Bağnazlık, Kadercilik ve Bilim...
Bağnazlık; “Bir inanışa aşırılıkla bağlanıp ondan başka bir düşünce ve inanışı tartışmaksızın yadsımak” şeklinde tanımlanabilir. Kadercilik ise; “Müdahale edilemeyen kesin yazgı, kaçınılamaz alın yazısı” olarak karşılık bulabilir. Bilim kavramını niteleyen yaklaşım; “Genel geçerlilik ve kesinlik özellikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi, araştırma ve deneye dayanan somut verilerin tümü” anlamında ortaya konulabilir.
Cumhuriyet ve devrim sürecimizin başlangıç yıllarında toplumsal esas; “Yaşamsal yol gösterici öğenin, bilim olduğu” zeminine oturtulmaya çalışılmıştır. “Hurafe ve safsataları” yani “Boş inanç ve temelinden asılsız eğilimleri” halktan arındırmak amaçlanmıştır. Ama yüzyıllarca hanedanlıkların uyruğu kılınan beyinlerdeki; efsanelere dayalı fantastik hayallere sürüklenmiş, bağnazlık ve kaderciliği benimsemiş sosyal gerçeği devirmek kolay olmamıştır. Akıldışı saplantıların buyurgan egemenliklere dayanak olduğunu bilenlerin, bilimsel yöntemleri toplumsal yapıya uygun görmedikleri de bir tarihsel gerçektir.
İnsanlık dünyası için en büyük tehlike, bağnazlıktır. Gerçekçiliğe oturmayan yapısıyla bağnazlık, körü körüne inanışlar silsilesidir. Bilimsel yaklaşımların yadsındığı kadercilikse toplumsal yaşamı, insani işlevsizlikle içselleşmiş kaçınılmaz alın yazılarına bağlar. İşte bizim yıllara yayılmış toplumsal sorunumuz budur.
Çok partili yaşamın hoşgörülü ortamından yararlanarak, Cumhuriyet ve devrim öncesi terk edilen neler varsa onları kotaranların karşıdevrimci etkinliği, 1950’lerden beri bu ülkede sürmektedir. Halkın duyarlı bulunduğu yerlerden yakalanarak aldatılması, İsmet İnönü’nün deyişiyle; “Görülmemiş bir hünerle ve yarışılamaz halde yapılmıştır”. Bu hünerli dönemin başlangıcı bile ilginçtir. Çünkü, çiftçiyi topraklandırmak için 1945 yılında yasa çıkarmaya çalışan Cumhurbaşkanı İnönü’nün tasfiye ettiği; vahşi liberalizmden yana, feodal ve demagog kadro, topraksız veya az topraklı köylünün ağırlıklı desteğinde iktidar olmuştur. 1950’li yıllarda yüzde 65 oranındaki kırsal yaşam oranının, yeni iktidara çoğunlukla nasıl destekçi olduğu anlaşılır gibi değildir. Anlaşılır kısmıysa; bağnazlık ve kaderciliğin öne çıkarılmasına ilişkin politikaların kitlelere ustaca sezdirilmesindeki başarıdır. Çünkü bilimsel özümsemelerin yerleşmediği toplumlarda beğeni ve etkileşim, ruhsal istismarlardan etkilenir.
Aydınlanma devrimini tümüyle yadsıyan siyasal iktidarların; “Bir lokma bir hırka” ilkesini esas alan tutumları, bu ülke halkına zahmetsizce sunulabilmiştir. Halktan yana siyasal eğilimlerin, kısa ömürlü koalisyonlar yoluyla hükümet kurmaları bir kenara bırakılırsa; kamu esenliğini dışlayan, piyasa ekonomisiyle kitleleri ezen ve teokratik çarpıtmalarla ülkeyi karartanların varlıkları hiç eksilmemiştir.
Bu ülke uzun yıllardır bağnazlık ve kaderciliği öne alan yönetsel erk sahiplerinin etkinliği altındadır. Bilimsel kaynaklardan değil, “ulema” olarak tanımlanan ama gerçekçiliği asla bilinmeyen esintileri tanık tutanlar, topluma zarar vermektedirler. Dinsel literatürde öngörülen; “Bilimi arayınız” yönlendirmesini yadsımakla özdeş kadercilik mucitlerinin mantaliteleri, Cumhuriyetin devrimci sosyolojisini zedelemektedir. Dinsel terminolojide bile; akıl ve bilimi önde tutan kesin tavırdan sonra ancak kaderciliğe yanaşılırken, farklı tercihler yapılmaktadır.
Bağnazlık ve kadercilik çizgisinde yapılan siyasetlerin gölgesindeki ülkemizde durum nedir? 1925 yılında kapatılan tekke ve zaviyeler, tarikatlarla bezenerek günümüzde ayaktadır. Öznel vicdanda sadece kişiyi ilgilendirerek yer tutması gereken dinsel inançların yine siyaset öğesi yapılması son kertededir. Ulus, tam bağımsızlıktan; emperyalist bağdaşıklığa getirilmiştir. Kamu malları yok pahasına satıp savılmıştır. Liman, tersane, nehir, baraj ve elektrik santrallarıyla bazı ulusal bankalar yerli ve yabancı işbirlikçilerin ellerine geçmiştir. Sosyal devlet silinmiştir. Devlet memurları, görevden alınma ve sürgünlerle uğraştırılırken, işçiler taşeron firmaların tutsakları edilmiştir. Çalışma alan güvensizliği; “Mesleki kadere” bağlanmaktadır. İşsizlik alabildiğinedir. Genç kuşaklar; ulusalcı, devrimci ve yurtsever ülkülerden uzaklaştırılmıştır. Feodal, şoven ve liberal üçgen Türkiye’yi Kemalist ilkelerden alıp karanlıklara savurmaktadır.
Sonuç: Halkın saf duygularından siyaset metaı çıkartan ve bu yolda gerçekten beceri sahibi olan karşıdevrim cephesinin bağnaz tutumu ve kadercilik oyunu, bu ülke ve ulusun elbette geleceği değildir. Devlet yönetiminde bilimselliği esas alan demokratik toplumsal bir güç, Cumhuriyet ve devrimin onuruyla yoğrulmuş gelecekteki yönetsel bilinci sağlayacaktır.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu