Beethoven yılı başladı
Ünlü piyanistimiz İdil Biret, "Annemle Beethoven’in 4-el senfoni transkripsiyonlarını çalardık. Ben o zaman nota okumasını bilmediğim için kulaktan çalardım. Beş yaşımdaydım. Önüme de notayı koyardım, sanki okuyormuş gibi yapardım! Daha sonra radyoda veya CSO konserlerinde dinledim Beethoven senfonileri. Bu sefer kulağımla kendi uyarlamalarımı çalmaya başladım" diyor
FOTOĞRAFLAR: KAAN SAĞANAK
Bugün dünyanın her yerinde resmi olarak “Beethoven Yılı” başladı. 2020 boyunca bestecinin 250.yaşı kutlanacak. Dünyanın her köşesinde sayısız konser, festival, panel düzenlenecek; gençlere alımlı gelen, yaşlılara anıları hatırlatan bir dolu proje üretilecek, bestecinin tek operası Fidelio değişik rejilerle sahnelenecek, onun hayatına ait nice yayın yapılacak ve bu dev besteci Beethoven bir kez daha dünyamızı sarsacak. O görkemli dokuz dev senfonisi, beş piyano konçertosu, tek keman konçertosu, uvertürleri, tek operası olan Fidelio, birbirinden güzel piyano ve keman sonatları, trioları, tarihe damga vurmuş görkemli kuvartetleri dünyanın dört bir sahnesinde tınlayacak. Beethoven müziğinde uzmanlaşanlar kadar yeni yorumculardan da onu yeni bir algıyla dinleyeceğiz. Genç yaşında başlayan sağırlığı nedeniyle içkulakla bestelediği muhteşem yapıtlarına ve onun dehasına bir kez daha hayran kalacağız. Beethoven’ın bir yüzü 18.yüzyılın Klasik Çağında, diğer yüzü 19.yüzyılın Romantik Çağındadır. O, iki çağı birleştiren sapasağlam bir köprüdür.
Ünlü piyanistimiz İdil Biret, tarihe damga vuran projesi, Beethoven’in 9 senfonisini (Liszt’in uyarlamasıyla) piyanonun tuşlarında duyurdu. Bunların hepsini kayda almak için herhalde “dahi” olmak gerekir! İdil ile bir bütün gün Beethoven’i konuştuk. Kim bilir bu onunla yaptığımız kaçıncı söyleşi! Ama o kadar derin, öylesi renkli ve bilge şeyler anlatıyor ki, her seferinde konuşmamız hiç bitmesin istiyorum. Ayrıca bestecinin piyanoyu içeren bütün yapıtlarını kayda almış; senfonileri piyanoda çalarken teknik beceri kadar kocaman orkestranın renklerini de kendine özgü Beethoven anlayışıyla duyurmuş. İdil, öylesine doğal bir insan ki, onunla konuşurken siz de piyanonun tuşlarında akıp gidiyorsunuz.
Sen Beethoven’in tüm piyano eserlerini ve piyanoya uyarlanmış senfonik yapıtlarını seslendirmiş ve ilk kez senfonilerin hepsini kayda almış bir sanatçısın. Yıllar içinde Beethoven’in stilini ve yazısını da çok iyi inceledin. Onun dönemleri arasındaki fark nasıl belirir?
Beethoven ilk sonatlarında kendinden önceki çağın büyük bestecisi Haydn’ın etkisindedir. Piyanoyu daha basit kullanır. Sonradan klavyeyi kullanma şeklindeki fark çok etkileyicidir. Mesela, giderek büyüyen aralıkla iki elin birbirinden ayrılması, gibi. Sağ el klavyenin bir ucunda, sol el öteki ucunda çalar. Ortada ise kocaman, korkutucu bir boşluk kalır. Böyle bir boşluk ilk eserlerinde yoktur. Son yıllarda sağırlığının getirdiği bir kaosun yansıması olabilir. Müziği artık yalnız iç kulağıyla duymaktadır. Çünkü ilk eserlerinde yok böyle bir uygulama.
İki elin arasındaki o boşluğu piyanist (yorumcu) dolduracaktır. Piyanist olarak bunu ne şekilde değerlendirirsin? Belki rengi daha fazla sol ele vereceksin, sağ elde daha fazla başparmağı kullanarak müziği yalnız içinden duyurmayı sağlayacaksın.
Birinci piyano konçertosundan bahsedelim: En özgün, en değişik eserlerinden biri. Orada da başka yerlerde kullanmadığı teknikler var. Oktavla yapılan bir Glissando (kaydırma) gibi. Burada bazı ritmik öğeler var ki, son derece iyi yapılmalıdır. Ve bu çok güçtür. Melodik bakımdan da 1.konçerto son derece ilginçtir. Herhalde o zamanki çalgılar da bestecinin buluşlarını yansıtmaya yeterli gelmiyormuş. Piyano, zamanla değişikliğe uğrayınca Beethoven’in kapasitesini görüyoruz. Aslında bugün birinci diye sınıfladığımız konçerto ikinci konçertodur. Besteci önce şimdi 2 numara olarak bildiğimiz konçertoyu yazmış. Zaten stilden ve teknikten de çok belli oluyor. 2.konçerto daha Haydn tarzında, daha yalın, daha çok Mozart etkisindeki genç Beethoven’i yansıtıyor. 1.dediğimiz konçerto (opus 15, Do Majör) ise belirgin şekilde daha değişik, daha karmaşık ve daha ilerici.
İlk döneminde fışkıran bir enerji var Beethoven’da: Tuşları kıracak güçte bir enerji!
Bir sonraki dönemde, 19.yüzyılda Liszt’te görüyoruz bu enerjiyi. Hatta ünlü karikatürü vardır, piyanoyu onlarca elle çalarken. Bu enerjiyi sergilemek Beethoven ile başlıyor ve Liszt ile devam ediyor.
Evet, ben Liszt’i Beethoven’in doğal bir devamı olarak düşünürüm. Aynı teknik arayışları yapmış. Ama Beethoven Liszt gibi mistik, kiliseye bağlı bir besteci değil. Belki bir-iki “missa” bestelemiş ama onların da ayinlerde yer alması imkansız. O, tipik bir revolüsyon çocuğu. 1790’lardan sonra revolüsyon fikri değişiyor. Piyano çalma stili de o zamanlar değişmeye başlıyor. O zamana kadar olan ideallerden çok uzaklaşıyor.
Beethoven 3. Senfonisini adadığı Napolyon’un bir diktatöre dönüştüğünü görünce, adama yaptığı ilk sayfayı yırtıyor ve “Bir kahramanın anısına” olarak değiştiriyor. Artık müzik tarihinde şöyle bir bilgi yer aldı: “Idil Biret, Beethoven’in bütün piyano sonatlarını, piyano konçertolarını ve senfonilerinin piyano transkripsiyonlarını, canlı olarak konserlerde seslendirmiş ve ardından plağa kaydetmiş ilk piyanisttir.” Tabii bu işi yaparken senin konser programın da aksamadan, doğal akışındaydı, değil mi?
Tabii, hepsini birarada yapıyordum. Önceden söz verilmiş bir programım vardı. Aksatmamalıydım. Ama konsantrasyon çok önemli. Beethoven’da kullandığım ağırlığı, konsantrasyonu başka eserlerde kullanmayacaktım.
Her yaşında, her döneminde bu Beethoven enerjisini aynı yoğunlukta hissettin mi?
Evet ama dikkat etmeli: Enerji kontrolsüz olmamalı. 5.konçertoda hacımlı ve geniş sesler çıkartmaya çalışırsın. Ama onların sert olmaması gerek. Onlar yuvarlak ve büyük seslerdir ve liriktir. Vurmalı bir saz gibi değildir. Lirik olduğu kadar çok büyük ve hacimli seslerdir, ama sert değil. Piyanoya vurmamalısın. Piyanonun vurmalı bir saz olduğunu kendine de unutturmalısın. Ancak Chopin’in belcantosu (yumuşak, güzel şarkılı çalış) da değil bu. Daha senfonik. Chopin’deki insan sesinin duygulu şarkı söylemesini piyanoya yansıtmaktır. Liszt’teki ise piyanonun tuşlarında bütün orkestra sesini duyurmaktır. Liszt için Beethoven’in tabii bir devamı diyorum. Piyanodan orkestra sesi alıyorsun. Ama enerjiye dikkat etmek gerek. Enerji taşarsa onu kontrol edemezsin. Beethoven için bu enerji bir zaaf olabilir. Herhalde işitme duygusunun azalması onda bazen agresif bir durum yaratmış.
Beethoven’in fevkalade doğaçlama yaptığı da bilinir. Hatta o kadar güzel doğaçlamalar yaparmış ki, “Eğer onları duysan, asıl eserlerinin değeri gözünden düşer” derlermiş.
Ama o zamanlar ne kayıt cihazları var, ne de etrafında onun bu sürpriz doğaçlamalarını hemen notaya kaydedecek kimse. Kaydedilseydi kim bilir neler kalacaktı müzik dünyamıza. Sence Beethoven’in eserlerini çalmanın özel zamanı var mıdır? Çocuklar Für Elise’yi veya Menuette’yi çalınca pek mutlu olurlar. Daha olgunlaşan piyanistler ağırdan alırlar Beethoven’a yaklaşmayı. Hatta “henüz bu yaşta şu sonat veya bu konçerto çalınmaz” gibi kesin yargılar vardır. Bu doğru mu? Bu kuralları yıkan piyanistleri hatırlıyor musun?
Yaş değil, olgunluk ve denge meselesi. Paris’e gittiğimde hocam Nadia Boulonger her zaman bana Dino Lipatti adlı piyanisti anlatırdı. O dermiş ki, 30 yaşıma gelmeden hiçbir Beethoven eseri çalmayacağım, ona hiç dokunmayacağım. Ben de hocama sordum, son sonatlar mı? “Hayır hiçbiri. İnsan belirli bir olgunluğa gelmeden Beethoven’a dokunmamalı, demişti.”
Ben buna pek katılmıyorum. Bazı eserlere ne kadar erken başlarsan olgunlaşmak için o kadar uzun zamanın olur. Yaş değil, olgunluk meselesi. Ne fazla denge gözetmek, ne de her şeyi kırıp geçmek. İkisi de olmuyor.
Bir gün 10 yaşımda Schumann’ın konçertosunu çalışıyorum. Hocam Madam Boulanger “indecent”(uygunsuz) diye bağırdı bana. Ve konçertonun romantik hikayesini anlatmaya koyuldu. Robert Schumann, Clara’yı öyle çok seviyormuş ki, bu konçertoyu yazarken her notasına aşk ve tutku işlemiş. Hikayesi bitince sordum: “Ben de bebeğimi çok seviyorum, onu düşünerek, onun için çalamaz mıyım?”
Büyük piyanist Edwin Fischer şöyle diyor: “Beethoven’i ve eserlerini sev. Kaçınılmaz olarak sen onun hizmetlisi ve yorumcusu da olsan, yine kendin olarak kalırsın. Senin enerjin, sıcaklığın ve sevgin ondan kaynaklanan enerjiyi tutuşturacaktır. Onun ruhu ve insanların kalbindeki sevgisi hep parlayacaktır." Sen ne zaman hissettin bu enerjiyi?
Çocukluğumdan beri. Dinlediğim konserlerde, dört el olarak senfoninin 2. bölümünü çaldığım zaman. İnsana iyi gelen bir enerji. Bazen kötü bir enerjiyi hissedersin. Burada birçok şeyi yenmiş ve birçok şeyin üstüne çıkmış bir enerji var. Mücadelenin sonunda kazanmanın verdiği bir enerji. Çocukluğundan beri durmadan, hep mücadele etmiş. Ama o enerji onu ayakta tutuyor. Bunun herkes farkına varamaz. Edwin Fisher gibi bir usta söylüyor. Başka bir devrin adamı. Ancak onun gibi bir insan bunu söyleyebilir.
Beethoven üzerine yazan pek çok ünlü müzisyen gibi Alfred Brendel de şöyle demiş: “Onun eserleri bir dehanın tüm gelişmesini temsil eder, başlangıçtan son kuvartetlerin eşiğine kadar. Ardından Diabelli Çeşitlemeleri ve Bagateller fotoğraftaki son kareyi tamamlar.” Sence müzisyenler bu gelişme çizgisine saygı gösterir mi her zaman?
Bence baştaki Beethoven ile sondaki Beethoven, şahsiyet bakımından pek farklı değil. Müzik giderek daha derinleşiyor, daha doruğa götürüyor, ama kalite değişmiyor. Gençken neyse, sonraki Beethoven de aynı. Adamın yaratılışı o.
Mesela ben şu anda Diabelli Çeşitlemeleri üstünde yoğunlaşıyorum. Birçok insan bu esere hayrandır, bazıları da hiç sevmez. Piyanist Kempf hiçbir zaman sevmedi, çalmadı bu çeşitlemeleri. Evet, Beethoven’da var bu “ekşilik”. Bu lüzumsuz bir yerde entelektüel bir arayış diyorlardı. Ama arada çok sayıda füg var. Hiçbiri kuvartetlerdeki büyük füg gibi değil. Bir yerde bulmaca sevmek gibi bir tutkudur füg çalmak.
Beethoven’in Piyanodaki Senfonileri
Senfoni “birlikte çalmak anlamına gelen” çalgı topluluğuna ve o topluluk için yazılan eserlere verilen isimdir. Senfonik yapıtları piyanonun tuşlarında yansıtmak ilk kez Franz Liszt’in fikriymiş. Eserlerin orkestral renkleriden ödün vermeden piyanodan aynı zenginliği yaratmak istemiş. Bir bilgiye göre Liszt, klasik müziği yaygınlaştırmak için küçük kentlere yaptığı turnelerde, orada orkestralar ve konser salonları bulamadığı için, senfonik eserleri piyanonun kapasitesine indirgemiş. Bu senfonilerin piyano transkripsiyonlarını tanıman ne zamana dayanıyor?
Çocukluğuma dayanıyor. Annemle Beethoven’in 4-el senfoni transkripsiyonlarını çalardık. Ben o zaman nota okumasını bilmediğim için kulaktan çalardım. Beş yaşımdaydım. Önüme de notayı koyardım, sanki okuyormuş gibi yapardım! Daha sonra radyoda veya CSO konserlerinde dinledim Beethoven senfonileri. Bu sefer kulağımla kendi uyarlamalarımı çalmaya başladım. Hocam Nadia Boulanger’nin Paris konservatuvarındaki sınıfında bu transkripsiyonları nota olarak okuyorduk. Bana Beethoven senfonileri kayda almam teklif edildiğinde çok dikkatli olmalıydım, bestecinin yazısına bağlı kalmalıydım. Çünkü kafamda aynı eserlerin kendime ait transkripsiyonları da vardı.
Liszt’in pekçok piyano eserini çalmış bir piyanist olarak, onun yaptığı bu uyarlamalarda, ne kadar Liszt girmişti işin içine?
Liszt, Beethoven’in hakiki bir devamı. Beethoven bunları görseydi, ben de piyanoyu bu şekilde kullanırdım, derdi. Aynı enerji Beethoven’de de var.
Bir söyleşinde diyorsun ki: “Liszt orijinal notaya bağlı kalmaya son derece dikkat göstermiş. Ben de Liszt’in transkripsiyonlarını çalışırken, bu eserler sanki doğrudan piyano için bestelenmiş gibi bir duyguya kapıldım.” Ama ünlü 9. Senfoni için aynı şeyi söylemiyorsun. Hatta bunları çalmak için bir piyanistin 3 ya da 4 eli olması gerektiğini vurgululuyorsun.
9.Senfoninin son kısmı genellikle çok hızlı çalınıyor. Orijinal tempolar, renkler kayboluyor. Mesela Bruno Walter’in yönettiği 9. Senfoni tempoları çok güzel. O başka bir bakışla bakmış. Schiller’in şiirindeki kelimeleri ortaya çıkartmış.
Çocukluğundan başlayarak birlikte çalıştığın piyanistler 20. yüzyıl müzik tarihinin köşebaşı isimleri. Onların herbirinden ayrı bir disiplin, ayrı bir dünya öğrenmişsin. Ve hayatın boyunca bu öğretileri değerlendirmesini bilmişsin. Sen şimdi genç piyanistleri dinlerken onları hangi kıstaslarla yargılıyorsun?
Eski kıstasları bugün uygulayamazsın. Bugün bazı şeylerden çok uzaklaşıldı. Eski piyanistlerin çoğu org veya arp çalıyorlardı.Onlarda mükemmel bir bağlı çalmı tekniği oluşurdu. Ama bugün legato pedalle tutuluyor. Notayı sonuna kadar tutmak gerek, besteci öyle yazmış. Legato yapmadığın zaman ses kalitesi değişiyor. Legato (bağlı) ve bel kanto (güzel şarkı söyleyerek) çalış bitti ne yazık ki. Herkes yeni birşey getirebilir, şans tanımak lazım insanlara, kapıları kapatmak değil, iş ki ikna edici olsun. Notada yazılı olanı deforme etmemek önemli.
Bütün senfonilerin bu Liszt transkripsiyonlarını piyanoda çalmış başka kadın piyanist duymadığını söylüyorsun.
Ben müzikte kadın-erkek ayrımı düşünmüyorum. Cesaretim, hocam Boulanger’nin bana sen bir küçük kızsın bunları daha yapamazsın, şeklindeki uyarılarından kaynaklandı. Bende hep birşeye karşı çıkma merakı vardı. Onunla münakaşa edemezdim ama içimden karşı çıktım, çalıştım çalıştım. Bir kız olarak çaldım senfonileri piyanoda.
“Liszt Beethoven’e hayranmış. Hatta Beethoven Liszt’e göre tanrıymış, Liszt de Beethoven’in peygamberi demek!
Gelmiş geçmiş en büyük piyanistlerden biri. Çok fazla kaliteye sahlip olan biri. Tonaliteyi parçalaması, Wagner’e verdiği fikirler ve ilhamla, çok önemli bir adam. Bilinen eserleri en iyileri değil, herkese hitap eden eserler en çok çalınanlar. Halbuki geride hiç çalınmayan veya çok az seslendirilen bir hazine var. Beni onlar daha çok ilgilendiriyor.
PİYANO ÇALMAK AİLEDE BİR GELENEK
Piyano çalmak, ailenizde birkaç kuşağa dayanan bir gelenek. Genelde evde bir piyano çalan oluyor. Ama ailede hiç müzikle uğraşan olmasa da bazen çok yetenekli çocuklar çıkabiliyor. Bu gizli genetik bir mesele mi, yoksa bir görgü mü?
Eğer bir çocuk evinde müzik duyarsa onun da iyi müzik yapma şansı vardır. Ya da kötü müzik duymuşsa nefret etmesi mümkündür. Annem çok yetenekliydi, çok güzel piyano çalardı ama belli bir kariyeri olmamıştı. Anneannem çok güzel alaturka çalardı.
Bir konserde bazan 20 ülkeden ayrı dinleyici oluyor, hepsi aynı müziği zevkle dinliyor. Dahası, şimdilerde yorumcular da çok değişik ülkelerden gelip birleşiyorlar. Eskiden Alman Orkestrası, Fransız topluluğu gibi ulusal gruplaşmalar olurdu. Şimdi Uzakdoğu’dan gelenler hemen her Batı orkestrasında yer aldı. Bunlar orkestraları renklendiriyor mu, yoksa geleneksel kimliklerinden saptırıyorlar mı?
Bence çok pozitif bir şey. Müziğin o şartlarına uyuyorlar. Belki ritm duygusunda zorlanabiliyorlar. Mesela aksak ritmleri Balkanlar ve bizim orkestralar rahatlıkla çalıyorlar. Ama içinde büyümemiş olanlar çok kuru yapıyorlar. Ben müziğin içine girince kökenimi unuturum, notada besteci ne yazmışsa onu çalarım.
Sen kaç yaşında bestecileri tanıyabiliyordun? Örneğin, bu eser Mozart’a ait diye bestecisiyle tanıdığın ilk yapıtı hatırlar mısın?
İlk duyduğum Mozart’ın kolay denilen güç sonatı, Do majör sonattı. Ben o kompozitörün stilinde doğaçlama yapıyordum. Şimdi Beethoven yap diyorlardı, o stilde yapıyordum. Mesela Cesar Frank stili yapmışım. O zaman ne armoni biliyordum, neyi nasıl izah etmek lazım. Ama o stilde doğaçlamalar yapıyordum.
Bir gün hocam bilmediğimiz bir eser çalıp “Hiç beklenmeyen bir şey var burada, onu bulun” dedi. Ben ise armoni filan bilmiyordum. Ama Schumann’ın stilini biliyordum, Brahms’ın da farkını biliyordum. Bunu şimdi bile izah edemem. Onlara dayanarak bulmuştum.
Beethoven’in 32 piyano sonati, 5 piyano konçertosu ve Korolu Fentezi’nin yanisira 9 senfonisinin Liszt tarafindan yapilan piyano uyarlamalarinin 19 CD’de toplandigi Beethoven Edisyonu, yirmi üç yila yayilan uzun bir zaman diliminde toplam 52 günde kaydedildi.
Bir sürü şeyi bir arada çalışıyordum. Eserlerin dünyasına giriyorsun. Hayatında artık tamamiyle müzik var. Kayıt yaparken sabah kaydın yapıldığı kiliseye gidiyordum, çalışmaya başlıyordum. Öğleden sonra akşam yapacağımız kaydı çalışıyordum. Prodüktörümüz yoktu, kayıt teknisyenimiz vardı. O işi de ben yapıyordum. Sabah 8’den gecenin 3’üne kadar kayıt yapıyorduk.
Ne enerji! Hiç isyan etmek gelmedi mi içinden?
Tabii geldi, ama başladığım projeyi bitirmeliydim.
Piyanonun dışında İdil Biret neler yapar?
Çok okurum. Sahaflardan kitap almaya meraklıyım. Paris’te, Brüksel’de veya İstanbul’da sahaflarda tarihi kitaplar ararım. Bunlar mutlaka müzik ve müzikçiler üstüne değildir. Son zamanda okuduklarımdan bazıları: Frida Knight, Nijinsky, Etruscan Places, Igor Markevitch, Cadde-i Kebir’de Sinema , Beethoven-The Age of Revolution, Parsifal in Venedig, Essai sur Wagner
Moda’daki babadan kalma apartman katının neredeyse tüm duvarları kitap raflarıyla çevrili. Daha girişteki antreden başlayarak, her rafta iki sıra kitap duruyor. Türkçe, Fransızca, İngilizce kitaplar. Çoğunun kapağı sararmış, sayfaları lekelenmiş, belli ki oldukça eski. Ben son zamanlarda mitoloji ve müzik ilişkisine merakımdan söz ettim. İdil ortadan kayboldu, biraz sonar bana birisi Fransızca, birisi İngilizce ve birisi de Türkçe olmak üzere üç kitap getirdi. Etrüsk Mitleri, 2011’de Türkçe’ye çevrilmiş küçük bir kitap. İçinde bir hazine barındırıyor. Ve İdil bu mitler üstüne daha önce okuduğu kitaplarla karşılaştırmalı neler anlatmıyor ki!
En Çok Okunan Haberler
- Dikkat çeken ‘Nevzat Bahtiyar’ çıkışı!
- 10 Kasım anmasında kayyuma protesto
- Erdoğan, Akın Gürlek'in eşini de atadı!
- ‘Turkcell, baz istasyonlarına erişimimizi engelliyor’
- Ünlü oyuncudan yıllar sonra gelen ‘Levent Kırca’ itirafı
- 'Kağıt üstünde başka bir partinin mensubu...'
- Erdoğan'dan Murat Bardakçı'ya: 'Hala konuşuyorlar ya'
- Erdoğan'dan 'birlik ve beraberlik' örnekleri!
- 'Gözümün içine baka baka yalan söylüyorsun'
- 'Bahçeli, can suyu oldu'