Fareler ve Pervaneler: Exil
Kosovalı yönetmen Visar Morina’nın ülkesinin bu yılki Oscar adayı filmi Exil (Yabancı), geçtiğimiz günlerde Mubi’de yayınlandı.
Göçmenlik, yabancı düşmanlığı ve dışlanmışlık gibi kavramlarla örülü senaryosu ve özenli karakter çalışmasıyla Exil, alışılagelmiş bir konuyu basmakalıp anlatı tuzaklarına yakalanmadan işleyen güçlü bir film.
Irkçılık teması, son yıllarda yeniden sinemanın uğrak alanlarından birine dönüştü. Bilhassa Hollywood’da çekilen onlarca trajedi yüklü filmin ardından, tam da bu konsepte ‘yabancılaşmaya’ başlamıştık ki yüzümüze, Visar Morina’nın karakteri kadar soğuk ve sert filmi çarptı. Arnavut kökenli bir kimya mühendisinin, Almanya’da karşılaştığı mikro düzeydeki saldırgan milliyetçi ve göçmen karşıtı tavırla mücadelesini anlatan Exil, karakteri için merhamet beklentisi bir kenarda dursun, bilakis deliliğin sınırlarında bir öyküyle şaşırtıcı bir deneyim sunuyor izleyicisine...
Film, başkahramanımız Xhafer’in (Misel Maticevic) evine doğru yürüdüğü ve basit çitlerle çevrili ‘korunaksız’ bahçesinin kapısına asılmış ölü fareyle karşılaştığı bir planla açılıyor. Fareler üzerinde deneyler yapan bir kimya firmasında çalışan Xhafer’in evinin önüne kasıtlı olarak konulan bu hayvan, ilerleyen süreçte fark edeceğimiz üzere hem Xhafer’in fobisini hem de aslında kendisini temsil ediyor. Zira çalıştığı şirkette sözle, davranışla veyahut salt bakışla dahi mütemadiyen dışlanan ve yalnızlaştırılan Xhafer, büyük bir kâbusun içine yavaş yavaş itilirken ve kendisini tıpkı o öldürülen, işkence edilen, görmezden gelinen ‘değersiz fareler’ gibi hissederken, filmin görsel kompozisyonu da karakterin bu duygusunu destekliyor. Şirkette kullanılan klostrofobik mekân tasarımı, ışık tercihi ve karakterimizi bolca sırttan takip ettiğimiz planlarla borular arasında dolaşan bir fare imgesi yaratılırken, karanlık atmosfer karakterin ruh dünyasıyla örüntülü şekilleniyor. Yaşadıkları karşısında şüpheciliği artan karakterimiz, bir yandan içinde bulunduğu psikolojik şiddetle mücadele ederken, öte yandan karısı ve etrafındakiler tarafından paranoyaklıkla suçlanıyor ve bu durum, Xhafer’i giderek daha büyük bir zihinsel girdaba itiyor.
Exil’in bu noktada farkı, ırkçılık gibi kolaylıkla dramatize edilmeye ve karakterle kurduğumuz bağı acıma duygusu üzerinden inşa etmemize müsait bir meseleyi, karakterinin yapısıyla paralel bir biçemle ele almasında saklı... Ve en önemlisi de temaya, karakteri kadar soğuk, donuk ve mesafeli bir tavırla yaklaşması… Çünkü Exil, ırkçılıkla karşılaşan birine merhamet veyahut acıma duygusu barındırmamızı istemiyor. Tıpkı Xhafer gibi herhangi bir konuda, sırf bir işi başardığı, bir kültüre ayak uydurabildiği veya kendi deyimiyle sadece karısını dövmediği için tebrik edilmeyi ve takdir görmeyi de beklemiyor. Çünkü Exil’e göre ırkçılık bir trajedi değil, bir karabasan. Karakterin karşılaştığı sorunlar karşısında en başından itibaren savaşmak yerine sivil itaatsizliğe başvurması, çoğu zaman çözmek için dahi uğraşmaması da bu yüzden. Hatta film bunu, açılışından itibaren sıklıkla karşılaştığımız şirket sahnelerindeki sıcak mekân kurgusu üzerinden sembolleştiriyor. Xhafer’in toplantı yerinin değiştiğini sonradan öğrendiği sekansta, karakterimizin yakasının ıslaklığıyla gözümüze çarpan bu durum, şirketin hemen her yerinde ortamı serinletmesi için konulan vantilatörler ve pervanelerin boğucu sıcaklıkta hiçbir işe yaramaması ve sürekli herkesi kan ter içinde bırakma haliyle tanımlanıyor. Mikro düzeyde şirketin, makroda ise toplumun ethosuna dönüşen fakat görmezden gelinen ırkçılık aslında hep var, hissediliyor, öznesiyle birlikte herkesi boğuyor, çözüm olarak ise basit ama işe yaramaz öneriler (vantilatörler) getiriliyor. Ve neticede, ne vantilatörler o ortamı serinletmeye yardımcı oluyor ne de ırkçılığı halı altına itmek için atılan yüzeysel nutuklar işe yarıyor. Koskoca şirkette havayı serinletmek için kullanılan nesneler ne kadar akla yatkınsa, Xhafer’in salt ‘farklı’ olduğu için alkışlandığı sahne de o kadar yarasına merhem oluyor.
Benzer bir biçimde filmin başından itibaren Xhafer’in bir türlü ulaşamadığı veri meselesi de yine senaryonun çözümsüzlük katmanının altını dolduruyor. İster sivil itaatsizlik ister tehdit ister direniş… Xhafer ne yaparsa yapsın kendisini aşırı kuşkucu görmekten veya saldırgan olarak suçlamaktan öteye gitmeyen söylemlerle karşılaşıyor ki filmin finalinin bu çıkmazı açıklamaya giriştiği söylenebilir. Kendi adıma, Xhafer’in giderek yükselen ve şiddete meyilli paranoya halinin çok daha güçlü bir finalle son bulmasını beklerdim. Hikâyenin atmosferi, Xhafer’in içinde bulunduğu sıkışmışlık duygusuna hizmet edip gerilimi yükseltmeye yarıyor ancak finaldeki kabulleniş bir parça hayal kırıklığı yaratıyor…
Yine de Exil, Misel Maticevic’in doğallığıyla akıllara kazınan performansı ve Sandra Hüller’in kusursuz eşliğiyle ırkçılığın anatomisi üzerine çarpıcı bir film. Listenize eklemenizde fayda var.
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!