Ayasofya: Statüsüyle ilgili tartışmaların hiç bitmediği kutsal mekan
İstanbul'un Sultan 2. Mehmet tarafından fethinin 567. yıldönümü için düzenlenen etkinliklerde Ayasofya yine başroldeydi. Gazeteci Stelyo Berberakis Ayasofya'yla ilgili Yunan basınındaki tartışmaları aktarıyor.
İstanbul'un Sultan II. Mehmet tarafından fethinin 567. yıldönümü için düzenlenen etkinliklerde Ayasofya yine başroldeydi.
Bu tarihi mabedin aradan geçen 1500 yıldan sonra hala gündemde bulunması bazı düşünceleri ve şahsi deneyimlerimi aklıma getirdi.
Hristiyan dünyasının yapısı ve mimarisi açısından en büyük kiliselerinden olan Ayasofya, 1453'te camiye ve ardından 1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından müzeye dönüştürüldü.
Bugün de İstanbul'u ziyaret eden yabancı turistlerin en çok uğradığı tarihi eserlerin başında yer alıyor.
İstanbul'un fethi, İslam dünyasında ne denli bir "lütuf" olarak algılandıysa, Hristiyan dünyasında da bir o kadar "işgal" olarak görüldü.
Ayasofya'yı ziyaret ettiğim günlerden birinde, içindeki devasa geniş avlusuna giren 50-60 kadar ilkokul öğrencisi, genç öğretmenlerinin etrafında toplanmıştı.
Öğretmenin çocuklara ne söyleyeceğini merak ettiğim için biraz da çekinerek kulak misafirliği yaptım.
Öğretmen çocuklara Ayasofya'yı şöyle tarif ediyordu:
"Çocuklar, burası ilk önce büyük bir kilise idi. Sonra cami oldu, şimdi de müze olarak kullanılıyor. Gezerken saygılı olun. Burası kutsal bir yer."
Öğretmenin üç cümle ile 1.500 yıllık Ayasofyayı bu şekilde yalın ve özlü bir biçimde anlatması kadar doğal bir şey olamazdı.
Zaman içinde karşılaştığım insanlarla Ayasofya üzerine pek çok tartışma yaptım.
1990'ların sonlarında Londra'da BBC Türkçe yayınında yine Ayasofya için yapılan bir mülakatta yer aldım.
Ayasofya'nın ibadete (cami olarak) açılmasını savunan bir meslektaşımla tartıştık, ancak bir türlü görüş birliği sağlayamadık.
Bir süre sonra Atina'daki Yunan/Amerikan Derneği Başkanı, ofisimi ziyaret ederek Ayasofya'nın ibadete açılması için Türk hükümetine bir öneride bulunmak istediklerini söyledi.
Öneri şöyleydi:
"Ayasofya dönüşümlü olarak ibadete açılsın. Bir ay Müslümanların; diğer ay Hristiyanların ibadet yeri olsun. Bunun karşılığında Atina'ya Mustafa Kemal Atatürk'ün bir büstünü yerleştirmeyi üstleniriz.
"Ayasofya'nın bu şekilde ibadete açılması milyonlarca Hristiyanın İstanbul'a akın etmesine de neden olur. Turizmden kazanırsınız."
Öneriyi getiren kişi öyle alelade biri olmadığı için, aslında haber olarak "sansasyonel değeri" vardı.
Tam da o günlerde Ayasofya'nın üst bölümündeki tabanında gözlenen kayma tehlikesine karşı alınması gereken önlemlerin, maddi engellere takıldığını öğrenmiştim.
Bu nedenle dernek başkanının önerisine karşılık, gayrı ihtiyari olarak başka bir öneri getirdim:
"Ayasofya'nın ayakta kalabilmesi için, tabanının kayma tehlikesi için alınan önlemlere derneğinizin mali destek vermesini önerirseniz bence daha kıymetli olur, daha kolay kabul görür."
Dernek başkanı verdiğim cevaptan pek memnun olmadığını gösterdikten sonra önerisini Yunan basınına yaydı.
Ardından Ayasofya'da ayin yapmak üzere 3 otobüs dolusu insanın yola çıktığını açıkladı.
Olay Türk ve Yunan basınında büyüyünce otobüsler, dernek başkanının bu inisiyatifini tasvip etmeyen Yunan hükümetinin talimatıyla Yunan sınırından geri döndürülmüş; büyük bir krizin önüne geçilmişti.
Olayın Türkiye'de büyük boyutlar kazanması üzerine Ayasofya önünde toplanan yüzlerce fanatik, namaz kılmak için Ayasofya'ya zorla girmeye hazırlanıyordu.
Ayasofya'nın o dönemdeki kadın müdürünün dışarı çıkarak "Hemen burayı terk edin; yoksa Ayasofya'yı kapatır, asker çağırırım" şeklinde bağırdığına bizzat şahit olmuştum.
2002 seçimlerini kazanan AKP iktidara geldiğinde İsviçreli bir gazeteci arkadaşım "Bak göreceksin, bu hükümet 10 yıl içinde Ayasofya'yı camiye dönüştürecek" iddiasını ortaya atmıştı.
Bunun mümkün olamayacağına inandığım için benimle "en pahalısından 12 şişe kırmızı şarap" iddiasına girmeyi kabul ettim.
2012 yılının yılbaşı gecesinde en pahalısından 12 şişe kırmızı şarabın sahibi oluvermiştim!
Günümüzdeki kutlamalar
İstanbul'un Fethi kutlamaları, AKP döneminden önce hiç bu kadar görkemli bir şekilde yapılmıyordu.
Orhan Pamuk'un bir konferansta "On binlerce insanın can verdiği İstanbul'un fethi kutlanmaz; anılır" dediğini anımsıyorum.
Ayasofya'nın son kutlamalarda hem ön plana çıkarılması hem de içinde, Fetih suresini Arapça okuyan imamın karşısına kurulan dev ekranda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın canlı görüntüsünün yer alması Batı dünyasında oldukça tartışıldı.
Kendilerini Ayasofya'nın ilk sahipleri olarak gören Ortodoks ve Katolikler, Ayasofya'nın müze olarak kalmasından yana.
Ancak son kutlamalarda Ayasofya'nın baş rol oynaması Batı basınında ve haber sitelerinde soru işaretleri yarattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Mustafa Kemal'in vasiyetine rağmen, Ayasofya'yı müslümanların ibadetine açmaya hazırlandığı" şeklinde yorumlar yapıldı.
İsviçreli gazeteci arkadaşımın "12 şişenin intikamını" almak için benimle yeni bir iddiaya girmek isteyeceğinden şüpheleniyorum.
Fetih etkinliklerinin görkemine karşı alaycı ifadelerle yaklaşanlar da oldu.
Öyle ki, bir İtalyan mimarın söyledikleri tekrar "viral" oluverdi.
İtalyan mimar İstanbul'un fetih şenlikleri hakkında alaycı bir üslupla "1453'ten beri hala yerleşemediler" demişti.
Bir başkası "İstanbul'u fethettiklerine hala inanamıyorlar" dedi.
Buna karşı Türk basınında "İstanbul'un fethini hala hazmedemediler" şeklinde haber başlıkları yayınlandı, İstanbul'un fethindeki kahramanlıklar kaleme alındı.
Buna karşı, "Asıl kahramanlık, bir avuç insanın güçlü Osmanlıya karşı iki ay boyunca direnişidir" diyenler de oldu.
Yunan Dışişleri Bakanlığının "Unesco himayesi altındaki dünya mirası Ayasofya'nın başka amaçlara alet edilmesi kabul edilemez" şeklindeki açıklamasına karşı Türk Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan'a "tarihi kompleksinden kurtulmasını" önerdi.
Bu açıklamaya, "Türkiye'nin Ayasofya üzerinden megalomanlık yapmaya son vermesi gerektiği" ifadeleriyle karşılık verildi.
Oysa İstanbul, henüz 1821'de kurulan Yunanistan'ın bir parçası değildi.
İstanbul, resmi dili Helence olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun 10 bin nüfuslu başkenti olarak Sultan 2. Mehmet tarafından fethedilecek; kentin içinde yaşayan ve kendilerini, sanıldığının aksine Helen/Yunan değil Romalı olarak tanımlayan ahalisine dil ve din özgürlüğü tanınacaktı.
Bugün için İstanbul'da yaşayan Rumlara verilen bu adın kökeni de Romalı ibaresinden ileri geliyor. Bizans İmparatorluğu döneminde Helenler, yani Türkçedeki adıyla Yunanlar, 12 tanrılı putperestler olarak hor görünürlerdi.
Sonuç olarak gerek 1453, gerekse Ayasofya ifadelerinin milliyetçiler tarafından hala birer "ok ve kalkan" malzemesi olarak kullanılması, Batı ve Doğu'daki kamu oylarının yok yere kin ve nefret duygularını kabartmaktan başka bir işe yaramadığı görülüyor.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu