Ergenekon...
Mahkemenin sanık müdafilerince sunulan bu tür raporlar dışında, kendisince belirlenecek bilirkişi heyeti teşkiline elbette yetkisi vardır. Buna bir şey denilmez. Ama, bu yetkiyi kullanırken saygın devlet üniversitelerinden alınmış raporları “küçümseme” anlamına gelecek davranış ve beyanlardan kaçınma yükümlülüğü de vardır. Davayı yürütme yetkisinin, kendine özgü etik sınırları olduğu bilinen bir usul ilkesidir.
Ergenekon ve onun “aksesuvarı” olan davalar devam ediyor. Başka uluslar ecdatlarının geçmişte yaşandığını hayal ettikleri efsanelerden müzik eserleri, resim ve heykel, tiyatro, sinema, bale gibi sanat yapıtları üretip bunları efsanenin adıyla gün ışığına çıkarır, dünyanın takdirine sunarlar. Biz ise Türk ulusu olarak o güzelim Ergenekon efsanesinden ürete ürete, neresinden bakılsa bir karabasan olan bitmez tükenmez bir dava “türetmişiz”! Alın Cermen’in “Niebelungen”ini; İngilizin “King Arthur”unu; Fransızın “Jeanne d’Arc”ını, hatta Mısır Hıdivi’nin ısmarlama sanal ecdadının boğuştuğu “Aida”sını...
“Dava davadır” diyeceksiniz ama “kazın ayağı” o kadar yalın değil! Davayı görecek mahkemelerin ayrıcalıklı yapısından, davayı “tahrik eden” görevlilerin dayandıkları malzemenin elde edilişi ve sağlığına kadar uzanan bir sürü “yadırganacak” olgu vardır.
Üç kişilik mahkemeler
Böyle, yüzlerce sanıklı ve siyasal yönü ağır basan davalar, örnek aldığımız Batı hukukunda, sıradan örnekle kurulmuş üç kişilik mahkemelerde görülmemiştir. Hele bu üç kişiyi bir de sanıkların hayatını yıllar boyu karartacak yetkilerle donatırsanız, görülen dava “hukuki” olmaktan çıkar; adeta o üç kişinin şahsi davasına dönüşme görüntüsü verir. Batı’da (bugün artık siyasal yapılı davalar için pek söz konusu olmayan) kalabalık sanıklı ve hafifçe siyasal içerikli davalar, yetkisi biraz şişirilmiş üç kişiden kurulu mahkemelerde değil, “Tribunal d’exception” da denilen çok yargıçlı yargı yerlerinde görülür.
Bunun uygulaması bizim adli tarihimizde bile vardır. Yıllar süren bir tutuklamaya yapılan itirazın, iki kişinin, yargının görevinin sanıkların haklarını ve özgürlüklerini de gözetmek olduğunu ve buna ağırlık verilmesi gerektiğini hesaba katmadan reddetmeleri, bu bakımdan dikkat çekici bir olgudur. Tribunal dediğimiz çok yargıçlı mahkeme yapısı bunun için önemlidir.
Anayasa Mahkemesi
AİHM’nin çok yargıçlı sistemi veya bizde, bakanların ve bazı yüksek görevlilerin görev suçları sebebiyle sıradan mahkemelerde değil, çok üyeli bir Tribunal d’exception olarak yargı yetki işlevine sahip Anayasa Mahkemesi’nde yargılanacakları öngörülmüştür.
Bu husustaki baştan yapılan yanlışın nerelere kadar uzanmış olduğu ve uzanacağı şimdiden bellidir.
Türkiye, önceki Ceza Kanunu yürürlükte iken, üç yargıçlı ağır ceza mahkemelerinde TCK, 141 ve 142. maddelere göre “iki kişinin kurduğu cemiyetlerde” (evet, yanlış okumadınız sadece iki kişilik cemiyette toplanıp!) komünizm propagandası yaptıkları için yıllarca hapse mahkûm edilmeleri yaşamıştır.
Son olarak şuna değinelim: Bu defa tutukluluğa itirazı reddeden Silivri’nin üç yargıçlı mahkemesi ret gerekçesini açıklarken, sanık vekillerinin, devlet üniversiteleri olan Boğaziçi ve Yıldız üniversitelerinden alıp ibraz ettikleri (digital delillerin dışardan virüslendiği) raporlarına itibar etmediklerini; bunların bilirkişi raporu yerine geçmeyeceğini bildirmiştir.
Devlet üniversiteleri
Bu gerekçe, Türkiye’nin adli yaşamında, Batı’dan alınan yasalara göre yürütülen her çeşit davada, binlerce, belki on binlerce örneği olan bir uygulamaya aykırıdır. Sözü geçen raporlar sıradan bir uzman kişi tarafından değil, her ikisi de, kendi alanlarında en yüksek bilim kuruluşu olan saygın devlet üniversitelerince hazırlanmıştır. Mahkeme kurulu, bu gerekçesi ile, devlet üniversitelerinin bilimsel erkini kabul etmemiş olmakta, buna karşılık kendi atayacağı bilirkişilerden alınacak rapora ise güveneceğini belirtmektedir. Şunu tekrar belirtelim:
Uygar Batı ülkelerinde de davalarda bu tür özel raporlara (örneğin ünlü bir profesörün dava ile ilgili bilimsel görüşlerini açıkladığı raporlara) başvurulduğu görülür. Bunlar özellikle bir üniversiteden alınmış ve dava ile ilgili görüş ve çözümleri içeriyorsa, içeriğine ve değerine bakılmaksızın, mahkemece ceffel kalem “münasebetsiz evrak” (eski HUMK’da kullanılan tabirdir) muamelesine tabi tutulmaz.
Mahkemenin sanık müdafilerince sunulan bu tür raporlar dışında, kendisince belirlenecek bilirkişi heyeti teşkiline elbette yetkisi vardır. Buna bir şey denilmez. Ama, bu yetkiyi kullanırken saygın devlet üniversitelerinden alınmış raporları “küçümseme” anlamına gelecek davranış ve beyanlardan kaçınma yükümlülüğü de vardır. Davayı yürütme yetkisinin, kendine özgü etik sınırları olduğu bilinen bir usul ilkesidir.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması