Dalgalar, uçurumlar ve insanlar

Bu yıl 40. yaşını kutlayan İstanbul Film Festivali, yeniden pandeminin gölgesinde seyircisiyle buluşuyor.

Yayınlanma: 10.04.2021 - 17:00
Abone Ol google-news

Bu yıl 40. yaşını kutlayan İstanbul Film Festivali, yeniden pandeminin gölgesinde seyircisiyle buluşuyor. 1 Nisan’da çevrimiçi gösterimlerle başlayan festival, açılış filmi After Love (Aşktan Sonra) ile izleyicilerinin film susuzluğunu dindirecek bir başlangıç yapmayı da ihmal etmiyor. 

Sinemaseverler olarak sinemada film izlemeyi çok özledik ama en çok da festivallerde keşfettiğimiz o saklı hazinelerle sinema salonlarında buluşmaya hasret kaldık. Bir süredir farklı programlarla çevrimiçi olarak film gösterimleri yapmaya devam eden İstanbul Film Festivali, nihayet festival heyecanını yeniden yaşamamıza vesile oluyor ve bizleri, genç bir ustadan, yetkin bir filmle tanıştırıyor. Festivalin Genç Ustalar seçkisinde yer alan After Love daha önce Cannes’da, Roma’da ve Londra’da gerçekleştirilen festivallerde gösterim şansı bulan ve büyük beğeni toplayan bir ilk film… Aleem Khan imzası taşıyan ve yönetmenin hayatından otobiyografik izler barındıran eser, ilk bakışta aldatma temelli bir aile trajedisi izlenimi uyandırsa da bundan çok daha fazlasını metaforik olarak kullandığı “çatlaklarına” gizliyor. Film, İngiltere’nin güneyindeki Dover’da yaşayan ve feribot kaptanı olan Pakistanlı Ahmed (Nasser Memarzia) ile onunla evlenebilmek için Müslüman olan Mary’nin (Joanna Scanlan) yaşamını merkezine alıyor. Sabit bir kamerayla, yağmurlu bir akşamda tanıştığımız çiftin hayatı birlikte içmek istedikleri birer fincan çayın hemen öncesinde sonsuza dek değişiyor zira Ahmed, ani bir ölümle hayata veda ediyor. Ancak Ahmed’in ölümü tek başına bir hayatın ve bir evliliğin bitimine değil, aynı zamanda 20 yıldır Manş’ın öte yakasında sakladığı bir sırrın ortaya çıkmasıyla birlikte bir kimlik karmaşasının da başlangıcına işaret ediyor.

Mary ya da nam-ı diğer Fahima, kocasının ölümünün hemen ardından onun ailesinin tam ortasında yas rengine tezat bir biçimde beyazlar içerisinde, Hristiyan ikonalarını andıran bir duruşla ve kederle etrafına bakarken yaşadığı/yaşayacağı yabancılaşmanın da ilk sinyallerini veriyor. Nitekim kısa bir süre sonra kocasının eşyaları arasında buldukları, mutlu olduğunu sandığı evliliğinin ve kendisini inandırdığı kimliğinin de temelinden sarsılmaya başlamasına neden oluyor. Bir kültür ve benlik karmaşası içerisinde mahsur kalan Mary, bunun üzerine kocasının “öteki” hayatını öğrenmeye ve bir bakıma o hayatın “ötekisi” olmaya gidiyor. Gözlerinin önünde, beklenmedik bir şekilde yıkılan hayatını temsilen feribottan izlediği manzara da bu anlatının bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. 

Bu ana kadar Mary’yi merkezine alan yönetmen, Fransa’nın Calais kentindeki geçmişle birlikte hikayesine yeni bakış açısı karakterleri eklemliyor ki bunlar da yine yönetmenin kendi hayatından imgeler barındırıyor. Zira kendisi de farklı ırklardan mürekkep bir ailede büyümüş olan ve tıpkı Mary gibi annesi de babasıyla evlenmek için Müslüman olan yönetmen, senaryosunun ayaklarını bu ailevi ve kültürel çatışmalar üzerine yerleştiriyor. Annesinin kimlik karmaşasından Mary’yi yaratan Khan, kendisinin topluma ayak uydurma çabalarından da kocasının sevgilisi Genevieve’in (Nathalie Richard) oğlu Solomon’u (Talid Ariss) kurguluyor.

Filmin bu üç karakteri bir araya getirme biçimi ise hayli enteresan ve hatta Genevieve’in, Mary’ye yaklaşımından Avrupalıların Müslüman topluluklara olan klişeleşmiş bakış açısı okuması da bir çırpıda yapılabilir. Ancak After Love’ın meselesi, bu stereotipe indirgenmekten hayli uzak çünkü sinemada sıklıkla karşılaştığımız klasik temsillerden kaçınan bir film karşımızda. Genevieve’le tanışan Mary’nin, hayatına, evliliğine, dinine, kültürüne ve hatta bedenine yönelik sorgulamalarını ayna planlarıyla açık eden film, bilhassa Mary’nin o güne dek hiç fark etmediği -belki de önemsemediği- bedenindeki çatlakların artık sorun haline gelmesini sarsıcı bir üslupla aktarıyor. Benzer bir biçimde, belki de o güne dek hayatın akışına kendisini hiç bırakmamış olan, mutlu olduğuna kendisini inandırıp saatlerce bir falezin üzerinde kocasına el sallayarak bekleyen bir kadının, o dalgaların kendisini sürüklemesine ilk kez izin vermesi de bu değişimin bir simgesi olarak yorumlanabilir.

After Love’ın finaline doğru izlediğimiz yemek sahnesi, bir yandan görünüşte birbirinden farklı iki kadının hayatının, yaşadıklarının, aşklarının, yaslarının kaderlerinin ve kederlerinin ortaklığının sembolüne dönüşürken; öte yandan üç farklı kimlik üzerinden çoğulculuk vurgusu da yapıyor. Hristiyan/Fransız Genevieve, Pakistan/Fransa arasında kültürel olarak arafta kalan Solomon ve kimlik krizinin eşiğindeki Müslüman/İngiliz Mary…

After Love, Dover’ın bembeyaz katmanlarla dolu uçurumlarında bu üç kişinin hayatını kesiştirirken, Joanna Scanlan’ın da hayranlık uyandırıcı performansıyla zihnimize kazınmasına neden oluyor. Scalan’ın gözlerine fazlasıyla güvenen film, görüntü yönetmeni Alexander Dynan’ın göz alıcı kadrajları ve Chris Roe’nun filmin etkisinden bir an bile çıkmanıza izin vermeyecek notaları eşliğinde dokunaklı bir drama servis ediyor. Genç bir ustadan, Avrupa’nın kültürel karmaşalarına dair gösterişten uzak, duru ve taze bir bakış açısı… After Love’ı listenize eklemeyi unutmayın…

Puanım: 7.5/10

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler