Denizkızı var mıydı, yok muydu?

Hans Christian Andersen'in "Küçük Denizkızı" öyküsünü hepimiz biliriz. Bu öykü çocukluğumuzda dinlediğimiz ya da okuduğumuz bir öykü olmasının dışında, gerçek sevginin fedakârlık üzerine kurulu olduğunu da bize öğretmektedir.

Denizkızı var mıydı, yok muydu?
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.05.2012 - 09:57

Geçenlerde Disney yapımı “Küçük Denizkızı”, filmini yeğenlerimle birlikte tekrar izledim. İzlerken de denizkızları üzerinde düşünmeye başladım. Vücudunun yarısı kız, yarısı balık şeklinde olarak tasvir edilen denizkızları, gerçekten var mı? Yoksa olmayan ama olması arzu edilen harikulade varlıklar mı?

Varlığı hakkında yapılan yorumlar ne olursa olsun, her toplumun mitolojisinde az ya da çok denizkızlarıyla ilgili bölümler yer almıştır. Peki bu efsaneler nelerdir? Gelin biraz bu efsaneler üzerinde duralım:

Yarı insan yarı balık vücutlu insansıların efsaneleri MÖ 5 000 yılına kadar dayanır. Genel bir kanı ise, bu efsanelerin oluşumunda, denizineklerinin büyük etkisi olduğudur. Bu teoriyi destekleyecek bir örnek olarak, Christopher Columbus’un yenidünyaya olan yolculuğu sırasında denizkızları gördüğünü, ama çok çirkin olduklarını ve daha cazip olmalarını beklediğini söylemesi verilebilir. Denizinekleri gibi büyük vücutlu deniz memelilerinin kolları, yavrularını bir beşikte gibi taşıyabilmeleri için evrim geçirmiş ve insan kollarına benzemiştir.

Denizcilerin, bu deniz memelilerini görüp doğaüstü yaratıklar olduklarını düşünmeleri oldukça mümkündür. Geleneksel denizkızı betimlemelerindeki, akan uzun saçların ise, denizineklerinin okyanus yüzeyine yakın yerlerde yüzerlerken kafalarına dolanan yosunların verdiği uzun saçlı görüntüsünden kaynaklandığı düşünülmektedir. Denizkızı gördüğünü iddia edenlerin verdiği ortak bilgiler de yosun renkleriyle ve denizineklerinin özellikleriyle oldukça uygundur. Denizkızlarını konuşmayan, yeşil, siyah, kahve rengi veya sarı saçlı, balık kuyruklu, genelde okyanuslarda ve bazen de nehirlerde yüzen doğaüstü insansılar olarak tanımlarlar.

Asur efsanesi

Denizkızı hikâyeleri neredeyse evrenseldir. Bilinen ilk denizkızı hikâyesi MÖ 1000 yılında Asurlularda görülmüştür. Asur kraliçesi Semiramis’in annesi Atargatis, ölümlü bir çobana âşık olan ölümsüz bir tanrıçadır. Fakat âşık olduğu genç çoban ölür ve o da bir balığa dönüşmek için bir göle atlar. Ama su, onun mükemmel vücudunu ve doğasını gizlemez, bunun yerine ona bir balık kuyruğu ve suda nefes alabilme yetisi verir. İlk Atargatis betimlemeleri insan kafası ve bacakları olan bir balık şeklindedir (Babil tanrısı Ea gibi). Yunanlılar ise Atargatis’i Derketo diye tanımışlar ve Afrodit’in yanında betimlemişlerdir.

MÖ 546’dan önce, Miletli filozof Anaximander, insanlığın hızla suda yaşayan bir tür hayvana dönüştüğü teorisini önermiştir. Popüler bir Yunan efsanesine göre Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike, öldükten sonra bir denizkızına dönüşmüştür. Denizkızı formunda Ege Denizi’nde yaşadığı ve denizciler onu bulduğunda onlara tek bir soru sorduğu söylenir: “Kral İskender yaşıyor mu?” (Yunanca: Ζει ο βασιλιáς Αλá ξανδρος;), ve denizcilerin de ona “Yaşıyor ve hâlâ yönetiyor” (Yunanca: Ζει και βασιλεáει) dedikleri anlatılır. Bu cevaptan başkası, bir Gorgon’a dönüşmesine, ve gemiyi batırıp üzerindeki denizcileri öldürmesine yol açacaktır.

Perilerin daha romantik yönünü temsil ettiğine inanılan denizkızları mitlerin içinde en masum olanlarıydı, hastalık vb. çaresiz durumdaki kişilerin rüyalarına girerse, karşılarına çıkarsa iyileşecekleri inanışı yaygındı, denizkızları modern rüya tabirlerinde de yardımseverdir, rüyada peri görmek en ümitsiz hayallerin gerçek olacağına işarettir. Bundan başka İncinin esiri olduğu medusanın derinlerdeki başının yuttuğu balıkçılara her akşam ağlayan denizkızının gözyaşları olduğuna ve takılmasının hüzünlü bir sevgi getireceğine inanılır.

Bin Bir Gece Masalları “Denizinsanları”na ait çok çeşitli öyküler içerir. Efsanelerden farklı olarak, Bin Bir Gece Masalları’nda bu deniz insanları karada yaşarlar, ama suya girdiklerinde de hiçbir zorluk çekmeden nefes alabilirler ve denize girdiklerinde kıyafetleri ıslanmıyor. Aynı zamanda insanlarla cinsel ilişkiye girdiklerinde doğacak çocukları da kendileri gibi “Deniz insanı” olarak doğacaktır. Deniz insanlarının, insan görünüşünden farkları yoktur. Bu efsane hâlâ yaşamaktadır. (Bkz. Pers Kralı ve Denizin Prensesi.)

Denizkızları İngiliz kültüründe uğursuz, felaketlerin habercisi yaratıklar olarak gözükmüşlerdir. Bazıları devasa büyüklükte, 160 feet’ten uzundur. Tatlı sularda yaşayan deniz kızı benzeri bir yaratık olan ve Avrupa kültürüne yerleşen Melusine, çoğu zaman iki balık kuyruğuyla ya da bazen yılan bedeniyle betimlenir. Japon kültüründe denizkızı eti yiyenlerin ölümsüz olacağına inanılır.. Deniz kızları popüler kültürün en ünlü yaratıklarındandır ve bu yüzden olsa gerek edebî eserlerde ve filmlerde pek çok kez konu olmuşlardır. Pek çok dile tercüme edilen Hans Christian Andersen’in “Küçük Denizkızı” adlı öyküsü de bu tezi destekler. Andersen’in bu öyküsü, Kopenhag limanındaki bronz deniz kızı heykeliyle ölümsüzleştirilmiştir. Küçük Denizkızı, basıldığından beri, tartışmaları beraberinde getirse de Batı dünyasında “denizkızı”nı tanımlayan en önemli simge haline gelmiştir. Hikâye, televizyon programları, filmler ve diğer sihirli öyküler içerisinde defalarca anlatılmıştır.1

Bizim kültürümüzde de insanın bir başka canlıya dönüşmesi ( Don değiştirme- methamorphose ) mevcuttur.2 Kuğuya dönüşen kız gibi değişimler vardır. Su kızı yani deniz- kızıyla ilgili “inanışa göre”su kızı ekseriye girdaplara yakın bulunur, civarından geçen gemilerin dümenine saçını dolayarak yakalayıp bu girdaba sürükler ve kendisi dalıp gemiyi gark eylermiş. Saçını dümene sardığı sırada görülebilse gemiyi altınla doldururmuş.”3

Klasik edebiyatımızda şairler, denizkızıyla ilgili mazmunları genelde “mâlike-i deryâ terkibiyle yapmaktadır. Ve daha çok âfet anlamı kastedilmektedir”. 4

Tanzimat dönemi olarak adlandırdığımız dönemde Şinasi’nin Tercüme-i Manzumesi’nde yer alan ve “safi Türkçe” olduğunu belirttiği mısralarında su kızı yani denizkızı yer almaktadır. Şinasi şöyle diyor:

“Gören saçın arasından yüzün parıltısını

Sanır ki kara bulutun içinde gün doğmuş

Yanında kan ile yaş içre kaldığım görüp el

Demez mi kim birini Su kızı suya boğmuş” 5

Garip akımı temsilcilerinden Orhan Veli de “Deniz Kızı” adlı şiirinde bir balıkçı kızını bu masalsı kahramanın yerine koyuyor. Tıpkı Şinasi gibi onu somut bir varlık haline dönüştürüyor:

“Denizden yeni mi çıkmıştı neydi;

Saçları, dudakları

Deniz koktu sabaha kadar;

Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.”

Orhan Veli’nin dizelerinde denizkızı yoksuldur. Ama sürekli yoksulluktan söz edilmez ya:

“Yoksuldu, biliyorum

- Ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya-

Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,

Aşk türküleri söyledi.”

Şair, denizkızını bir hayat mücadelesinde adeta efsaneleştiriyor:

“Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir,

Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!

Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,

Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek

Dikenli balıkları hatırlatmak için

Elleri ellerime değdi.” 6

Görülüyor ki, denizkızı bir çocuğun yüreğinde gerçek, bir büyüğün dünyasında masalsı bir varlık. Belki de bir deniz ülkesinde yaşayan güzel bir varlığın olduğunu düşünmek ruhumuza iyi gelebilir. Ne dersiniz?

1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Deniz_kızı

2 Bkz., Bahaeddin Öğel, “Türk Gelenekleri ile Destanlarında Don Değiştirme”, Türk Mitolojisi, C.II, ,TTK Basımevi, Ankara 1995, s.133-143

3 Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, (Haz : Cemal Kurnaz), T.D.V. Yay., Ankara 1992, s.281

4 Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar, Akçağ Yayınları, İstanbul 1988

5 Şinasi,Tercüme-i Manzume, Ankara 1960, s.13

6 Bkz.,Orhan Veli- Bütün Şiirleri, YKY., İst., 2012

    


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon