Bilgelik: Kimi unutmuş kimi öğrenmiş

Makedonyalı Tahir öğretmen ve iki oğlunu bilgeleşmiş insanlar listesinin en başına yazıyorum. Tahir öğretmen Tito dönemini, “Herkesin dini kendine” dönemi olarak tanımlıyor.

Bilgelik: Kimi unutmuş kimi öğrenmiş
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.08.2021 - 17:09

Kırk yıldır bildiğim sözcüklerin anlamları için bile sözlüğe bakmayı severim. “Bilgelik” için şu açıklama var: “Hakiki, doğru ya da kalıcı olanı fark etme hüneri, iç görü.” Kuşkusuz bilgeliğin, yıllar içinde biriktirilmiş bilgi ve deneyimlere dayandığı bilgisi de veriliyor sözlüklerdeki tanımlarda.

Kendisi bir göçmen olmayan ama çok güzel göçmenlik öyküleri yazmış olan Füruzan bana, yani bir Batı Trakya göçmenine Balkan Yolcusu adlı gezi kitabını gönderdi. Karmakarışık duygularla okudum. Balkanlar’ın insanları böyledir, dedim hep okurken, kimisi çok akıllı ve bilgedir, kimisi çok bağnazdır, saplantılıdır, o yüzden de kafası karmakarışıktır.

Önce Füruzan’ı kutlamak gerekiyor, sakin, telaşsız, önyargısız sorularıyla insanları konuşturmayı becerdiği için. Buna “konuşturmak” da dememeli, aslında konuşmak istemeyenlere dokunmamış, konuşmak isteyip de çekinenleri yüreklendirmiş yalnızca, o kadar. Sorular da yanıtlar da çok sahici ve inandırıcı. Sahici şeyleri çok severim. 

Balkanlar’ı bir deney laboratuvarı olarak görmek olasıdır. Daha dün, o bölgede nelerin yaşandığını düşünün. İnsanların kimileri yaşadıklarından bir şeyler öğrenmiş, kimileri de bildiklerini unutmuş gibiler. Kocası Sırplar tarafından gözünün önünde öldürülen bir kadın, “O zaman bilir misin insan nasıl olur, aklı biter, hiç olmaz kafasında” diyor, insanların bütün bildiklerini unutmalarına şaşmayın demek ister gibi.

Kendileriyle söyleşi yapılmış insanların pek çoğu Tito döneminin üstünlüklerinin farkında. “Hırvat, Sırp, Boşnak, Arnavut, Bulgar, Türk yoktu, hepimiz eşit ve özgür yurttaşlardık” diyor aklı hâlâ başında duranlar.

Makedonyalı Tahir öğretmen ve iki oğlunu bilgeleşmiş insanlar listesinin en başına yazıyorum. Tahir öğretmen Tito dönemini, “Herkesin dini kendine” dönemi olarak tanımlıyor. Yirmili yaşlarında olan küçük oğul, Yugoslav Federal Ordusunda askerliğini yapmış, “Biz Yugoslav Federal Ordusunun askerleriydik, Makedon, Arnavut, Türk, Sırp, Sloven, Boşnak” değildik diyor. Sonra bir gün, “herkes kendi” köyüne gidince, çocukcağıza bu “inanın ölümden de acı” gelmiş.

Babası oğluna yanıt vermek ister gibi konuşmuş, “Eskide yaşadıklarımızdaki iyi olanları kötü olanları doğru anlamalıyız” diyor. “Hiç mi bir şey öğrenmedik elli yılda? Birlikte yaşadık, dayanışmayı tanıdık…

Şu hale bak… Koyun koyun sürüsüne gider, keçi keçi sürüsüne gider. Bazen de koyunla keçi bir arada otlarlar, fırsat görünce de hemen ayrılırlar, iyi midir, kötü müdür düşünmeden” demiş. Ne demek istediği bence açık: Yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenmemiz gerekirse o da koyunların koyunluğu, keçilerin keçiliği bırakması gerektiğidir. Artık akraba toplumlar halinde, klanlar ya da obalar halinde yaşamıyoruz, bunu anlamak o kadar zor mu? Kan bağı temelinde örgütlenmek insanlığın daha ilkel döneminde kaldı. Ama buna karşılık bir başka yerde bir genç de hâlâ “en iyisi nasyonalizmdir, kendi milletinden başka milleti sevmemektir” diyebilmekte. 

Kitapta okuduğum kadarıyla insanlar din ve milliyet konularında farklı duygu ve düşüncelere sahipken bir konuda neredeyse düşünce birliği eder gibiler: Herkes nerede doğduysa orayı, o toprakları yurt belliyor. Makedonyalı bir Türk, “Ben burada doğduğum için buranın her zaman iyiliğini isterim” diyerek hem yurdunun Makedonya olduğunu vurgulamış hem de yurtseverliğin özünü tanımlamış. Yurtseverlik yurdunun iyiliğini istemektir. Böyle düşünen insan herkesin yurdunun iyiliğini istemesine de saygı duyar. Bir başkası, “Biz Türk’üz ama bizim vatanımız Makedonya… Bu dede topraklarını nasıl bırakırız” diyerek yurtseverliğin kökeninde toprağa bağlılık kadar atalara bağlılığın da yattığını belirtmiş, Batı Trakyalı Molla İsmail Rodoplu’ysa Yunanistan’dan “ülkemiz” olarak söz ediyor. Batı Trakya’ya Gökçeada’dan göçmüş olan Dimitri İpsaro’ysa diretiyor: “Ben Türk vatandaşıyım, ölene kadar öyle kalacağım.” (Kalsın elbette, ne zararı var?)

Sağduyunun sesini dinlemeye devam ettiğim zaman Batı Trakyalı Molla İsmail Rodoplu’nun şu sözleri de kulaklarımda çınlıyor: “Şimdi öyle bir dünyadayız ki hayale, heyecana kapılıp siyaset yapılmaz. Her şeyden önce evrensel insanlık değerlerine sahip olmak gerek. Dünyanın nüfusu beş milyarı geçiyor. Bir vapurda, bir trende, bir uçakta 20 ulustan, 20 dinden insanla karşılaşmanız mümkündür.”

Molla İsmail’in yarıda bıraktığı sözleri ben tamamlayacağım: “E, o zaman ne yapacaksınız? Yolculuk etmekten vaz mı geçeceksiniz, yoksa ‘Aman canım, herkesin dini kendine, herkesin milliyeti kendine’ mi diyeceksiniz?” 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler