünü aldıktan sonra “Meclis’i feshedip” seçimleri yenilemek yetkisini tanıyordu.
Anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken iki genç milletvekili bu önerilere şiddetle karşı çıkan konuşmalar yaptılar.
Bu gençler, İsviçre’de üniversite üstü eğitim görmüşlerdi. Mahmut Esat Bozkurt hukuk, Şükrü Saraçoğlu siyaset bilimi okumuşlardı. Mahmut Esat, bu maddelerin halk egemenliği ilkesine aykırı olduğunu açıkça belirtiyordu. Şükrü Saraçoğlu, 16 Mart 1924 günü Meclis kürsüsünde yaptığı uzun konuşmada dünya özgürlük tarihini ele alarak, tasarının bu maddelerine karşı çıktı.
Meclis zabıtlarına geçen konuşmasından aşağıya alınan cümleler ne derece sert bir eleştiri yaptığını göstermeye yeterlidir:
“Bize tarih, hukuk, ihtilal açıkça gösteriyor ki, bugün Millet Meclisi’nin kişiliğinde toplanmış olan haklarından hiçbir şey geriye doğru dönemez. Bunlar yalnız millet tarafından ve yalnız millete gitmek şartıyla Büyük Millet Meclisi’nin elinden alınabilir... Böyle olduğu halde veto, seçimlerin yenilenmesi kelimesi altında saklanan fesih hakkını milletten başka herhangi bir başa veya birkaç başa vermek... bir irticadır efendiler.” (TBMM Zabıt Ceridesi, D. II. C. 7. s. 526)
Burada açıkça bir karşı çıkış, Atatürk’e bir direniş söz konusudur. Bu ortamda Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey, Çankaya’ya giderek anayasa müzakereleri hakkında Atatürk’e bilgi verdi, bu iki genç milletvekilinin cumhurbaşkanına verilmesi düşünülen “veto” ve “Meclis’i fesh” yetkilerine karşı çıktıklarını ve Meclis çoğunluğunu da etkilediklerini anlattı.
Atatürk’ü ikna ettiler
Atatürk bu genç milletvekillerini Çankaya’ya çağırmaya karar verdi. Genç milletvekilleri Atatürk’ü saygıyla dinlediler. Ancak kendi görüşlerini de özgürce açıkladılar. Böylesi yetkilerin anayasaya konmasıyla hiçbir yarar sağlanamayacağını, bunun Cumhuriyet ve demokrasi ilkelerine aykırı düşeceğini anlattılar.
Ertesi gün sonucu öğrenmek isteyen Yunus Nadi’ye Atatürk “Saatlerce görüşlerimizi açıklayıp tartıştık. Biraz sıkıştırdım da. Ama gençleri ikna edemedim. Fakat bu görüşmeden çok memnun kaldım. Türkiye’nin egemenliğine, özgürlüğüne böyle sahip çıkan, hukuka saygılı, sağlam, dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu genç siyasetçilere ihtiyacı var. ” (F. R. Atay, Atatürkçülük Nedir, s. 23)
Atatürk bu iki genç milletvekilinin savundukları gerekçeleri kabul etti ve cumhurbaşkanına verilmesi düşünülen “veto” ve “fesih” yetkilerinden vazgeçti. Anayasa Komisyonu’na bu konular üzerinde direnilmemesini ve kararın Meclis’e bırakılmasını istedi.
Padişahlığın kaldırılışı sırasında “Efendiler, bu önergeyi reddederseniz de bu kararları önleyemezsiniz. Olsa olsa çok kan dökülür” biçiminde konuşan da, kendisinin istediği “veto ve fesih” yetkilerinden tartışma sabahında vazgeçen de aynı Atatürk’tür.
Meclis’in fesih yetkisini öngören anayasanın 25. maddesi için 23 Mart 1924’te 130 milletvekilinin katılımıyla yapılan oylamada 3 oya karşı 127 oyla bu madde reddedildi. Meclis’ten geçen kanunların veto edilmesi yetkisini öngören 35. madde ise yumuşatılarak, “ilanı uygun bulunmayan yasalar 10 gün içinde yeniden Meclis’e gönderilir” biçiminde yeniden düzenlendi.
Böyle diktatörlük mü olur? Kendisi için yetkiler isteyen bir diktatör bu yetkilerden vazgeçer mi?
Bu konuda daha birçok örnek verebilirim. Ancak, bir gazete yazısının çerçevesinde konuyu burada noktalıyorum.
Atatürk’e diktatör diyenler ya cahildir, yakın tarihi sadece bir-iki yanlı kitaptan okumuşlardır, ya kötü niyetlidirler ya da “iflah olmaz” Atatürk düşmanıdırlar.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!