Bay Sinema, ekranda değil kitapta

Tam da bir zamanlar Yeşilçam’ın merkezi İstiklal Caddesi’nde, Pera’da Sinema Müzesi ve Atlas Sineması restore edilip açılmışken Yeşilçam’a damgasını vurmuş, Türkiye’nin ilk sinema müzesi TÜRVAK’ı kurmuş bir prodüktör, Türker İnanoğlu’nun sinema serüvenini anlattığı kitabı çıktı. Türker İnanoğlu’nun senaryo tadındaki anıları geçmişe özlem dolu.

Yayınlanma: 01.03.2021 - 02:00
Bay Sinema, ekranda değil kitapta
Abone Ol google-news

En güzel köy olarak yorumladığı Kanlıca’nın da  Beyoğlu’nun da özünü bilen ve vefasını ödeyenlerden  Türker İnanoğlu. 1957 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu ikinci sınıf öğrencisi iken tesadüfen sinemaya geçişi, her soluğunda sinema ve sanat ile dolu yaşamından “Bay Sinema’nın, Serpil Akıllıoğlu tarafından yazılan son kitabı, “Sinemaya Adanmış Bir Ömür, Türker İnanoğlu Acısıyla Tatlısıyla Sinema Anıları” üzerine Kavacık’taki TÜRVAK Türker İnanoğlu Vakfı’nda buluştuk. Kendisinin çetin hastalık sorunlarına rağmen, özenle karşıladı bizi, baba dostu. 

- Büyüdüğünüz yer Kanlıca’da, bir tarafınızdaki yalıda Ordinaryüs Profesör Feridun Ahıska, diğer tarafta Osmanlı sadrazamlarından Saffet Paşa’nın yalısında ise Fransız terbiyesi ile büyümüş, İngiliz Shell Company’nin Türkiye İşletmesi Yönetim Kurulu Üyesi Kadri Cenani Bey oturmakta ve kendisi muhteşem yalıyı ücret almadan filmcilere tahsis ediyor, tek bir şartla: senaryoyu inceleyecek ve beğenecek. Sizi, siz yapan serüven iki yalı arasında doğuyor:

Evet, Kadri Cenani Bey’in, 24 odalı, içinde hamamı olan, 3 salonlu tarifi zor yalısı ve kendisi para almadığı gibi 40 kişilik ekibin neredeyse yemek ücretlerini de karşılaması! Bir gün beni aradı ve “Bir ricam olacak, bugün toplantım uzadı ama filmcilerle randevum var, bizim uşağın Türkçesi yetersiz beceremez, ister sonra gelsinler, ister bekleyip Kanlıca yoğurdumu yesinler, sen ilgilenir misin?” “Merak etmeyin dedim”, Kerime Nadir’in Funda romanı çekilecek ve Ozon filmin sahibi Necil Ozon ve Yönetmen Nişan Hançer, sanat yönetmeni Zaven var. Yalıda ağırladım. Bir yandan denizden motorlar geçiyor, kızlar el sallıyor, teklif ettim, tekneyle de dolaştılar. Aradan bir süre geçti, Halk Film’in sahibi Fuat Rutkay ile Nişan Bey “Yosmanın Kızı” filmini çekecek, asistanı askere gidecekmiş, sen olur musun?, diye sorduklarında  ilk cevabım “Asistan ne iş yapar?” oldu. “Yönetmene yardımcı olur, başarılı olursa yönetmen olur” dediklerinde Amerikan filmlerine hayrandım zaten, Türk filmlerinden beni en çok etkileyenler Mahmut Karakurt’un Gülistan Güzey’in oynadığı “Allahaısmarladık” ve Ayhan Işık’ın oynadığı “Kanun Namına”ydı. 

- Hayatınız tesadüf mü? O film için yalı kullanılmamış ve siz biraz zor ikna olmuşsunuz sanırım.

Tabii, biraz kayıtsız olduğumu gördüklerinde bana “Sizin okuldan Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Çolpan İlhan var” deyince bir deneyeyim istedim. O yalı evet, kullanılmadı çünkü yalıyı çok beğenmelerine rağmen Kerime Nadir, eserini deniz kıyısında düşünmediğini söyleyince Erenköy’de tren yolunun arkasında bir köşk tercih ettiler. 

- Sanırım sizin asistanlığınız böylece hep devam etti. Hep imkânsız görünenleri başardınız, Tarlabaşı’nda bir sokağı Napoli’ye çevirdiniz. Tesadüflere sonra döneceğim ama yetmişli yıllara damga vuran Aşk Gemisi filmi, bir bölümü Yunanistan’da çekilince Türkiye’de de çekilmesine karar veriliyor, gelişmeler ne şekilde oldu?

Evet, yürütücü prodüktörlüklerim var, Alman NDR televizyonunun işlerini de yapıyordum. Truva ve Schlieman/Priamus Hazinesi adlı filmin Türkiye bölümlerinin prodüksiyonluğunu yapıyordum, filmin yönetmeni Yahudi asıllı bir Almandı ve filmde yardımcı roller için sunduklarım arasından oyuncuları bulmuş, fakat şişman orta yaşlı Osmanlı subayını bulamamıştı. Bana göre aradıkları Almanca bildiği için Osman Ağabeydi (Osman Seden). Osman Ağabey, espri olsun diye girdiği mekânda “Heil Hitler” diye şaka yapardı. Yönetmenle görüşmeye geldi ama girdiği anda odadan kıyamet sesleri yükseldi ve yönetmen Almanca olarak bağırarak “Alın bu adamı, çıkarın buradan!” diye bağırıyor! Meğer Osman Seden’in sempati olsun diye yaptığı hareket, yönetmenin Auschwitz Yahudi toplama kampındaki anılarını canlandırınca kıyamet koptu. 

“Aşk Gemisi” filmi için bizim Dışişleri harekete geçti, Yunanistan’da çekim olunca Türkiye’de olsun diye. Çekimler, İstanbul, Efes ve Kuşadası’nda olacaktı. İstanbul çekimlerini hiç unutmam, Beyazıt Meydanı’nı bir gecede sabaha kadar yıkattık, seyyar satıcılara camlı vitrin yaptık, bembeyaz formalar ve eldivenler hazırlattım. Balık Pazarı’nın üzeri bir gecede tenteyle kapatıldı, Karaköy’e demir atan Aşk Gemisi’ni formalı hamallar karşıladı, amacım “Modern Türkiye” sunabilmekti ki Amerika’dan Milliyet gazetesinin sahibi Ercüment Karacan arayıp “Tebrik ederim, çok değişik ve modern bir İstanbul sundunuz” dedi.

- Elia Kazan da mı tesadüf?

Aslen Türk asıllı, Kayserili ünlü yönetmen Elia Kazan, İpek Film’in sahibi İhsan Bey’in davetlisi olarak geldi, kendisinin İhtiras Tramvayı, Viva Zapata, Rıhtımlar Üzerinde gibi çok sevilen filmleri vardı. Biz Sirkeci’de çekimde iken bizim nasıl film çektiğimizi merak edip, gelmiş. Setçiler yolu yağlayıp sonra su döküyorlar, parlaması için sonra lastik yakıp onu beyaza çeviren ilaç kullanıp beyaz sis ortamı yaratılıyor, Sohban Ağabey’in işleri... Bir vantilatör yapraklar atılıyor önüne rüzgâr niyetine, adam hayretle izliyor, bunların yapacağı filmden ne hayır gelecek diye? Nişantaş’ındaki İpek Film Stüdyosu’nda montajdayken geldi, kurguyu görünce sahneyi anımsadı ve hayretle “Bu” dedi sonra O gün çektiğiniz sahne, bu kadar güzel çıkabileceğini hiç tahmin etmemiştim, ekip arkadaşlarına da söyle, onları da tebrik ederim” ve ilettim hepsine, o da tesadüf tabii.

- Türk sinema, dizi dünyası Ortadoğu’ya hatta Avrupa’ya yeni açıldığını düşünüp, bazı dizi isimleri ile atıfta bulunuyorlar, aslında siz yıllar önce İran, İtalya ve Yunanistan’da Türkiye adını duyurmuşsunuz.

“İki esir” filmi Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Kuzey Vargın, çok büyük ilgi uyandırdı ve İstanbul İran Başkonsolosu aradı, yemeğe davet etti, amacı Pars Film’in sahibi Dr. koushan ile tanıştırmaktı. Düşünün Tahran’daki film stüdyoları, İngilizler tarafından kurulmuş ve Avrupa’nın en modern sinemaları ile boy ölçüşebilirdi. O zamanlarda biz Türkiye’de sahneleri, alışkanlık, tekrarsız ya da tekrarla çekmeye gayret ediyorduk. Dört film, Tahran Macerası ve Hırsız Kız bizim, onların çekeceği Yusuf ile Züleyha ve Melikşah. 1969 yılında, Türkiye’de yılda 250-300 film çekilirken, İran’da 10 ile 15 arasıydı, çalışma tempoları düşüktü. Ama orada da sabah erken çekimleri başlatmayı, başardık.

Mesleki anlamda hep büyük oynamayı seçtim, tam bir Avrupalı ve profesyonel film yapımcısı oldum. Küçük Şahit, filmi için yönetmeni de teknik ekibimi de İtalya’dan getirdim. Küçük Kovboy, için de ekibimi oraya götürdüm ki Cinecitta Stüdyoları bizim için efsane demekti. Yumurcak serisinin, Veda’sını, İtalyan yapımcı Kunkera çok beğendi, İtalya gösterim hakkını aldı ve büyük ilgi gördü. Bunların dışında, Kunkera co prodüksiyon teklifinde bulundu ve Üçkağıtçılar, Baş Belası ve Babamın Evlatları, doğdu. Üçkâğıtçılar, filmi sarayda Şah ve ailesine gösterildi.

Cosmos Film, Yunanistan’ın en büyük Amerikan filmleri dağıtımcısıydı, Zaranis ile ilk olarak “Yumurcak” için anlaştık. Gala dahil ilgi çok büyüktü, Yunan televizyonu ETA’da Filiz ve İlker ile söyleşiler yapıldı.

‘EN İYİ YÖNETMEN MEMDUH ÜN’

- Muammer Karaca’nın evi plato olarak kullanılıyor sanırım.

Eski dostum, evet evini kullanırdık, çok keyifli bir şahsiyetti. O zamanı düşündüğümüzde, yokluklar ülkesinde onun evinde yok, yoktu. Şeker, yağ yok ama onda var. Bir gün hasta iken telefon açtı: Dışarı çıkamıyorum, gel de film çek, gözüm gönlüm açılsın, diye gittik çektik.

- Sizin için Türk sinemasına damga vurmuş diyebileceğiniz en iyi film ve en iyi yönetmen, diye sorsam?

Var ama ben Üç Arkadaş ve Memduh Ün derim.

- Siz tesadüf diyorsunuz, ama Türkan Şoray, “Türker İnanoğlu olmasa ben belki de Fatih’te, üç-dört çoçuklu evli bir kadındım, hatta anneanneydim” diyor. Fatih, Sur içinde, Sultan mahallesinden Yeşilçam’a uzanan hikâye nasıl?

“Köyde bir kız sevdim” filmi için Zeki Çan aradı, param az, yönetmen yok, dedi. Filmi için oyuncular belli olmuştu, bazıları Panter Emel (hayvan dostu) olarak tanır, Emel Yıldız ve Baki Tamer başroldeydi, yönetmen olarak kabul ettim ama içime sinmeyen bir şeyler vardı, yaşı biraz olgun geliyordu rol için, üstelik oyunculuk konusunda da tatmin olmamıştım. Biz üç gün çalıştık ve dördüncü gün, Emel yanında çok güzel genç bir kızla geldi. Zeki’ye o kızı anlattım, tam filme uygun diye ama kabul etmedi çünkü çalışmaya başlanmıştı, önce Zeki’yi ikna ettim sonra yapım sorumlusu Suat’ı kızın evine gönderdik, meğer kız, Emel’in kiracısı. İş zorlaşmıştı, annesi ile ofise çağırıp anlattık, çok sevindiler, çekimlere başlandığında kamera acemiliği vardı ama oyuncu acemiliği yoktu. Evet, Sultan Mahallesin’de ilk ve son filmim Türkan Soray’ladır. Sonra Emel Yıldız’la da birkaç çalışmam oldu, aslında hepsi tesadüf.

Usta sohbeti bitirirken şöyle diyor:

Teşekkür ederim, babamın gazetesi CUMHURİYET!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler