HDP’li vekillere yapılan vahim hata

Elif Şafak’la son kitabı “Havva’nın Üç Kızı”nı konuştuk. Şafak’a göre kitabın kilit noktası şu; inanç da şüphe de gerekli. Dindarlar inancı seçiyor, mutlaklaştırıyor. Ateistler ise şüpheyi mutlaklaştırıyor. Bize gereken inançla şüphenin konuşması.

Yayınlanma: 02.07.2016 - 19:43
Abone Ol google-news

*Kitabın adı “Havva’nın Üç Kızı”. Adem’le Havva’nın oğulları Kabil ve Habil anlatılır hep, kızlarının hikâyesi ise bilinmez. Siz hikâye sırasını kadınlara vermek istediniz sanırım?

Edebiyatçılar tabii ki hikâyelerle ilgilenir ama sessizliklerle de ilgilenir. Konuşulamayan, anlatılmayan sırlar, tabular, üstü kapanan hakikatler... Hep merak etmişimdir, Habil ile Kabil’in hikâyesini biliriz de ne oldu Adem ile Havva’nın kızlarına? Niye onların hikâyeleri anlatılmıyor. Buna benzer fikirler, yazarken beni cesaretlendiriyor. Yani eksik kalan özneden yola çıkmayı, unutulan öznenin hikâyesini anlatmayı seviyorum. Bizim yazılı kültürümüzde kadının hiçbir bahsi yoktur ki. Ama bugün de böyle. Çok mu ilerledik? Emin değilim. Tam tersine gerilediğimizi düşünüyorum. Hep o unutulan özne kadın...

‘Hoyrat siyaset kadınları da bölüyor’

* Romanın ana kahramanı Peri için kitapta küçük bir Türkiye profili benzetmesi yapıyorsunuz. Ben de aynı şeyi Peri’nin üyesi olduğu Nalbantoğlu ailesi için düşünüyorum. Milliyetçisi, komünisti, dindarı, materyalisti, bir çekirdek ailede ne ararsanız var. Peri’yi Türkiye’ye benzetmeniz neden?

Peri kafası karışık bir karakter. İyi niyetli biri ama çok şaşkın, arafta, şıkışmış bir karakter, ama bu da tesadüfi değil. Öyle bir aile ortamında yetişiyor ki. Birde çok akıllı bir kız. Okumayı çok seven bir kız. Buna rağmen kendini hep geriye çekiyor. Aslında onun da potansiyeli gerçekleşmemiş bir türlü. Tıpkı Türkiye gibi, ki ben Türkiye’nin gerçekleşmemiş potansiyeller ülkesi olduğunu düşünüyorum. Çok başka, örnek gösterilecek bir ülke olabilirdik. Başka bir yönde ilerleseydik eğer... Peri’nin yaşadığı kafa karışıklığı Türkiye’nin kafa karışıklığı. Nalbantoğlu ailesindeki çatlaklar Türkiye’nin fay hatları.

* ‘Havva’nın üç kızı’nı anlatırken “kız kardeşlik” vurgusu yapıyorsunuz. Kitabın ithaf bölümünde ise şöyle diyorsunuz: “...ne yazık ki bir türlü ‘kız kardeşlik’ ekseninde buluşamayan, Türkiye’nin dirençli, cesur, sevgi dolu her kesiminden kadınlarına ithaf ediyorum”...

Dikkat edin, biz kadınlar birbirimizden ne kadar uzak durursak ataerkil sistem, ataerkil siyaset bundan bu kadar faydalanır. Yani kadınların bölünmesi tamamen ataerkilliğin işine yarar. Halbuki ortak sorunlarımız var. Yani başörtüsü taksanız da, bambaşka bir hayat görüşüne sahip olsanız da sokağa çıktığımızda yaşadığımız taciz; evde, işyerinde, kamusal alanda maruz kaldığımız o kocaman bir ataerkil kültür aynı. Türkiye’de günde 3 kadın öldürülüyor. Mahkemelerde kadın katillerine cezai indirim uygulanıyor. Bunu görmemiz lazım. Kadın olarak ortak bir mücadelemiz olabilmeli. Ben her zaman kadınların buluşmasından çok büyük bir enerji çıkabileceğine inandım. Ama siyaset her şeye egemen oldu. O kadar hoyrat ve hakim ki kadınları da bölüyor.

* Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yarım kadın” açıklamasını nasıl karşıladınız?

AKP’li siyasetçilerin kadınlar hakkında verdikleri beyanlara büyük tepki duyuyorum ve bu tepkimi de uzun zamandır ifade ediyorum. Benim annem dul bir kadın. Boşanmış bir kadının kızı olarak yetiştirildim ben. Feminizmin özellikle bu topraklar üzerindeki gerekliliğine çok inanan bir insanım. Kız kardeşlik kültürüne de. Çok tehlikeli bulduğum bu söylemlere isyan ediyorum. Kadın erkek eşitliğine inanıyorum ve muhafazakârların iddia ettiği gibi “cinsiyet adaleti” değil, “cinsiyet eşitliği” kavramını kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Laiklik aleyhine sarf edilen laflardan da son derece rahatsızım. Laiklik zedelenirse bundan en çok biz kadınlar zarar görürüz. Bizim kaybedecek şeyimiz daha fazla. O yüzden temel değerler ve haklara en çok bizler sahip çıkmalıyız. Kadını eve iten, anneliğe indirgeyen üslubu da son derece kınıyorum. Parmak izlerimiz bile farklı... Seçim sandığında çoğunluğu alabilirsiniz ama bu sizi demokrat yapmaz. Demokrasinin temel koşullarının olmadığı böyle bir ortamda ataerkilliğin, muhafazakarlığın, homofobinin, kadın cinayetlerinin artması tesadüfi değil.

‘HDP’li vekillere yapılan vahim hata’

*Gezi eylemleri ülkeye yayılmışken, bugün güneydoğuda yaşananların onca ölüme rağmen derin sessizlikle karşılanıyor olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Çözüm sürecinin yıkılması yaşadığımız en büyük trajedilerden biri. Bundan büyük endişe duyuyorum. Çözüm sürecinin canlanması herkes için, gelecek nesiller için, sivil halklar için çok önemli. Ne kadar canlar gitti? Ama siyasetçiler bu meseleyi daha fazla militarizmle, aynı yöntemleri tekrar ederek çözebileceğini zannediyor ya da öyle konuşuyorlar. Belli ki çözülmüyor. Bunun tek yolu çözüm sürecinin canlanması. Türk solu “Kürt sorunu”na seneler boyunca çok duyarlı davranmadı, aslında tam olarak anlayamadı, bugün de çok ciddi bilgi eksikliği ve kirliliği var. Ülkenin doğusunda ne oluyor anlamıyoruz. Özellikle HDP’li vekillerin meclisten atılması Türkiye için çok vahim bir hata. Bu insanlara oy veren milyonlarca kişi var. Onların temsil hakkını aldığınız zaman her şey çok daha kötü olur. 90’ları yaşadık, o dönemki şiddeti nasıl unutabiliriz?

‘Din eğitimi tamamen değişmeli’

*Romanda Peri, imkânı olsa ‘tanrı algısı’nı değiştirirmek isteyeceğini söylüyor. Siz neyi değiştirmek isterdiniz?

Türkiye’de verilen din eğitiminin tamamen değişmesi gerek. Bir kere niçin mecburi, seçme hakkı yok? Keşke çocuklara dünyadaki tüm inanç sistemleri öğretilse. Halbuki bizde mecburi olarak tek bir dinin tek bir yorumu öğretiliyor. Çoğulculuğa yer yok. Ben bunu sakıncalı buluyorum. Yurt dışında, yani liberal demokrasilerde böyle değil. Hem ne demek bir bebeğin nüfus kağıdına doğuştan bir din hanesi doldurmak?

* “Havva’nın Üç Kızı” politik bir roman gibi de okunabilir mi?

Doğru, politik bir roman. Ama feminizmin politika tanımından yola çıkalım bence. Politika aslında gündelik hayatın içinde. Böyle feminist bir politika tanımı yaparsak, evet politik bir roman bu.

Çok kötü bir eşim

* Elif Şafak nasıl bir eş, nasıl bir anne?

Ben iki şeyi çok dolu dolu yaşıyorum. Biri yazarlık, edebiyat, okumak; onun bir iç disiplini, tutkusu var. Diğeri de annelik. Bu ikisi dışında her şeyimi ihmal ediyorum. O yüzden ben çok kötü bir eşim. Bazen dostluklarım zedeleniyor. Eğer kitap beni çağırıyorsa dostluklarımı değil, kitabı dinlemeye gidiyorum. Edebiyatçıların hayatı çok benmerkezci bir hayat işte, bu bir tek annelikte değişiyor. Dışardan bakınca insanlar zannediyorlar ki çok renkli hayatlarımız var. Ama değil. Bence romancıların hayatları dışarıdan bakan birine çok sıkıcı gelebilir. Ama yazı başına oturup kapandığımız zaman çekildiğimiz dünya çok renkli ve ben çocukluğumdan beri böyle oldum hep. O hayali dünyanın gerçek dediğimiz dünyadan daha renkli, daha sahici olduğunu düşündüm.

Gönül ister Kürtçe yazayım

*14 senedir romanlarınızı İngilizce yazıyorsunuz. “Niye İngilizce” diye çok soruldu, artık sormayacağım. Ama şunu gerçekten merak ediyorum, Türkçesini niye kendiniz yazmıyorsunuz?

çok saygım var, o bambaşka bir kabiliyet. Ben onu yapamam, öyle bir sabrım da yeteneğim de yok. Onca senedir Omca A. Korugan’la çalışıyorum, çok iyi biliyoruz artık üsluplarımızı. Ona çok müteşekkirim, o çeviriyi bitirdikten sonra ben ilk satırdan son satıra kadar her şeyi yeniden yazıyorum. Dile çok takıntılı bir insanım. Bazen “hangisi orjinalse onu okuyalım” diyorlar, “ikisi de orijinal” diyorum. Çünkü iki kez yazıldı bu roman. Ben 19. yüzyıla ait buluyorum bu milliyetçi kalıpları. Başka dillerde de rüya görebilirim, âşık olabilirim, hayal kurabilirim. Niçin bu olmasın? Gönül isterdi Kürtçe yazabileyim. Keşke yazabilseydim Rusça da, Çince de.

Birileri sevsin diye yazmıyorum

*Elif Şafak’ı birisi ya çok seviyor, ya hiç sevmiyor. Kitap tanıtımı kampanyalarınız, kitapların kapak tasarımları, intihal tartışmaları, bir kredi kartı reklamında oynamanız, romanlarınızı İngilizce yazmanız... Ne düşünüyorsunuz bunlar karşısında ve kendinizi nasıl koruyorsunuz?

Bu çok Türkiye’ye özgü bir şey. Beni çok şaşırtmıyor, alıştım artık. Nefrete de maruz kalıyorum, müthiş bir sevgiye ve saygıya da. Benim için aslolan yazarken duyduğum aşk, tutku. Yazarken birileri sevsin diye yazmıyorum. Kendimi kitaba kaptırıyorum. O kadar çok kesimden okurlarım var ki, onlardan gelen ilham müthiş bir şey. Gerçek edebiyat okuru ve onun eleştirilerinin her zaman başımın üstünde yeri var onları çok önemsiyorum. Normal olmayan şey, her şey yazar odaklı bizde, yazı odaklı değil. Kitabı okumadan yazar eleştirisi yapıyorlar. Ben de bunu anlamıyorum. Daha kitap bile çıkmamış piyasaya... Bir de kitabı okumadan ahkâm kesen, özellikle erkek yazarlar var ki, çok seviyorlar kadınlara tepeden bakmayı. Okumadıkları kitap hakkında köşeler düzebiliyorlar. Onları ciddiye alırsak bir şey yapamayız. En iyisi tıngır mıngır kendi yolunda ilerlemek, sevdiğin ve inandığın işi yapmak.

Yazarı en çok yazar sevmez

*Peki edebiyat çevresi tarafından ötekileştirildiğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa bu çok satmakla, popülerleşmekle mi ilgili?

Türkiye’de hiçbir alanda birbirini destekleyen, birbirinin mutluluğundan mutluluk duyan bir yapı yok ki edebiyatta olsun. Bu maalesef Türkiye’nin hoyrat ikliminde daha çok arttı.

*Egonuzla aranız nasıl? Buradan bakınca çok yüksek gibi durmuyor.

Olmaz mı? Biz tek kişilik bir iş yapıyoruz. Ekip çalışmasını bilmiyoruz. O yüzden çok tesadüfi değil romancıların egolarının çok şişkin olması. Ama bende egonun yanında egoyu sorgulayan bir yaklaşım da hep var. Belki bu tasavvuftan aldığım bir damar. Nefs tabii ki var ama ben nefsini bilmekten yanayım. Yani nefsi bastırmak, silmekten değil, bilmekten yana. Bu ince bir nüans. Tabi anlayana.

*Yine iki ayrı kapak tasarımı var. Neden?

İki kapakta da üç ayrı kadının uyumu ve çatışması var. İki tasarımı çok sevdik, seçim yapamadık. Sonra baktık ki bu hal kitabın ruhuna da uydu. Peri’yi yansıttı. Ancak böyle bir hikâyenin iki ayrı kapağı olabilirdi.

Hepimizin içinde eril ve dişil cinsiyetler var

*Kendi nüfus cüzdanınızı doldurma imkânınız olsaydı neler yazardınız?

Hiç din hanesi koymazdım. Kimlikleri de çok sorunlu buluyorum. Bence insan çoğul, çok sesli. “Siyah süt”ü yazarken bunu ortaya çıkarmak istemiştim. Benim içimde çok fazla Elif var. İçimde inançlı bir Elif var, ama her şeyi sorgulayan inançsız bir Elif daha var. Ben hepimizin içinde eril ve dişil cinsiyetler olduğunu düşünüyorum. Niye illa ki tek bir cinsiyeti ortaya çıkarayım? Ne demek bir ırka mensup olmak? Bir sürü ırkın ve hikâyenin senteziyiz. Ben hep çoğulculuğu, sentezi sevdim. O yüzdende hiç kimlik sahibi falan olmak istemiyorum. Hep sıvı gibi olmalı, akışkan olması, çoğulcu olmalı. Kimlik üzerinden yapılan siyaset de bana çok sorunlu geliyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler