‘Bambaşka bir tiyatro’
Blu TV’de yayımlanan “Pavyon” adlı belgesel dizi izleyiciyi Ankara gece hayatının en popüler, en gizemli ve belki de en eğlenceli yüzüyle, pavyonlarla tanıştırıyor; tabii henüz tanışmamış olanları. Dizinin yönetmeni Sami Öztürk’e göre kendisi de bir seyir alanı olan pavyonları şu dört kavramla tanımlamak mümkün: “Para, cinsellik, iktidar, itibar.”
Ankara’nın pavyonları... Üç noktayı sonuna kadar hak eden bir girizgâh. Ardından gelecek tanımlamaların ardı arkası kesilmeyecek muhakkak. Kimilerine göre basit bir eğlence, başkalarına göre bir yaşam biçimi. Bazısı için bir bağımlılık belki ama bir diğeri için ekmek kapısı. Renkli ışıkları, loş masaları, insanı hareket etmeye teşvik eden müzikleri ve sırf düşüncesiyle bile günaha davet eden bir ortam; tabii “müşteriyi” kendine çeken tüm güzellikleriyle, çalışan kadınlarıyla... Blu TV’de bir süredir izleyiciyle buluşan “Pavyon” belgeseli her bölüm bu popüler eğlence tarzının bir ya da birkaç unsurunu ele alarak bütünlüklü bir manzara sunma gayretinde. Bunda da bir hayli başarılı doğrusu. Hal böyle olunca dizinin yönetmeni Sami Öztürk’ü bulup konuşmak şart oldu. Gerçi kendisi Ankara’da olduğu için konuşmak mümkün olmadı ama neyse ki sanal ortamdan yazışmak gibi bir konforumuz vardı.
- Pavyon belgeseli çekmek nereden geldi aklınıza..?
Beni ilk defa bir mekâna götürdüklerinden beridir pavyonlarla ilgili bir şeyler yapma fikri hep vardı aklımda. Ankaralıyım. Anne tarafından Beypazarlıyız. İç Anadolu’da mutlaka herhangi bir akrabanın en az bir ferdinin, pavyonlarla bir şekilde bir ilişiği olmuştur. 2007’ydi sanırım, kuzenim Beypazarı’nda beni arkadaşlarıyla “Dam” denilen bir pavyona götürdü. Sahne, ışıklar, müzik, insanlar... Dedim burası bambaşka bir tiyatro, başka türlü bir seyir alanı. Sonrası hep merak! Hem kadın, hem erkek, hem çalışan, hem de müdavim için pavyonu arzu nesnesi yapan şey neydi? Bunun merakı hiç bitmedi. Tabii bu noktada kendi bildiğim ve bana daha yakın olan pavyon kültürünü eşelemeyi seçtim; daha çok Ankara Oyun Havaları’nın icra edildiği mekânlara gittim. Daha önce “Hermana” belgeselinde kurgusuna yardım ettiğim Enver Arcak’a konudan bahsettim. Sağolsun, “Pavyon”dan ilk bahsettiğim andan itibaren hem heyecanıma ortak oldu, hem heyecanımı diri tuttu, hem de mükemmel bir yol arkadaşı oldu.
‘Bu âlemde herkese bir rol düşüyor'
- İzlediğimiz bölümlerde yer alan bütün kişiler gerçek, değil mi? Bölüm sonunda yer alan uyarı notu biraz kafa karıştırıyor çünkü...
Kafaların karışmasını istemedik aslında... Herkes gerçek, herkes oyuncu da olabilir. Payvonda herkesin en iyi işi yalan söyleyebilmesidir. Pavyon âlemine dair edindiğim ilginç tecrübelerden birisi de “konsomatris” kelimesini neredeyse hiç duymamam. Bunun yerine “kons” kullanılıyor daha çok. Konslar ise kâğıt üstünde “Artist” olarak geçiyor. Artist! Benim gördüğüm, kadının başat aktör olduğu bu âlemde herkese bir rol düşüyor!
- Pavyon kültürü neden bu kadar güçlü sizce? Gözlemleriniz ne söylüyor bu konuda?
Bu aslında bir eğlence kültürü. Geçmişten günümüze sürekli form değiştirerek varlığını sürdüren bir eğlence kültürü. Ama içeriğinde çok güçlü elementleri daima bir arada tutan bir kültür. Öncelikle pavyonun kendisi bir seyir alanı. Ve bu seyir alanı içerisinde bulunan aktörler, her defasında kendini yeniden ve yeniden tanımlayarak varlığını tekrar tekrar inşa ediyor. Basitleştirerek söylemeye çalışırsam, bu inşaların motivasyonu ise: para, cinsellik, iktidar, itibar.
- İzlediğimiz kadarıyla çok da “karanlık” bir dünya gibi görünmüyor pavyon âlemi... Oysa hep öyle bir algısı var gibi.
Yeşilçam filmlerinin ve yeni nesil Türk dizilerinin çoğunluğunun oluşturduğu tek taraflı bir pavyon/gazino imgesi var. Daha çok, kader kurbanı ya da zorla çalıştırılan kadınlar ile evini barkını yıkıp, malını mülkünü bir kadın uğruna kaybeden mutsuz erkek karakteri üzerinden kurulan anlatılar. Fakat bütününe bakıldığında, bu mekânlar sadece umutsuz insanların varlık mekânı değil bizim gözlemlerimiz dahilinde. Çalışanlarıyla, sürekli müşterileriyle, esnaf ilişkileriyle kendi yaşam kültürünü oluşturan, sürekli değişen ve kendine özgü davranış biçimleri geliştiren bir yaşam alanı. Belki de bazen bilmediğimiz şeyler bize karanlık görünüyordur.
Ankara özelinde söylüyorum, Eğlence Merkezi adı altında faaliyet gösteren bu mekânlar öncelikle birer işletme. Yani yasal, ruhsatı olan, vergisini veren, denetlenen, çalışanları SGK’li filan dümdüz işletme. Biz bu işe girişirken bunun ön kabulü ile giriştik. Kapitalizm içerisinde herhangi bir işletmenin ne kadar karanlık tarafı varsa eminim bu işletmelerde de o kadarı vardır.
- Angara Müziği’ne ayrı bir bölüm ayrılmış haliyle... Neler gözlemlediniz o alemin içine daldığınızda, nasıl bir kafa Angara Müziği?
Kaşık sesi, zil sesi çocukluğumdan bu yana hep yakınımdaydı. Ama acayip mesafeliydim, hele hele ergenlik dönemlerimde burun kıvırırdım elek-tro saza, kaşığa, zile Angara Müziği’ne. Hızlı üretimin ve çok hızlı bir şekilde tüketimin olduğu, gelenekten ve popüler kültürden sürekli beslenen, yeri geldiğinde duygusal, yeri geldiğinde eğlenceli olabilen, dinamik bir müzik türü. Hüzünlendirmesini de biliyor eğlendirmesini de biliyor. Mizah ise bir şekilde hep var Angara Müziği’nde. Güzel kafalar.
‘Tabu olan bir olgu üzerine iş yapıyoruz'
- Çekimler sırasında ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Beklemediğiniz neler oldu bu süreçte?
Çekimleri mümkün olduğunca doğal süreci içerisinde yapmak istedik hep. Mekân içerisinde çekim yapmamıza izin veren de oldu, vermeyen de oldu. İzin verilmeme sebebi genel olarak, içerideki bazı çalışanların ailesinden habersiz bu işi yapmaları ve gelen müşterilerin özel hayatına ilişkin gizlilikle ilgiliydi. Özellikle kadın çalışanlar ve müşteriler, sözlü olarak birçok şeyi anlatabilirken, iş çekime ve kayda geldiğinde, “bir dakika orada duralım”a geldiği çok oldu. Bunun dışında çok fazla ekildiğimiz de oldu. Toplum tarafından tabu olarak kabul edilen bir olgu üzerine iş yapıyorsunuz. Haliyle insanlar birkaç defa düşünmek zorunda kalıyor.
- BluTV gibi dijital bir platformda çalışmanın size sağladığı ne gibi avantajlar oldu?
Bu projenin dijital platformlar dışında yayımlanma ihtimali çok düşük, kullanılan dil ve ele alınan konu itibariyle. BluTV, inanılmaz bir özgürlük alanı tanıyor bir kere. Ki böyle bir projenin de ihtiyaç duyduğu şey, tam olarak bu özgürlük alanı. Çünkü, bu özgürlük alanı, projenin olduğu gibi, daha keyifle ilerlemesine zemin hazırlıyor. Pavyon neyse, onu görüyor izleyici... Olanı rahatlıkla aktarabiliyoruz.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama