Bir küçük yol hikâyesi: Erdal Erzincan Bağlama Atölyesi

Erdal Erzincan’ın, Gezici Bağlam Atölyesi dersleri de insanın güzel mirasını gelecek nesillere aktarmaya çalışan bir proje. Kökü derin geçmişte, gövdesi bu günde, dalı budağı gelecekteki ağaçlar misali bağlamayla ve sanatın bir kolu olarak müziğin gücüyle umutları yeşertmeye ve ortak bir dil bulmaya çalışan bir sanatçının emeğinin eseri olarak.

Bir küçük yol hikâyesi: Erdal Erzincan Bağlama Atölyesi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.05.2020 - 15:18

Günümüzün çevresine kör hız dünyasında, menzildir bütün ulaşmak istediğimiz. Başkalarıyla rekabete, başkalarının belirlediği hedefe ve başarı ölçütlerine kilitli koşu dünyası, menzile ermeyi en büyük başarı sayar. Hız dünyasına kapılanların çoğu yolda ölür, menzile ulaşanlarsa yolu fark edememenin bin bir pişmanlığı içinde menzilde yok olurlar. Üstelik menzilin de kendi menzilleri olmadığını anlayarak çoğu zaman son nefeslerinde. Bir de yolu yaşayanlar var. Gidenlerin arkada bıraktıklarını yoldaşlarıyla paylaşarak ve büyüterek gelecektekilere yol açmaya çalışanlar. Dinleyerek, görerek, okuyarak, hissederek sindire sindire öğrenenler. Güzide Ana’nın şiirinde dediği gibi “Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek,” diyenler ve muhabbetlerle büyüyenler, müzikle, şiirle, tasavvufla, mistik felsefeyle turna olup uçanlar. “El ele, el Hakka,” diyen kadim bilginin ve o derin bilginin sırrına eren ustaların ışığına ermek isteyenler var. Yarışı başkalarıyla değil, kendisiyle olanların kendileri için ufak, ama uzun vadede diğer insanlar büyük adımları var. Yollarda ışığı uyaranlar, umuda umut katarak büyütenler var.

Bazen sadece varlığıyla bile huzur bulmak için asılır duvara bağlama. Ama yine de özellikle eskilerde biraz da ekonomik kaygılarla öyle kolay kolay bilmeyenlerin, hele de çocukların eline verilmez. Sabretmek, sırayı beklemek, onu nasıl çalacağına dair ter dökmek, kafa yormak gerek.

İşte Erzurum, Erzincan, Tunceli üçgeninde başlattığı Gezici Bağlama Atölyesi adlı projesiyle yollara ektikleriyle umudumuzu yeşerten bu mücadeleci insanlardan biri de Erdal Erzincan. Konup konup göçen, her konduğu yerden heybesine yeni şeyler devşiren, evrilip gelişen bir kültürün mirasçısı Erdal Erzincan. Kendi kişisel hikâyesi de böyle bir konup göçmenin ve gelişmenin örneği. Beslendiği gözelerin kaynağı, doğu özellikle de doğduğu yer olarak Erzurum ve yakın coğrafyası. On yaşına kadar bildiğimiz anlamda formal ya da örgün bir müzik eğitimi almadan türkülerin, deyişlerin, nefeslerin ve bu müziğin geliştiği kültürün doğal ortamı içinde köklerinden beslenmeye başlar. Bu kültür içinde müzik ve müzik kültürü, öyle modern yaşamın bize dayattığı bir algı gibi üst yapı ihtiyacı olarak görülmez. Nasıl ki ekmek ve su vücudumuzun gıdası ise ruhumuzun gıdası da müziktir, şiirdir, tasavvuftur bu kültürde. Gurbet acılarının, sıla özlemlerinin, ayrılıkların, sevdanın, tanrıya yakarışların, tanrı ile muhabbet hallerinin türkülerle, manilerle, ağıtlarla, deyişlerle, nefeslerle dile geldiği ortak bir lisandır müzik.

Erzurum’dan İstanbul’a yolculuk başlar...

İnsan sesinin, elinin ve ruhunun kucaklaştığı müzik aletinin bu topraklardaki adı ise bağlama olur. İster çalmak ister dinlemek için olsun, mutlaka her evin duvarında asılıdır kutsal bağlama. Hatta bazen sadece varlığıyla bile huzur bulmak için asılır duvara bağlama. Ama yine de özellikle eskilerde biraz da ekonomik kaygılarla öyle kolay kolay bilmeyenlerin, hele de çocukların eline verilmez. Sabretmek, sırayı beklemek, onu nasıl çalacağına dair ter dökmek, kafa yormak, yaratıcılığı kullanmak gerek. Ama hayallerinin kanatlarıyla uçabilen çocuklar için her şey bağlama olabilir, bir sopa, bir süpürge. El becerilerin geliştikçe kendin yapmaya başlarsın kendi bağlamanı hatta. Talep eden talebe olunca da yollar kendiliğinden açılır olur sana. Erdal Erzincan’ın bağlamaya talip oluş hikâyesi de farklı olmaz diğer talip olma hikâyelerinden. Erzurum’dan İstanbul’a taşınma yolculuğuyla beraber de başka başka dünyalara ve diyarlara açılır olur. Bindiği kara trenle Erzurum-İstanbul arası üç günlük yolculuğunda el sallar yolda gördüğü her çocuğa. Bir gün buralara geri döneceği sözünü vererek kendine.

Yıllar sonra geri döner gözelerin diyarına...

El salladığı bu çocukların çocuklarının ve belki de torunlarının bağlamayla kurdukları bağı daha da kuvvetlendirmek ve her bir yana dal budak salmalarını sağlamak için geri döner yıllar sonra kendi deyimiyle “gözelerin” diyarına. Suyun çıktığı kaynaktaki yetenekli ama yeterince imkânı olmayan öğrencilere hiçbir maddi karşılık beklemeden gezip gördüğü, beslendiği yollarda devşirdiklerini, müzik eğitimi aldığı okullardan öğrendiklerini paylaşmak üzere Gezici Bağlama Atölyesi ile geri döner yeniden. İstanbul Maltepe’de kurduğu eğitim yuvasındaki ışıktan güneş doğduğu doğu çocuklarının da bir nebze de olsa yararlanmalarını ister. İlk seçmeler Erzurum, Erzincan ve Tunceli üçgeninde yapar. Atölyeye katılacak öğrencilerin seçmelerin yapıldığı ilk yer ise doğduğu köydeki artık okul olarak kullanılmasa da eski okulu olur. Ama bu ilk deneyim hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Anadolu’nun büyük şehirlere göç vermiş birçok köyünde olduğu gibi, ocağı tütmeyen evler gibi, burası da dumanı tütmeyen bir okuldur maalesef. Çocukluğunda yaşamlarının bir parçası olan sanatın ve kültürün ışığı da pek bir sönüktür. Bu yüzden olsa gerek burada seçmelere katılan öğrenci sayısı nerdeyse yok denecek kadar az olur. Sonraki duraklar ise Erzincan ve Tuncel’idir. Neyse ki buradaki gözeler fokur fokur kaynamaktadır, derelere, nehirlere, denizlere karışmanın heyecanı içinde. Buralardaki seçmeler sonrasında koşullarını da zorlayarak 25 öğrenciyle Gezici Bağlam Atölyesi yollarda konaklaya konaklaya büyümeye baslar.

İşte Erzurum’da İstanbul’a giderken arkasında bıraktığı çocukları unutmayan Erdal Erzincan’ın, Gezici Bağlam Atölyesi dersleri de insanın güzel mirasını gelecek nesillere aktarmaya çalışan bir proje. Kökü derin geçmişte, gövdesi bu günde, dalı budağı gelecekteki ağaçlar misali bağlamayla ve sanatın bir kolu olarak müziğin gücüyle umutları yeşertmeye ve ortak bir dil bulmaya çalışan bir sanatçının emeğinin eseri olarak.

Minicik omuzlar ve kollarla ders sıraları yapılır... 

Gezici Bağlama Atölyesi’nin derslerini başlattığı köylerden birinde meraklı izleyicilerden biri de bendim. Tunceli Pülümür’e bağlı Dağyolu köyü idi burası. Artık çoğunluğu yazlıkçıya dönen köyde köyün eski öğrencileri okullarını köy derneğini merkezi olarak korumaya almışlardı. Ders sırasında bahçede oturan dernek yöneticileri, veliler, köylüler bahçelerinde yeniden çocuk cıvıltılarının ve koşuşturmalarının olduğu bir okulu görmekten çok mutluydular. Bina her ne kadar dışardan okul gibi gözükse de ve içerdeki duvarlarda eski günlerden kalan yadigârlar korunsa da yine tam da okul gibi değildi kuşkusuz. Önce bir hayli eksik olan sıraları tamamlamak gerekti. Dışardaki uzun uzun kalaslar birkaç oturağın üzerine konularak uzun sıralar oluşturulabilirdi pekâlâ. Önündeki masalar idare ederdi nasılsa. Öğretmenlerinin de yardımıyla öğrenciler hep birlikte kalasları kaldırıp sıra yapmışlardı kendilerine. İşte o anda minicik omuzlar ve kollar aşkla kendi okulunu kendisi yapmaya başlayan eski köy enstitülü çocukları anımsamıştı bana. Yaşayarak, yaparak, yaratarak öğrenen ve öğreten nesillerin tohumlarının atıldığı yılları bir de. Öğretmenlerin sadece öğrencideki ışığı harekete geçirdiği dönemleri en çok da. Hani günümüzün rekabetçi dünyasında daha çok uyarılan duygularımız birliğe, beraberliğe, dayanışmaya, paylaşmaya, bölüşmeye engel duygularımız olur ya, burada tam tersi bir dünyanın değerlerin üzerindeki küller kaldırılıyordu sanki. 

Kötülük bulaşıcıdır ama iyilik daha çok bulaşıcıdır

Daha sonra katıldığı Gezici Bağlama Atölyesi yolculuklarında de benzer manzaralarla karşılaştım. Her ders Erzincan ya da Tunceli’de farklı farklı mekânlarda yapılıyordu. Konup göçerek, her konulan yerin havasından, suyundan, insanından, muhabbetinden beslenilerek farklı ufuklara açılarak yol alınılıyordu. Fiziki koşulların zorlukları, eksikliği sadece insanın yaratıcı yanını kamçılıyordu, talep eden talebelerin taleplerini bir de. Aslında herkes iyiliğe ve güzelliğe açtı. Yeter ki güzel insanların başlattığı güzel adımlar olsundu. Kötülük bulaşıcıydı. Ama iyilik umut daha çok bulaşıcıydı.

Sanatçı sanatçı olur mu merhem olmadıkça başka yaralara? 

İnsandaki bu yapıcı, yaratıcı, güzelleştirici yanı açığa çıkaranlar ise içindeki çocuğu öldürmeyen, başka başka çocuklara ve ancak “iyi bir çocuk olunduğunda görülecek güzel dünyaların” hayallerini kuran insanlara umut olan sanatçılardır en çok da. İşte Erzurum’da İstanbul’a giderken arkasında bıraktığı çocukları unutmayan Erdal Erzincan’ın, Gezici Bağlam Atölyesi dersleri de insanın güzel mirasını gelecek nesillere aktarmaya çalışan bir proje. Kökü derin geçmişte, gövdesi bu günde, dalı budağı gelecekteki ağaçlar misali bağlamayla ve sanatın bir kolu olarak müziğin gücüyle umutları yeşertmeye ve ortak bir dil bulmaya çalışan bir sanatçının emeğinin eseri olarak. Sanatçı, sanatçı olur mu zaten kendi derdiyle beraber başka dertlere dokunup merhem olmadıkça yaralara ve el vermedikçe yeni merhem yapıcılara. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon