Ayşegül Tözeren'den 'Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi'
“Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi”, edebiyat ve eleştiri üzerinden aslında insanın yaşam biçimi açısından da çok şey söylüyor.
Eleştirinin eleştirisi mümkün mü?
“Mümkün mü?”, sürekli sorduğumuz bir soru değil. Tek başına sormayız çünkü bir soru takısı. Kafamıza takılan bir şeyin sonunda, takıldığımız o şeye takılarak gelir mümkün mü sorusu ya da yapmak istediğimiz şey neyse odur aslında bu soru. Yapabilir miyiz acaba; mümkün olabilir mi böyle bir şey? Güzel bir soru takısıdır soru neyle başlarsa başlasın. Ütopik fakat aynı zamanda da umut veren bir tarafı olduğu için.
Ayşegül Tözeren’in Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi kitabı, “Mümkün mü?” diye sorarken “bir ihtimal daha var” diyerek meseleye bambaşka bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Kitap altı bölümden oluşuyor; her bir bölüm yeni sorular ve o sorulara verilen cevaplar bakımından zihin açıcı bir bakış açısına doğru yolculuğa çıkarıyor bizi. Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi; “Bir ihtimal daha mı var yoksa?” sorusuyla ivme kazanarak açılıyor.
SAĞI SOLU OLMAYAN ELEŞTİRİ
Birinci bölüm “Eleştirinin Eleştirisi”’ni beş kısma ayıran Ayşegül Tözeren temel atımı olarak niteleyebileceğimiz bir biçimde böyle bir işe neden soyunduğunu, neden böyle bir yola çıktığını ayrıntılarıyla açıklıyor. Yakın tarihimizin kırıldığı yıl olan 1980’den başlayan Tözeren ilk olarak eleştiri meselesini sağ ve sol olarak kesinlikle ayırmayı düşünmediğini yazıyor ki bu söylem çok önemli. Çünkü o dönemi kapsamadan eleştirinin özeleştirisi üzerine tespitler yapıp yeni açılımlarda bulunabilmek neredeyse imkânsız. Öztürkçeci eleştirinin önde gelen ismi Fethi Naci’den Hüseyin Cöntürk’e, Semih Gümüş’ün Adam Öykü yayınlandığı dönemde yazdığı eleştiri örneklerine, Şerif Mardin’den Meltem Ahıska’ya, Terry Eagleton’dan David Birch’e faklı noktalardan yola çıkarak eleştiri tarihinden örnekler verip Birch’ten şöyle bir alıntı yapıyor Tözeren: “Dünya, biliminsanlarının ve eleştirmenlerin, dışına çıkıp analiz edebileceği, sonra tekrar içine girip öğle yemeğine ya da sahile gidebileceği bir nesne değildir.”
“Lethe Nehri’nde Su Analizi: 80’lere Bakmak” başlıklı ikinci bölüm Rubik Küp örneğiyle başlıyor. Çoğu kişinin bildiği, çözülmesi çok zor olan Rubik küpü 1980’lerin öykücülüğüne benzetiyor Tözeren. 1980’lerin öykücülüğünü çözmeye çalışmanın sabır gerektirdiğinden çoğu zaman da çözmenin imkânsız olduğundan bahseden Tözeren, bunun nedenlerini dünyayı değiştireceğine inanan o dönem insanlarının büyük hayal kırıkları ve çıkmazlarıyla açıklıyor.
“Televizyon Çağında Hikâye Anlatmak” isimli üçüncü bölüm, edebiyatın ve eleştirinin televizyon çağıyla birlikte hangi noktalara evrildiğine yoğunlaşıyor. Dünyanın politik yapısından Türkiye’ninkine uzanan süreçleri kapsayacak şekilde örnekler veren Tözeren, yeni öykü dergilerinden ve bu öykü dergilerinin yarattığı yeni öykücülük anlayışından, Müge İplikçi’den, Sema Kaygusuz’a, Jaklin Çelik’ten, Aslı Erdoğan’a edebiyatçıların geliştirdiği yeni dili anlatırken eleştirinin ayak izlerini takip ediyor.
Dördüncü bölüm “Müebbet Edebiyat”ta, cezaevlerinde yazılanlarla karşılaştırıyor bizi. Cezaevleri ve yazarlık mevzuu eleştirisini yaparken Foucault’cu okumalarla ve Gilles Deleuze’den örneklerle ilerliyor ki bu örnekler bölümü nasıl anlamamız gerektiği konusunda önemli yol göstericiler. Yazma cesaretinden bahseden Tözeren, “Ancak cezaevinde yazan bir yazarın, roman yazabilmesi için ‘dışarıdaki’ bir yazara göre daha cesur olması gerekir” diyor. F Tipi öyküler, bu bölümün en ilgi çekici kısmı olarak karşımıza çıkıyor ve gönüllü tutsaklıklarımızla devam ediyor.
KLİŞELER; AFORİZMALAR VE MAHALLE AĞZI
“Yeni Bin Yılda Öykü” isimli beşinci bölümde, “dünyayı dünyayla birlikte toplumu, toplumla birlikte yazarı değişime zorlayan kriz hâli yeni öykülerle okurla buluştu” diyor Tözeren. Hemen ardından, tüm bölüm boyunca anlatmak istediklerini kapsayacak şekilde şunu soruyor: “Peki, Türkiyeli eleştirmen bu kriz hâlini ve ürünlerini yorumlayabilecek mi?”
Altıncı bölüm “Gösteri Edebiyatı”, bu kavramı Emrah Serbes’in Deliduman romanı üzerinden açıklıyor. Romandan yola çıkarak “marketing” edebiyatından ve eleştirisinden bahseden Tözeren, mahalle ağzıyla konuşan abilerin, aforizmalara yaslanan edebiyatın artık bittiğini vurgulayarak “Orji bitti şimdi ne yapacağız?” sorusunu yöneltiyor. Son olarak en ilgi çekici, üzerine en çok konuşulması gereken bölüm başlığını atıyor: “Edebiyatta TOKİ’leşme Çok Satar Kitsch Romanlar.” Sırf bu bölüm için bile okunması gereken bir kitap Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi.
Hayatımızda neredeyse hiç sorgulamadığımız eleştirinin eleştirisi mevzuu, arkasında ne olduğunu bilmediğimiz kilitli kapının açılmasından sonra yeni bir diyara yolculuğa başlamak gibi. Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi’nin sayfaları boyunca yapılan yolculukta dimağınıza yerleşenler sadece edebiyatla ilgili değil. Kitap edebiyat ve eleştiri üzerinden aslında insanın yaşam biçimi açısından da çok şey söylüyor. Türkiye edebiyatındaki eleştirinin yetersizliği üzerine uzun uzun yazmayı tercih etmeyen Tözeren, gerçek nedenlere kafa yorulmadıkça “Beni neden eleştirmiyorsun?” yerine “Beni neden görmüyorsun?” diye sorulmaya devam edilirse klişe edebiyatın da eleştirinin de önüne geçilemeyeceğinin altını çiziyor.
Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi / Ayşegül Tözeren / Manos Kitap / 152 s.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'