Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ üzerine...
Alçaklığın Evrensel Tarihi*, Jorge Luis Borges’in 1933-34 yılları arasında yazdığı öykülerden oluşuyor. İlk baskısına yazdığı önsözde Borges, “Kimi zaman iyi okurların sayısı iyi yazarlardan bile azdır,” demiş. Ben de şimdi ona yanıt vereceğim: “İyi ama Bay Borges, bazı kitaplar da okunacağı zamanı bekler.”
Yeni Osmanlıca! Ülker İnce’nin yazısı...
Bu yazıdan anlaşılması gereken şey nedir? Hayır, Arapça sözcük kullanılmamalı demiyorum (dilimize yerleşmiş, dilin malı haline gelmiş Arapça sözcükler vardır), yabancı kaynaklı sözcükler ya da eğretilemeler kullanılmamalı da demiyorum (bütün dillerde başka dillerden ödünç alınmış sözcükler, eğretilemeler bulunur). Yeri geldiğinde ve anlaşılır bir gerekçeniz varsa hepsi kullanılabilir. Ancak felsefe gibi ciddi konularda yazı yazmak öncelikle dil titizliği isteyen bir iştir demek istiyorum.
Edebiyatla, edebiyatın dilini kullanarak konuşmak! Ülker İnce’nin yazısı...
Hayatın En Yakın Benzeri (Can Yayınları), Harvard Üniversitesi’nde Uygulamalı Edebiyat Eleştirisi öğreten ve The New Yorker dergisinin kadrolu yazarı olan James Wood’un dört konferansından ve dört bölümden oluşuyor. En ilginç yanı bana göre Wood’un edebiyat okurluğunun ne olduğunu, kendi kişiliğini nasıl etkilediğini kendi okuma deneyimlerine dayanarak anlatmış, edebiyat okurluğunun eğitici ve dönüştürücü etkisinin nereden kaynaklandığını açıklamış olmasından kaynaklanıyor.
Yeni Osmanlıca
Bu yazıdan anlaşılması gereken şey nedir? Hayır, Arapça sözcük kullanılmamalı demiyorum (dilimize yerleşmiş, dilin malı haline gelmiş Arapça sözcükler vardır), yabancı kaynaklı sözcükler ya da eğretilemeler kullanılmamalı da demiyorum (bütün dillerde başka dillerden ödünç alınmış sözcükler, eğretilemeler bulunur). Yeri geldiğinde ve anlaşılır bir gerekçeniz varsa hepsi kullanılabilir. Ancak felsefe gibi ciddi konularda yazı yazmak öncelikle dil titizliği isteyen bir iştir demek istiyorum.
Bin yıllık bilmece… Ülker İnce’nin yazısı…
Endülüslü İslam Filozofu İbn Tufeyl’in (1105-1185), Mehmet Hakkı Suçin’in Arapçadan çevirdiği Hayy bin Yakzan (Çeviren: Mehmet Hakkı Suçin / Kapı Yayınları) adlı kitabı neredeyse bin yıl önce yazılmış bir kitaptır.
Kitapta Ekvator altı olarak anılan bölgede, Doğu Hint adalarından birinde, ıssız bir adada bir antilopun annelik edip büyüttüğü bir oğlanın, tam anlamıyla bilimsel yöntemle -sistemli bir şekilde yapılan gözlem, deney ve akıl yürütme yoluyla- kendi kendine akli bilgilere ulaşmış Hayy bin Yaksan’ın alegorik öyküsü anlatılmaktadır.
Bu kitabın kesinlikle felsefi bir kitap olduğunu söyler çevirmen Mehmet Hakkı Suçin, “çünkü felsefi bir gerekçeyle yazılmıştır,” der. İbn Tufeyl, Hayy bin Yaksan metnini “zayıf karakterli, bilgisi yetersiz kişilerin ilgi gösterdiği sözde felsefi fikirlere karşı, insanları sorgulama zeminine çekerek yanlışa sapmalarını önlemek” için yazmıştır.
Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ üzerine... Ülker İnce’nin yazısı...
Alçaklığın Evrensel Tarihi*, Jorge Luis Borges’in 1933-34 yılları arasında yazdığı öykülerden oluşuyor. İlk baskısına yazdığı önsözde Borges, “Kimi zaman iyi okurların sayısı iyi yazarlardan bile azdır,” demiş. Ben de şimdi ona yanıt vereceğim: “İyi ama Bay Borges, bazı kitaplar da okunacağı zamanı bekler.”
Az gittik uz gittik
Bir zamanlar toplumca yol yürümüşlüğümüz vardır. Biliyoruz, nereye çıkacağını aşağı yukarı bildiğiniz bir yolda yürüyünce yol alındığını, eğitim, okullaşma, yargı, sağlık, tarım, ticaret, sanayileşme, ulaşım, sanat, spor, müzik, yayıncılık, siyaset, bilim, toplumsal örgütlenme gibi alanlarda yol aldığımızı. Ama aldığımız onca yol nereye gitti?
'Boşaltın yolları ben geçeceğim'
İnsanlarda kibarlık ve yumuşaklığı, başkasına saygıyı, kimseyi incitmek, kırmak istememeyi kişinin güçsüzlüğüne yorma; sertliği, kabalığı, şiddeti, saygısızlığı, keyfiliği, bağırıp çağırmayı da kişinin güçlülüğüne yorma eğilimi yok mudur?
Robot çevirmen: Makine sorumluluk duymaz
Bu konuyu bana esinlendiren bir şey okudum: Türkler ve Avrupa (Gaston Gaillard, Kanon Yayınları, Ocak 2020) adlı kitabın çevirmeni Zühal İnal Baylıcı’nın kitaba yazdığı kısa önsözde üç itirafı dikkatimi çekti. Birincisi, kitabı “Türkçeye aktarırken çoğu yerde duygusal” anlar yaşadım itirafıdır; ikincisi, kitabın ”hak ettiği ilgi”yi görmesine aracılık etme isteği; üçüncüsü de bu eseri “ait olduğu topraklarda anlaşılır bir dille” aktarma sorumluluğu duyduğu itirafıdır.
Bilim yapılıyor mu?
İnsanlığa fayda sağlamak amacıyla yapılan bilim, dünyanın sonunu mu getiriyor? Gerçek bilim insanlarının çalışmaları nasıl oluyor da sermayeye hizmet ediyor? Haydi gelin, Ülker İnce’nin kaleminden bilimin yolculuğuna şahitlik edelim.
Dünyaya karşı açılmış bir savaş! Ülker İnce’nin yazısı...
Hitler’in azgınlığıyla Nazilerin başlattığı savaşa İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili öyle çok film, belgesel seyrettik, öyle çok roman, hikâye, anı okuduk ki bazı insanlar “Aman, yeter artık. Bu kadar da abartmayın!” demeye başladı.
Ama yakın geçmişte Roman Polanski’nin “Piyanist” adlı filmini seyredenler susup kaldı. Hâlâ bilmediğimiz bir şey varmış. “Bir şey”. Bu yalnızca Yahudilere yönelik bir kötülük savaşı değilmiş, gerçekten de insanlığa, uygarlığa karşıymış.
Bana Wladyslaw Szpilman’ın o filme kaynaklık etmiş kitabı Piyanist’i (Koridor Yayıncılık) çevirmem önerildiğinde, “o güzel filmden sonra kitabı çevirmeye gerek var mı acaba” düşüncesi geçti kafamdan. Ama varmış, varmış!
Kendi diline düşmanlık
“Dil duyarlığınız varsa,” diye bir cümleye başlayacaktım ama vaz geçtim çünkü bugün toplumda böyle bir şeyin hiç kalmadığının farkındayım.
Kötülük dizginlerinden boşanırsa...
Hitler’in azgınlığıyla Nazilerin başlattığı savaşa İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili öyle çok film, belgesel seyrettik, öyle çok roman, hikâye, anı okuduk ki bazı insanlar “Aman, yeter artık. Bu kadar da abartmayın!” demeye başladı.
Ama yakın geçmişte Roman Polanski’nin “Piyanist” adlı filmini seyredenler susup kaldı. Hâlâ bilmediğimiz bir şey varmış. “Bir şey”. Bu yalnızca Yahudilere yönelik bir kötülük savaşı değilmiş, gerçekten de insanlığa, uygarlığa karşıymış.
Bana Wladyslaw Szpilman’ın o filme kaynaklık etmiş kitabı Piyanist’i (Koridor Yayıncılık) çevirmem önerildiğinde, “o güzel filmden sonra kitabı çevirmeye gerek var mı acaba” düşüncesi geçti kafamdan. Ama varmış, varmış!
Dilbilgisi
Hiç sevilmez. Pek çok insan dilbilgisine gıcık olur. Öğrenmeyi gereksiz bulur. Öyle ya, dilbilgisiyle mi öğrenmişlerdir dillerini? Yoo! Yakın çevrelerindeki insanlardan bir şeyler duymuş, tekrarlamışlardır.
Yazının devamı...
“Düşünce tembelliği” konusu çok önemli. Dille düşüncenin arasındaki ilişki konusunda bir yazı yazmıştım. Bu kez George Orwell’ın 1984 adlı romanından söz edeceğim...
Dünyaya karşı açılmış bir savaş! Ülker İnce’nin yazısı... (28.12.2021)
Hitler’in azgınlığıyla Nazilerin başlattığı savaşa İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili öyle çok film, belgesel seyrettik, öyle çok roman, hikâye, anı okuduk ki bazı insanlar “Aman, yeter artık. Bu kadar da abartmayın!” demeye başladı.
Ama yakın geçmişte Roman Polanski’nin “Piyanist” adlı filmini seyredenler susup kaldı. Hâlâ bilmediğimiz bir şey varmış. “Bir şey”. Bu yalnızca Yahudilere yönelik bir kötülük savaşı değilmiş, gerçekten de insanlığa, uygarlığa karşıymış.
Bana Wladyslaw Szpilman’ın o filme kaynaklık etmiş kitabı Piyanist’i (Koridor Yayıncılık) çevirmem önerildiğinde, “o güzel filmden sonra kitabı çevirmeye gerek var mı acaba” düşüncesi geçti kafamdan. Ama varmış, varmış!
Yakışmadı, sıkıntı yok, şık olmadı, tabiri caizse
Ülker İnce, sözcüklerin insanlara kakalandığını ve bu şekilde toplumun nasıl çürütüldüğünü, "İnsanların üzerinde yaratılmış baskıyı, yüreklerine salınmış korkuyu dillerinde açıkça görüyorum" cümleleri ile ifade ediyor. İnce, bu yazısında sözcüklerin yoksulluğunun altındaki sebebi arıyor...
Muzip, bilge bir ölümsüz; Kavafis! Ülker İnce’nin yazısı... (14.12.2021)
Krallık, satrapalık, komutanlık gibi göz kamaştırıcı şeylere erişmiş insanları anlatır Kavafis. Şiirlerinde şu izleğin ısrarla sürdürüldüğünü görürsünüz: İnsanoğlu ün, şan şeref gibi göz kamaştırıcı şeylerin peşinde koşar, parlak ışıklara, sırmalı giysilere bayılır ama bunlar ne kadar da hava cıva şeylerdir, bir var bir yokturlar.
Herkül Millas ile Özdemir İnce, yayına hazırladıkları Konstantinos Kavafis - Bütün Şiirleri (Sia Kitap) adlı kitaba Kavafis uzmanı yazar Stratis Tsirkas’ın tanıtma yazısını almışlar - önsöz yerine -. Çevirmenler şairin Sular İdaresi’ndeki iş arkadaşlarından biriyle yapılmış bir söyleşiyi de koymuşlar.
Bir virgül uğruna
Bizim kuşağımız toplumda yüksek bir dil bilincinin oluşması için akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin, düşünce insanlarının özel çaba harcadığı, dil tartışmaları yürüttüğü bir dönemi yaşadı.
Siz siz olun her oyuna katılmayın: Delilik
İngiliz dili, Fransız dili, Türk dili diye bir şey vardır. O şey ne zamandan beri vardır, ne hacimdedir? Bu soruları düşününce diller sonsuz zamana yayılmış, sonsuz büyüklükte varoluşlardır diyebiliriz pekâlâ.
Flaubert’in klasik yapıtı Madam Bovary üzerine yeni bir okuma...
Gustave Flaubert’e Madam Bovary’nin kim olduğunu sormuşlar, “Benim,” demiş. Nasıl olur da erkek bir yazar kendini romanının “kadın” kahramanıyla özdeşleştirir? Bu ne gizemli bir şey. Ben de şimdi, “Madam Bovary, Marki de Sade’dır,” diyeceğim ama açıklamayı size bırakmayacağım.
Dillerin de başına gelir: Hantallık
Bugün kullanılan Türkçenin bin bir sorununun yanında bir de “hantallaşma” sorunu var. Çok laf, az anlam. Gereksiz sözcüklerle, tıka basa doldurulmuş cümlelerle konuşuluyor.
Dünyaya karşı açılmış bir savaş! Ülker İnce’nin yazısı... (17.10.2021)
Hitler’in azgınlığıyla Nazilerin başlattığı savaşa İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili öyle çok film, belgesel seyrettik, öyle çok roman, hikâye, anı okuduk ki bazı insanlar “Aman, yeter artık. Bu kadar da abartmayın!” demeye başladı.
Ama yakın geçmişte Roman Polanski’nin “Piyanist” adlı filmini seyredenler susup kaldı. Hâlâ bilmediğimiz bir şey varmış. “Bir şey”. Bu yalnızca Yahudilere yönelik bir kötülük savaşı değilmiş, gerçekten de insanlığa, uygarlığa karşıymış.
Bana Wladyslaw Szpilman’ın o filme kaynaklık etmiş kitabı Piyanist’i (Koridor Yayıncılık) çevirmem önerildiğinde, “o güzel filmden sonra kitabı çevirmeye gerek var mı acaba” düşüncesi geçti kafamdan. Ama varmış, varmış!
Muzip, bilge bir ölümsüz; Kavafis! Ülker İnce’nin yazısı... (01.10.2021)
Krallık, satrapalık, komutanlık gibi göz kamaştırıcı şeylere erişmiş insanları anlatır Kavafis. Şiirlerinde şu izleğin ısrarla sürdürüldüğünü görürsünüz: İnsanoğlu ün, şan şeref gibi göz kamaştırıcı şeylerin peşinde koşar, parlak ışıklara, sırmalı giysilere bayılır ama bunlar ne kadar da hava cıva şeylerdir, bir var bir yokturlar.
Herkül Millas ile Özdemir İnce, yayına hazırladıkları Konstantinos Kavafis - Bütün Şiirleri (Sia Kitap) adlı kitaba Kavafis uzmanı yazar Stratis Tsirkas’ın tanıtma yazısını almışlar - önsöz yerine -. Çevirmenler şairin Sular İdaresi’ndeki iş arkadaşlarından biriyle yapılmış bir söyleşiyi de koymuşlar.
Sinema insanlara neden büyülü gelir?
Sinemanın bize büyülü gelmesinin en önemli nedeni hayatımızın, türümüzün sınırlamalarının dışına çıkma yanılsaması yaşatmasıdır. Bize hayatta sahip olamayacağımız bir olanak sunar.
Yeni Osmanlıca... Ülker İnce’nin yazısı...
Bu yazıdan anlaşılması gereken şey nedir? Hayır, Arapça sözcük kullanılmamalı demiyorum (dilimize yerleşmiş, dilin malı haline gelmiş Arapça sözcükler vardır), yabancı kaynaklı sözcükler ya da eğretilemeler kullanılmamalı da demiyorum (bütün dillerde başka dillerden ödünç alınmış sözcükler, eğretilemeler bulunur). Yeri geldiğinde ve anlaşılır bir gerekçeniz varsa hepsi kullanılabilir. Ancak felsefe gibi ciddi konularda yazı yazmak öncelikle dil titizliği isteyen bir iştir demek istiyorum.
Yazarken aklınıza gelen her şeyi boca etmeyin
Bir zamanlar ülkemiz eğitiminde Türkçe, dilbilgisi, kompozisyon derslerinin çok ciddi şekilde öğretildiğini biliyorum. Bizim kuşak şanslı. Ya şimdi?
‘Yazarlık yapıştırma bıyık değildir!’ Ülker İnce’nin yazısı...
‘Yazarlık yapıştırma bıyık değildir!’ Bu cümle Salah Birsel’e ait. Yazarlık öyle takma bıyık gibi iğreti, takılıp çıkarılacak bir şey değildir, insanın hamurunda olan bir şeydir anlamında söylüyor bunu. Ben de bu anlamda bu sözü Gelirken Ekmek Al adlı öykü kitabının yazarı Şermin Yaşar’a yakıştırdım.
Kitapta, dünyanın yüzlerce ülkesinde, o ülkelerin kalabalık ailelerle dolu milyonlarca köşesinde hiç tanımadığımız insanların, milyonlarca farklı biçimde yaşadıkları şeyler anlatılıyor. Onların hepsinin öyküleri bunlar. Bir başka deyişle, havasız yaşayan insanların öyküsü.”