Farklı bir okuma... Evin İlyasoğlu’nun yazısı...
Ayfer Tunç’un romanı Osman’ın (Can Yayınları) son sayfalarını okurken satırlar arasında giderek artan iç müziğin okuru nasıl sürüklediğini düşündüm. Aslında olaylar helezoni bir düzen içinde yansıtılıyor. Olaylar gelişmiyor ama her okurun başka türlü algılayabileceği bir sarmal içinde yürüyor. Osman’ı okumadıysanız mutlaka okuyun. Okuduysanız da bilinç akımıyla yazılmışcasına, noktayı virgülü kaldırarak okuyun. Müzikte Schönberg’in geleneksel, tonal müzik cümlesine başkaldıran yapıtlarından Pierrot Lunaire’i dinleyin, “ay çarpmış” bir insanın ruh halindeki düzensiz cümleleri duyun.
Fotoğraflar: MUHSİN AKGÜN
İÇ-MÜZİK
Elinizdeki roman akıp gidiyorsa, romancının birkaç becerisi var demektir: Bir, konu sürükleyicidir. İki, konu sıradandır ama anlatımdaki nefes sürükleyicidir. Üç, yazar bir dönemin yaşanmışlıklarına sizi de tanık ediyordur.
Sürükleyebilmenin bir tekniği de, yazarın kurduğu cümlelerle bir iç-müzik örülmesidir. Akıcı kitap, okuru yormaz. Genelde kısa cümleler, hatta cümlecikler arasında görünmeyen bir nefes veya görünmeyen bir bağ oluşur.
O görünmeyen noktalamayı siz okur olarak kendinize göre koyarsınız. Yazar size o özgürlüğü tanımış demektir. Kitabın yapısı (biçim), konusunun (özünün) önüne geçmiştir. Sonunda kitaba öyle bir bağlanırsınız ki, neredeyse siz yazmış gibi olursunuz.
Ayfer Tunç’un yeni romanı Osman’ın son sayfalarını okurken satırlar arasında giderek artan iç müziğin okuru nasıl sürüklediğini düşündüm. Aslında olaylar helezoni bir düzen içinde yansıtılıyor.
Olaylar gelişmiyor ama her okurun başka türlü algılayabileceği bir sarmal içinde yürüyor: “Yorgundu. Hiçbir şeye hali yoktu. Zoraki yaşıyor gibiydi. Depresyondaydı bence.”
Kendini içine kapatmış, karamsarlığın doruğunda bir insan anlatılıyor. Özellikle “o” harflerinin yinelenmesi ve kesik cümlelerin zincir gibi sözcükleri bağlaması, derinde bir fırtınanın uğultusunu yansıtıyor.
Sarmal, dönüyor dönüyor “o kazayı” anlatıyor. Ayfer Tunç, eğer bu denli özenli bir Türkçenin ezgisel anlatımını kullanmasaydı, kitabın tekdüze olması kaçınılmazdı.
BİLİNÇ AKIMI
Ben Osman’ı okurken zaman zaman nokta-virgül gibi tüm noktalama imlerini aklımdan sildim, onları ortadan kaldırdım. O zaman bilinç akımını daha iyi duydum. Nokta, virgül, nida, hiçbir im yok. Siz kendi iç noktalamanızla duraklarınızı ya da nidayı gerektirecek hayretleri kendiniz yaratıyorsunuz.
James Joyce gibi, Virginia Woolf gibi. Ya da müzik dünyasında buna koşut 2. Viyana Okulu’ndaki Arnold Schönberg veya Anton Webern’in yapıtları gibi. Geleneksel müzik cümlesinin sınırları ortadan kalkmış, 8 notaya bağlı cümleler yerine 12-sesin getirdiği özgürlük ortaya çıkmış gibi. Ya da geleneksel figürden kaçan soyut ressamlar gibi.
Hiçbir yazar, “anlatımımda müzik yaratayım” diye yola çıkmaz. Zaten çıksa zoraki olduğu kendini belli eder. Ayfer Tunç’un deneyimli anlatımı bana müzikteki 12-ton özgürlüğünü sağlam bir alt yapıyla bilinç akımına bağladığını düşündürdü.
Bir kaza veya bir intihar olayı ile başlıyor kitap. Sonraki 504 sayfa içinde hiçbir olay artık tek başına dikkat çekmiyor. Ölen Osman’ın tanıkları kendi açılarından, onların kişisel yaşamlarındaki Osman’ı anlatıyorlar.
Osman’ı okumadıysanız mutlaka okuyun. Okuduysanız da bazı sayfalara geri dönüp, bilinç akımıyla yazılmışcasına, noktayı virgülü kaldırarak okuyun.
James Joyce’un Ulysses’i (1922), Portrait of an Artist as a Young Man’i (Bir Sanatçının Genç Adam olarak Portresi); Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’i (1925); William Faulkner’in Döşeğimde Ölürken’i (1930) bilinç akımıyla yazılmış ve 20. yüzyıl başındaki edebiyat dünyasında devrim yaratmış yapıtlardır.
Müzikte Schönberg’in atonalite kavramını duyurduğu, belli bir tona bağlı olmayan ve geleneksel, tonal müzik cümlesine başkaldıran yapıtlarından Pierrot Lunaire’i dinleyin; “ay çarpmış” bir insanın ruh halindeki düzensiz cümleleri duyun.
MİNİMALİZM
Ayfer Tunç’un Osman’ında müzikle bir başka koşutluk da Minimalist anlatım. Minimalizm akımındaki gibi küçük adımlarla ilerleyiş. Okur çok büyük, çok sarsıcı bir olay beklemiyor. Zaten başından beri işin sonunu biliyor.
Ama o bütün tanıkların olayı kendi açılarından bakarak anlatmaları minimal bir döngü yaratıyor. Bir yandan Osman’ın defterindeki anılarını okuyorsunuz, öte yandan tanıkların kendi minimal dünyalarındaki yorumlarını.
Kitabın son sayfalarında kahraman da okur da soluk soluğa kalıyor. Ben bunun bir simgesi olarak bu anlatımın içindeki noktalamaları kaldırarak okumayı denedim.
Yazar da zaten sadece virgüller koymuş uzun paragrafların içine. Dolambaçlı anlatıma kendi kafanızda noktalamalar yerleştirebilirsiniz; hatta metni, kendinize aitmiş gibi, kendinizi kaptırıp dilediğiniz bir ritimde okuyabilirsiniz:
“Fazla olmasından yakınacak kadar çok şeyim vardı bir zamanlar duygularım düşüncelerim akustik elektronik basgitarlarım Pioneer ses sistemlerim ve hoparlörlerim neşem kahkahalarım Audermars Piguet saatim Leicke ve Nikon fotoğraf makinalarım Tumi Alfa bavullarım özgüvenim yakışıklılığım az kullandığımız Wilson tenis raketlerimiz Laxcroix kayak takımlarımız paha biçilmez longplay koleksiyonum taşınır Dual pikabım Bang&Olufsen müzik setim ilk gençliğimden kalma walkmanim ilk portatif CD çalarım CDlerim DVDlerim VHSlerim pek içmesem de purolarım ve makasıyla birlikte nem ölçerli karbon desenli puro kutum puro çakmağım puro küllüğüm önemsizlerin yanında babamdan kalan ve Teo’nun bedeli karşılığında seve seve bana bıraktığı biri Afgan öbürü Kazak iki halım saygınlığım sevilmişliğim önemsenmişliğim kristal karaflarımız gümüş çatal bıçaklarımız sedefli peçete halkalarımız yıllanmış içkilerim yurt dışından aldığım İngilizce müzik sinema ve sanat kitaplarım öteki kitaplarım yeteneğim bestelerim nota kağıtlarım pahalı güneş gözlüklerim çok pahalı arabalarım umutlarım beklentilerim düşlerim geleceğim Şebnemin ilk zamanlar çok yakındığı sonra sonra umursamaz olduğu gamsızlığım kaygısızlığım rahatlığım Şebnemin bende en çok sevdiği şey olan coşkum ve heyecanlarım şarkı sözlerim kısa öykülerim şiir denemelerim pahalı mürekkepleriyle birlikte çok pahalı dolmakalemlerim sayısız defterim sayısız giysim pek çok mobilyam ve buzun üstünde kayarcasına yaşadığım hafif yaşamımın birer birer yok olan bütün incelikleri”
Noktalamayı kaldırınca müzikteki gibi bir yöntemle somut ve soyut değerler Osman’ın yaşamını simgelercesine art arda diziliyor. Yazar artık Osman’ın nasıl öldüğüne dönmüyor, zaten kitabın başından beri biliyoruz bunu. Ama anlatımdaki soluk soluğa yerleştirilmiş bir dizi sesin tüm noktalamasını kaldırırsanız, ölümün yaklaştığını duyabiliyorsunuz.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!