Haz ve Anlam
Acının ve hazzın birbirini dengelediği bir hayata nasıl ulaşılabilir?
Alper Hasanoğlu yazdı.
“Hazzı keşfettim hayatım değişti,” der misiniz, sorsam?
Hayatının dört yılını Sibirya’da bir hapishanede başka bir mahkûma ayaklarından prangalanmış olarak geçirip sonraki dört yılında da küçük bir Sibirya kentinde, yokluklar içinde sürgün hayatı yaşayan Dostoyevski hazzı nasıl ve neden soktu hayatına? Yalnızlığına bu kadar düşkün bir insan, yaratmak için mutlak yalnızlığa ihtiyaç duyan bir yazar nasıl tahammül edebildi başka bir insana zincirlenmiş olarak yaşamaya?
Uzun bir süredir hayatını nasıl yaşayacağını belirleyen mikroskobik bir canlının, hayatta kalabilmek için konaklayacağı bir insana ihtiyaç duyan bir virüsün tahakkümü altında yaşamaya itiraz etmiyor insan. Haz odaklı yaşam biçiminden vazgeçerek, ne kadar süreceği belli olmayan bir hapis cezasına evet diyor ama ne koyuyor hazzın yerine? Hazzın yerine geçecek bir şeyler bulabilir mi, yoksa öylece durup bekleyecek mi zamanın geçmesini?
Fransız varoluşçuları arasında bir roman yazarı olarak en çok takdir ettiğim Albert Camus, Veba adlı o müthiş eserinde iki yıl süren ölüm kalım savaşından sonra, hayatın kapıları tekrar açıldığında, veba salgınının yaşandığı şehirde insanların ilk iş olarak barlara, restoranlara koşarak bütün içki stoğunu çok kısa sürede bitirecek kadar çok içip sabahlara kadar eğlendiklerini yazar.
İnsan doğası gereği unutmak ve yok saymak mı ister ağır ve acı verici yaşantıları? Unutmak, yok saymak mümkün müdür Azrail’in buz gibi soluğunu her gün sırıtarak yüzümüze üflemesini?
İnsan ölümden, öleyazmaktan bir ders çıkarabilir mi, dahası çıkarmalı mıdır? İnsan aklını kullanabilen bir canlı mıdır? Ölüm gerçeğiyle yüzleştiğinde aklına üşüşen düşüncelerin, ürettiği fikirlerin, ölmez sağ kalırsa hayatının kalan kısmını çok daha iyi geçirmesi için en uygun düşünceler ve fikirler olduğunu iddia etmek mümkün müdür? Yoksa hayat hiçbir mantıklı çıkarıma olanak vermeyen ve tesadüflerle ilerleyen kaotik bir belirsizlikten mi ibarettir?
24 yaşında yazdığı kitap o dönemin en ünlü eleştirmeninin hayat görüşüne uygun olduğu için hızla ünlü bir yazar olan Dostoyevski 28 yaşında çar aleyhine bir komploya karışmaktan dolayı yargılandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. Ölüm cezası kurşuna dizilerek yerine getirilmek üzereyken son anda affedilen, yani aslında ölümü bütün hücrelerinde hissettikten sonra tekrar yaşamak zorunda bırakılan Dostoyevski nasıl oldu da elindekileri har vurup harman savurarak ve son kuruşuna kadar bütün parasını rulet masalarında bırakarak yaşadı? Dünyanın en büyük yazarlarından biri, Freud’a göre bile psikanalizin gerçek kâşifi olarak selamlanan bu dahi yazar nasıl oldu da kumarı bir haz kaynağı olarak seçebildi kendine yıllarca? Hayatını adamaya karar vermesine neden olacak kadar anlamlı olan yazma eylemini kumar nedeniyle ortaya çıkan borçlarını bir an önce kapatabilmek için alelacele yapmak zorunda kalacak bir hale nasıl sokabildi kendini?
Çizen: Özge Ekmekçioğlu
Herkese kimsenin inanmayacağı çocukça bir yalan söyleyerek üstelik; borçlarını, şansının da yardımıyla çabucak kapatabilmek ve sonrasında tıpkı Turgenyev ve Tolstoy gibi paraya ihtiyaç duymadan kendini yalnızca edebiyata adayabilmek! Çok sonra itiraf edecekti kumarın nasıl bir haz kaynağı olduğunu onun için. Anlam, o habis duygu, rulet masasında beyaz topun tıkırdayarak dönmesine devam ettiği o bekleme anlarında duyulan hazzın yanında neydi ki?
Psikoterapide insanların kendi hayatlarına anlam katacak değerleri bulamadıkları sürece ölüm korkusuyla başa çıkamayacaklarını ve huzurlu bir hayat süremeyeceklerini anlamalarını sağlamaya çalışırız. Peki biz psikoterapistler için gün boyu insanların acılarını dinlemek, amacımız onlara acılarına katlanabilmeleri için eşlik etmek olsa da, neden anlamlı bu kadar ve ayrıca anlama daha az acı verici bir yolla ulaşmak mümkün değil mi? Başkasının acısını dinlerken kendi acılarımızdan mı uzak durmaya çalışıyoruz acaba?
Acının ve hazzın birbirini dengelediği bir hayata nasıl ulaşılabilir? Hayatın bize her gün hazırladığı acıların ardından gelen gevşeme anı mıdır huzur denen şey, yoksa haz dolu bir sevişmenin ardından biraz önce bizi kendimizden kurtaran bedene sarılmakta mı gizlidir?
Yoksa bütün bu arayış hali nörotik bir ruhun mu bir belirtisi midir sadece? Belki de Küçük İskender’e kulak vermeli bu konuda; ne de olsa yaşadı ve öldü o…
“Küçüktü Anlamın alnından sallanan cerahatli çüktü!”
Şairler yalancıdır, inanmaz geçeriz gerekirse. Ama ya doğru söylüyorsa bu kez? Bilirsiniz sızlayan o çürük dişe gider sürekli insanın dili ve kendi kendinin canını yakar insan durmadan… Haz ve acı!
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!