Ekranların Yıldız’ı Eda Ece

Yasak Elma’nın Yıldız’ı, 2019’un televizyonda en dikkat çeken karakteriydi. Yan rol olarak başladığı ekran yolculuğunda büyük ilgi gören Yıldız’a hayat veren Eda Ece, Pis Yedili’deki Cimbom karakteriyle başlayan oyunculuk yaşamındaki istikrarlı çizgisini Yasak Elma’daki rolü ile taçlandırdı. Eda Ece ile hem Yıldız’ı analiz ettik hem de kişisel gelişim gibi oyunculuk kariyeri dışında bilinmeyen yönlerini konuştuk.

Ekranların Yıldız’ı Eda Ece
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.12.2019 - 12:50

- Bilgi Üniversitesi'nde Psikoloji Bölümü mezunusunuz. Canlandırdığınız karakterlere hayat verirken psikoloji eğitiminizden nasıl yararlanıyorsunuz?

Psikoloji eğitimimin oyunculukta çok işe yaradığını düşünüyorum. Bir karakteri iyi oynayabilmek için onun motivasyonlarına hakim olmak ve iyi analiz etmek gerekiyor. Psikolojinin oyunculuğa en çok yardım edebilecek dallardan biri olduğunu düşünüyorum. Çünkü karakterini içselleştirdiğin zaman başarıya ulaşıyorsun. Yeterince bağdaşamadığında motivasyonlarını da, neyi niye yaptığını bağlaman da zor olur.

- Yıldız’ın karakterini analiz ederseniz neler söylersiniz?

Yıldız’ın karakterine baktığımızda; babasının hapiste olduğunu, annesinin falcılık yaptığını, liseyi zar zor bitirdiğini, üniversite okumadığını, garsonluk yaparak hayatını kazandığını gördük geçtiğimiz sezon. Kız kardeşi üniversite okurken beraber İstanbul’a yerleştiler, Yıldız ise çalışarak evi geçindirmek durumunda kaldı. Motivasyonu da “zengin biriyle evleneyim, kendime konforlu bir alan bulayım ve orada kalayım.”oldu. Biraz da maddi şeylere ilgisi olduğu için Çantalar, kıyafetler, takıları seven, daha yüzeysel hayalleri olan bir kızdı. Zengin bir adamla evlenme şansı elde etti. Bir yandan ben Yıldız’ı oynadığım için onu anlamaya çalışıyorum. Gittiği yol, onaylanabilecek bir yol değil. Zaten biz de “iyi ki bu yolu seçti” gibi bir yerden yaklaşmadık. Başına bir sürü şey geldi. Mutluluğun parayla ilgisi olmadığını gördü. Bazı başka yollardan da gidebilirdi. Mesela aynı şartlarda doğan kız kardeşi üniversite okumuş, kendi parasını kazanan bir. Aynı şartlarda yola çıkıp, farklı yönlere giden, iki farklı insan tipi gördük. İnsanlar hayattan ne istiyorsa, hayatlarını o yönde çiziyorlar, bedelini de ödüyorlar. Yıldız da bu bedeli ödedi.

- Peki Yıldız’ın sevdiğiniz veya takdir ettiğiniz yönleri var mı?

Hiç bir şeyi çok derin yaşamıyor. Ait olmadığı ve sonradan gördüğü bir dünyada. insanlara hizmet ederken, 5 ay sonra o yalıda oturmaya başladı. Bunu beceremedi tabii ki. Beceremediği yerde de alaya alındı, küçük düşürüldü. Bu anları fazla dramatik oynamamaya karar verdim. Dramatik alsam, o dünyadan gitmesi gerekirdi. Bu yüzden tüm yüzeyselliğine rağmen o karakterli duruşu Yıldız’a ekledim. Böylece sonradan görmeliğine sahip çıkan, kim olduğunu da bilerek gitmek istediği hedefe yürüyen bir karakter ortaya çıktı. Bu kararım doğruydu, sevgili yönetmenim Neslihan Yeşilyurt’tan da çok güzel bir destek aldım. Seyirci için de izlemesi çok keyifli bir karaktere dönüştü.

- Yasak elma metaforik olarak günahla eşleştirilen bir imge. Bu açıdan dizinin günah ve masumiyetle ilişkisini nasıl yorumlarsınız?

Biz karakterlerimizin hiç birinin melek olmadığını söylüyoruz. İnsan doğası da böyle. İyisiyle kötüsüyle, hayatta kalabilmek için bencil olabildiği yerleriyle bir bütün. Mesela “Yıldız, iyi bir karakter mi, kötü mü” diye sorsanız, bunun bir cevabı yok. O yüzden Yaska Elma’yı çok gerçek buluyorum. Aslında iyinin iyi kötünün kötü olduğu net karakterler sevilir. Ancak biz böyle yapmıyoruz. Hem iyinin hem kötünün olduğu, ne zaman hangisini çalıştıracağına kendisinin karar verdiği karakterler var. Dizide masumca yapılmış hatalar da var, iyilik için işlenmiş günahlar da.

- Yer aldığınız dizi projeleri genelde uzun soluklu oluyor. Sizce bunun sebebi nedir?

Doğru, hep uzun soluklu oluyor. İlk dizim 3 buçuk sene, ikinci dizim 1 buçuk, üçüncüsü 2 yıl, bu da şimdi iki yılı geçmek üzere. Sinema filmlerinde de gişe başarısı elde ettik genelde. Hem projeyi iyi seçiyorum demek ki, hem de uğursuz biri olmadığımı biliyorum, bereketli bir tarafım var. O da gittiğim yere iyi enerjileri yönlendirmem sebebiyle olabilir.

- Yasak Elma'da Şevval Sam ile çok yakın bir dostluğunuz oldu sanıyorum. Aynı setteki oyuncuların birbirini çekemediği söylenir durur. Oysa sizin farklı bir yaklaşımınız var. Dostluğunuz nasıl başladı?

Bir sürü sette bulundum. 7 sinema, 4 dizi seti, az değil. Sırf oyuncular değil, ekip arkadaşları da var. Bir sürü karakterde insanla karşılaştım. Birbirini çekememek deyince, oyuncular arasında bir ego savaşı olduğuna inanılıyor, ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, başka birinin ışıltısndan rahatsız olan biri hiç bir zaman olmadım. Tam tersine motive ederek, iyi şeyleri söyleyerek, kadınlar arasında birbirimizi destekleyerek ilerlemek isterim. Şevval’i bulduğum için çok mutluyum. İşlerimden böyle hayatıma kalan ve dost olabildiğim insanlarım var. Sette başladı tabii ki dostluğumuz. Biliyorsunuz sette çok uzun süre geçiriliyor.. Bu sürede birbirimizi gözlemledik, nasıl insanlar olduğumuzu fark ettik ve arkadaş olduk. Benzer fikirli insanlarız. Şevval, doğaya, insanlara saygılı, doğruyu savunan, bir sürü yeteneği olan, kendi hayatını kazanan bir insan. Onu çok değerli buluyorum, aramızda 15 yaş var, ama kafalarımız çok uydu. Sete gidince onu görmekten çok mutluyum.

- Üniversiteden mezun olduktan sonra sanat tarihi ile ilgilenmişsiniz ve bir sanat galerisinde çalışmışsınız. O döneminizi de anlatır mısınız?

Aslında Üniversite bitmeden Amerikan Hastanesi’nde staj yapmaya başladım. Oradan insan kaynaklarına geçtim, ama çok sıkıldım. Hastanede “Operator Room” isimli bir galeri olduğunu fark ettim. “Burada kim duruyor” diye sordum, kimse durmuyormuş. Bir de küratörleri vardı, Türkiye’nin önemli ressamlarından Ekram Yalçındağ. Ben de o döneme kadar sanat eserlerine bakıyordum, müzelere gidiyordum, sanatta kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Hem de sanat terapisi isimli dal ilgimi çekmişti. Sanatla içiçe olmak bana iyi hissettiriyordu, o yüzden psikolojiyle bir arada olmasını doğru buluyordum. Galeride çalışmak istediğimi söyledim. Bana bir sandalye bir bilgisayar verdiler, çalışmaya başladım. Dediler ki “küratörümüzle tanıştıralım”, sonra Yalçındağ ile orada açılan birkaç sergide çalıştım. Bana dedi ki, “bu işlere ilgi duyuyorsan, seni gerçek bir galeriye götüreyim.” Dirimart’a gittik, -şu anda Türkiye’nin en iyi galerilerinden biri- onlarla tanıştım, çok sevdim. Çalışmaya başladım, yurtdışı fuarlarına gittim. Hem de bir sürü sanatçı tanımış oldum. 2009’da İstanbul Modern’deki sanat tarihi seminerlerine gittim. Hayatımda aldığım en güzel derslerdi. Sonra galeride çalışmaya devam ettim. Bunlar oyunculuk kariyerimin başlamasından iki yıl önce oluyor. Aslında hayatım boyunca tiyatro yapmış bir insandım ve bir ajansa kayıtlıydım, ama iş yapmıyordum. Gelen telefonları da annem çok cevaplamıyordu açıkçası. Bir gün eski menajerimi Bağdat Caddesi’nde gördüm. Dedi ki, “senin gibi bir oyuncu arıyorlar, sarışın ama aklı başında, harbi, Cimbom lakaplı. Seni bir Gani Müjde’yle tanıştırayım” dedi. O yaşları bu yüzden seviyorum. Hastanede staj yaparken sanat galerisinde çalışmam, oyuncu seçimine gitmem, hep bir cesaret ve arayış vardı. Şimdi 29 yaşımdayım ve onu biraz kaybettim. O açlığım ve bilgi arayışı beni bugünlere getirdi.

- Oyuncu seçimi nasıl geçti?

Ellerinde kağıtlarla bekleyen bir sürü insanın arasından ben de girdim. Dediler ki “biraz bekler misin.” Başrol oyuncusuyla karşılıklı oynadım. Sonra aradılar, “seni seçtik” dediler, sete başladım. Evdekilere söyledim, onlar da çok sevindiler. Öyle oyunculuğa geçtim. İlk başta bocaladım, çünkü ekranla tiyatro aynı değil. Karaktere alışmam zaman aldı. Hiçbir şey de bilmiyordum, mesela sabah sekizde bir makyaj yapıyorum, ertesi sabaha kadar sette o makyajla duruyorum. Makyöz ertesi sabaha kadar yanıma gelmiyordu. Gözlerimin altı mosmor ama gencecik lise öğrencisini oynuyorum. Bunları kollayamıyordum. Hiçbir şeyimi kontrol edemiyordum, hep söyleneni yaparak gözlemleyerek başladım. Sonra hepsini öğrendim, kendime sahip çıkmayı, saçtan baştan tutun da, karakterin giydiği kıyafetten, repliğine kadar her şeye sahip çıkmayı öğrendim. Bir şekilde o tempoya girdim ve hiç arkası kesilmedi zaten. Şu anda da iyi ki oyuncu olmuşum diyorum.

Farkındalık öğretisi

- Mindfulness ile ilgilendiğinizi gördüm. Düzenli mindfulness egzersizleri yapıyor musunuz? Farkındalık ve anda olma kavramları ile ilgili nasıl bir gelişim gösterdiğinizi düşünüyorsunuz?

Mindfulness’i bu yaz keşfettim. Çalışmadığım dönemde dünya ve kendimle ilgili sorguladığım şeyler vardı. Aslında hepimizin aradığı şey aynı. Huzura ermek ve potansiyelimizi sonuna kadar kullanabilmek. Mesela, empatisi çok yüksek bir insanım. Kendi hayatımda her şey yolunda gitse bile herhangi bir insanın acı çektiğini bilmek üzücü oluyor. Bu durumla ilgili hüzün hissediyordum, hem de kendimle ilgili bazı şeyleri çözmek, dünya için daha fazla şey yapmak istiyordum. O yüzden bir şeyleri keşfetmiş insanları merak ediyorum. Çünkü bütün dinlerde ve öğretilerde varılan yer hep aynı. Sürekli kendi potansiyelini açığa çıkarmak, kendini kontrol etmek ve farkındalığını artırmak için yapılıyor her şey. Mindfulness nedir diye baktım. Buda’nın hikayesiyle beraber, bunun nasıl bir din haline geldiğiyle ilgili, çıkış noktası burası. Mindfulness’ta bunu bir din olmaktan çıkarıp, ayrı bir teknik olarak öğretiyorlar.. Bu gelişim hiç bitmiyor. Örnek vermem gerekirse, sen duyguların ve düşüncelerin değilsin, sen onları izleyen ve kontrol edensin. Biz düşüncelerimize kapılırız ya, bu cümle bana çok devrimsel geldi. Evet duyguları ve düşünceleri ben üretiyorum, ama zihnimdeki her sesi dinlemeli miyim?

Keşke hiç makyaj yapmsam

- Bir süre önce makyajsız olarak görüntülerinizin yer alması gündemde yer almıştı. Sizce kadın oyuncuların makyaj ve devamlı kendini bakımlı göstermesine yönelik sektörel bir baskı var mı?

Makyajsız görünmek benim için, atılan başlıklar gibi, “skandal” şeyler değil. Keşke hiç makyaj yapmadan yaşasam. Set ışıkları ve kamera önünde daha iyi görünebilmek için yaptığımız bir şey. Güzellikle ilgili zoru olan bir insan, hiç olmadım. Hiçbir yerimde de estetik yok. Zaten kendime ait bir yüzüm ve bedenim var, onunla yaşıyorum. Kendini daha güzelleştirmekle ilgili saplantılı olan insanlar da var. Ancak ben zihnime hep daha çok güvendim. O yüzden cildimle ilgili kötü bir şey de söyleseler bende bunun bir etkisi olmadı. Her işte bir kilo verme ve alma oluyor. “Karakteri doğururken alıyorum” diye şakasını da yaptım. Set ortamı tabii, stres yiyiciliği var biraz bende. O yorgunlukla baş edebilmek için mi yiyorsam artık ne yapıyorsam, Yasak Elma’da da kilo aldım. Şimdi Şevval beni bir beslenme uzmanına götürdü, gayet sağlıklı yemek üzerine eğitiyor bizi. Uykusuz saatler, az su içmeler filan, bunların etkisini ortadan kaldırmak için öyle bir şeye girdim. Sonucunu da aldım. Ancak hiç bir zaman, bu önceliğim olmadı. Sabah kalkıp kaş bakımına, oradan dolgucuya gidip, böyle yaşadığını görüyorum insanların. Bunları hayatıma alacak kadar hiç kendimle boğuşmadım. Herkes nasıl mutluysa öyle yapsın, ama bu kadar kendiyle uğraşan insanların da çok mutlu olmadıklarını düşünüyorum.

Blanchett, Winslet ve Lady Di

- İdollerinizden birisi Audrey Hepburn. Diğer idolleriniz kimler. Çocukluk idollerinizi hala koruyor musunuz? Zaman içinde idol listenizde ne gibi değişimler oldu?

Genelde izlediğim ve beğendiğim kadın oyuncular idollerim oluyor. Aynı mesleği yaptığımız için. Cate Blanchett, Charlize Theron, Kate Winslet, Jennifer Lawrance, gibi oyuncuların işlerine bakıyorum.. Onun dışında Lady Diana.. Zaten insan hikayelerini çok severim. Harry Potter’ın yazarı J. K. Rawling’in söyleşileri çok ilgimi çekti. İzlediğimde ve dinlediğimde algıları, kalbi, empatisi açık, duygusal ve içten insanların başarı hikayelerini seviyorum. Örnek verdiğim kadınlar da hem kırılgan, hem de güçlü karakterler.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler